Sadece askeri vesayeti geriletmekle, askeri sivil otoriteye tabi kılmakla devlet kendiliğinden demokratikleşmiyor, devlet hukukla tanışmıyor. Sivilleşmek kendi başına ya da kendiliğinden demokratikleşmek değil çünkü...
Sivil bir anayasa yapamıyoruz, siyasi partiler uzlaşamıyorlar. Şimdi sıra Türk tipi başkanlık sistemine mi geliyor?Bu konuda Tayyip Erdoğan modelininin demokratik değil otoriter boyutu göz önünde tutulursa, bu durum tehlikeli bir eğilime işaret eder, ‘barış süreci’ni de olumsuz etkileyecek bir eğilime...
Televizyonda İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’yu izlerken Türkiye’de devlet konusu aklıma takılıyor.
Ne kadar hırçın konuşuyor.
Ne kadar sert bir dil...
Ne kadar acımasız bir dil...
Kendini pek öyle ‘hukuk’la da bağlı saymayan bir söylemi var.
Sayın Vali, 1 Mayıs’ta biber gazı yiyen ve bir gaz kapsülüyle başından yaralanıp hayati tehlike geçiren 17 yaşındaki Dilan hakkında, işsiz bir tekstil işçisinin kızı hakkında konuşuyor televizyonda.
Hem savcı, hem yargıç gibi...
Sanki bir yargısız infaz yaşanıyor televizyon ekranlarında...
Gerçekten hazin.
Sayın Vali’yi izlerken bizim devletin kendi vatandaşlarına karşı eli öteden beri neden ağırdır, niçin acımasızdır meselesi kafamda yine canlanıyor.
Bizde devlet ezelden beri böyle.
Maalesef hiç değişmiyor.
Devlet, demokrasi, hukuk...
Bugün köşeme Türkiye’de devletle ilgili bazı notlar düşmek istiyorum.
Devlet ve özgürlükler...
Devlet ve hukuk...
Devlet ve anayasa...
Bu ülkede seçim sandığından çıkan siyasal iktidarlar değişiyor ama devlet değişmiyor. Devletin o bildik hoyratlığı, ceberrutluğu, dayatmacılığı ne yazık ki yerli yerini muhafaza ediyor.
Türkiye’de devletin hukuka, özgürlüklere, insan haklarına karşı direnen bir yapısı var.
Dayanıklı bir yapı bu.
Demokrasi kendi içine sızsın istemiyor.
Kendini bağlamaktan pek hazzetmediği bir konu da hukuk.
İnsan hakları deyince de irkiliyor.
Özgürlükler vücut kimyasını bozuyor.
Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü...
İnsan hakları ve özgürlükleri izleme örgütü Freedom House’un 2013 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu yeni yayımlandı.
Ve Türkiye, geçen yıl 55 puanla 117’nci sıradayken, bu yıl 56 puanla 120’nci sıraya düştü. Türkiye bu sırayı Kongo, Fiji, Liberya, Makedonya ve Seyşeller ile paylaştı. 2011 yılı raporunda ise Türkiye 54 puanla yine 117’nci sıradaydı.
Türkiye, “dünyada en çok gazeteciyi hapseden ülke olmaya devam ediyor” ifadesinin yer aldığı raporda, daha önceki yıllarda olduğu gibi kısmi özgür ülke sınıflamasına dahil edildi.
197 ülke içinde 63’ü özgür, 70 ülke kısmi özgür, 64 ülke özgür olmayan diye sınıflandırıldı. Türkiye’nin durumunu rahatsız edici diye niteleyen Freedom House Başkanı David Kramer şunları söylemiş:
“Gözaltında ve hapiste olan gazeteci sayısını herkes görüyor. Yaşanan bu tehdidin Türkiye’deki gazetecilerin özgürce hareket etme ve iş yapma imkanlarını kısıtlaması kaygı verici bir noktadır. Umudum, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile entegrasyon sürecini derinleştirdikçe, bu alanlarda daha büyük liberalleşme hareketleri görmektir.”
Komünist, şeriatçı, bölücü…
Bu yeni bir durum mu? Hayır değil. Türkiye bin yıldır basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü alanında sorunlu bir ülkedir. Yazarını, düşünürünü, sanatçısını, gazetecisini şu ya da bu nedenle hapse atan bir devlet vardır bu ülkede.
Hiç değişmedi bu. Tek partili rejimde de, çok partili rejimde de değişmedi.
Sayın İstanbul Valisi’nin devletçi üslubu neyse, nasıl nesilden nesile devredilerek geldiyse, devletimizin özgürlükler konusundaki tutumu da özünde değişmiş değildir.
Bir zamanlar örneğin daha çok komünist diye, şeriatçı diye hapsi boylardı insanlar. Yıllar geçtikçe bölücülük ağır basmaya başladı, ifade özgürlüğünün kolu kanadı kırılırken...
Demokrasi diye, bireyi devlet karşısında koruyacak çağdaş hukuk anlayışı diye siyaset meydanında yıllarca mangalda kül bırakmadık.
Ama ne kadar mesafe alabildik? Devletin içine ne kadar demokrasi götürebildik? Devleti nereye kadar hukukla tanıştırabildik?
Yanıtlar maalesef olumlu değil.
Bir kenara not etmekte yarar var: Sadece askeri vesayeti geriletmekle, askeri seçilmiş sivil otoriteye tabi kılmakla devlet demokratikleşmiyor, devlet hukukla tanışmıyor. Sivilleşmek kendi başına ya da kendiliğinden demokratikleşmek değil çünkü...
Türk tipi başkanlık ve barış süreci!
Bakın bugün hâlâ özünde askeri yönetimlerin çerçevesini çizdiği ‘devlet’le yaşamaya devam ediyoruz.
Anayasal düzenin özü daha hâlâ 12 Eylül’de Evren’lerin silah zoruyla yaptıkları düzendir.
Bu düzen hâlâ değişmedi.
33 yıldır sivil bir anayasa yapamadık. Siyasi partiler bunun için bunca yıldır Meclis çatısı altında uzlaşamadılar.
Yazık değil mi?
Son bir soru:
Şimdi sıra gerçekten Türk tipi başkanlık sistemine mi geliyor? Tayyip Erdoğan bu yolu mu zorlayacak?
İnşallah değildir.
Çünkü, AK Parti’nin bugüne kadar su yüzüne vurmuş olan başkanlık modelinin demokratik değil, otoriter boyutu göz önünde tutulursa, bu durum tehlikeli bir eğilime işaret eder.
Ve böyle bir eğilim güçlenirse, bir kenara not edin, yalnız demokrasi fikri değil, barış süreci de bundan olumsuz etkilenir!