Yıl 2013, temmuz ayı.
Danıştay Başkanlığı seçimi var.
Başbakan Erdoğan, Danıştay'ın başına Zerrin Güngör'ü istiyor.
Rakip aday ise Nevzat Özgür.
Erdoğan, Adalet Bakanı Sadullah Ergin'e telefonla talimatını bildiriyor.
Özetle diyor ki:
- Nevzat Özgür çekilsin, seçim Zerrin Güngör'e kazandırılsın!
Başbakan Erdoğan'la Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasında, 2014 yılında internete düşen, bazı televizyon kanallarında yayınlanan ses kayıtlarına göre şu konuşma geçiyor:
Cumhurbaşkanı talimatıyla, başbakan talimatıyla şekillenen bir yargı düzeninde ne hukuk, ne özgürlük kalır
Başbakan Erdoğan: Bu Nevzat (Özgür) Bey’i
tanıyor musun?
Adalet Bakanı Ergin: Ben tanımıyorum, bunu
Mehmet Emin tanıyor. Mehmet Emin Kuz’un
(Anayasa Mahkemesi üyesi ve eski
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter
Yardımcısı) Danıştay’a seçtirdiği bir arkadaş.
Esas itibariyle iyi birisi olduğu söyleniyor,
olumsuz değil. Ama onun şu anki dairesi
kritik daire, bütün imtiyaz sözleşmelerinin,
hükümete ilişkin bu imtiyaz sözleşmelerinin
itirazen gittiği daire bu daire. Nevzat'ın bunun
dışında kalması gerek.
Başbakan Erdoğan: Tamam işte, Mehmet Emin ile görüş, Mehmet Emin kendisiyle görüşsün, yani buna ben Zerrin Hanım’ın lehine çekiliyorum desin, dairenin başında kalsın adam...
Adalet Bakanı Ergin: Evet Zerrin Hanım konusunda...
Başbakan Erdoğan: Bir de bizim bayanı seçtirmemiz, öbür yandan farklı avantajımıza olur, bir bayanın böyle bir yere gelmiş olması dış cephede, yani dünyaya karşı önemli...
Adalet Bakanı Ergin: Evet ben Mehmet Emin Bey’le görüşeyim.
Başbakan Erdoğan: Sen Mehmet Emin Bey’le görüş, olur.
Başbakan talimatı yerine getirilir. Nevzat Özgür adaylıktan çekilir. Zerrin Güngör tek aday kalır. Ve 18 temmuz 2013'te Danıştay Başkanlığı'na seçilir.
Demokrasi için yüzde 49'u yüzde 50'nin üzerine çıkarmaktan başka çaremiz var mı?
Lütfen, şimdi sorun kendinize:
Danıştay'ın, bir yüksek yargının başkanı böylesine bir seçimle, yani başbakan talimatıyla koltuğuna oturursa, 'yargı bağımsızlığı'ndan söz edilebilir mi?
Yargı bağımsızdır denebilir mi?
'Güçler ayrılığı'ndan söz edilebilir mi?
Hayır, ne yargı bağımsızlığı, ne de güçler ayrılığı vardır o ülkede.
Demokrasiyi demokrasi yapan güçler ayrılığı da, yargı bağımsızlığı da burada çoktan torpillenmiştir.
Bu açıdan, 2013'deki Danıştay Başkanılığı seçimi çarpıcı bir örnektir.
Böyle bir seçimle koltuğuna oturan bir yüksek yargıcın tarafsızlığı kuşkuludur, havada kalır.
Nitekim, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör'ün daha bu yakınlarda yaptığı bir konuşma bu gerçeğe işaret ediyor.
Danıştay Başkanı, 16 Nisan'daki anayasa referandumuyla Türkiye'de 'kuvvetler ayrılığı'nın güçlendiğini söyleyebildi.
Olağanüstü Hâl ve KHK düzeniyle özgürlüklerin korunduğunu söyleyebildi.
Terörle mücadele edilirken, kişilerin hak ve özgürlüklerine herhangi bir kısıtlama getirilmediğini söyleyebildi.
Şaşırtıcı değil.
2013'de, başbakan talimatı ile seçim kazanmış bir yüksek yargıçtan bu sözleri duymak şaşırtıcı değil ama hazin.
OHAL düzeniyle, KHK düzeniyle bu ülkede ne hukuk, ne özgürlük kaldı.
Bunun son örneği, bugünkü Cumhuriyet gazetesinin manşetidir:
Suçumuz gazetecilik!
Tek tweete 7 gün gözaltı.
Hükümet tetikçileri ve trollerin hedef gösterdiği
Cumhuriyet internet sitesinin genel yayın
yönetmeni Oğuz Güven gözaltına alındı.
İşte böyle!
Cumhurbaşkanı talimatıyla, başbakan talimatıyla şekillenen bir yargı düzeninde ne hukuk, ne özgürlük kalır.
Meydanlarda diktatörlüğe hayır bayraklarıyla 2019'a doğru yürümek ve demokrasi için yüzde 49'u yüzde 50'nin üzerine çıkarmaktan başka çaremiz var mı?..