27 Mayıs 2014

Erdoğan’ın muhafazakar sağda doğurmaya başladığı boşluk!

Ve Nilüfer Göle’nin deyişiyle, ‘reformist Müslümanlık’tan otoriter kapitalizme kayış…

Bugün 27 Mayıs.
Bir zamanlar ‘resmi bayram’dı.
Artık değil.
Bir zamanlar ‘devrim’di.
Artık devrim değil, darbe!
1960 yılında 27 Mayıs sabahı Türkiye ‘tank sesi’yle uyanmıştı.
Darbeciler, iktidardaki Demokrat Parti’yi devirmiş, parlamentoyu kapatmış, DP’lileri hapse atıp Yassıada’da, özel mahkemelerde yargılamıştı.
Çok daha acısı, Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmişti.
27 Mayıs, Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüklerden biridir.
Siyaseti böldü, kutuplaştırdı.
Toplumu düşman kamplara ayırdı.
Uzlaşmaydı, diyalogdu, hoşgörü ve tamammüldü gibi demokrasiyi demokrasi yapan bir kültürün oluşumunu geciktirdi.
Siyasette taşları yerinden oynatarak, demokrasi ve hukuk devletine uzanan yolları tıkadı.
27 Mayıs, kendisinden sonraki askeri darbe ve müdahalelerin tohumlarını da ekti.
Kısacası:
27 Mayıs darbesi bu memlekette ‘demokratik siyasetin normalleşmesi’ne çok büyük darbeler indirdi.

Darbe dönemi kapandı mı?

Peki, Türkiye 27 Mayıs’la, askeri darbelerle ne kadar hesaplaştı, ne kadar yüzleşti?..
İkinci soru:
Türkiye’de askeri darbeler dönemi tümüyle kapandı mı?..
Bu iki soruya ilişkin bugün hala söylenecek bazı şeyler olduğunu düşünüyorum.
Ama yazı konum bu değil.
Nilüfer GöleSözü yine Tayyip Erdoğan’a getirmek istiyorum.
Maalesef öyle!
Tayyip Erdoğan, mağdur edebiyatı yaparken ağzından iki kişiyi hiç düşürmüyor:
Menderes’le Özal.
Onları kendi günlük siyasetine alet ediyor. Ya da siyasal oportünizmin daniskasını yapıyor.
Bu çerçeveye oturabilecek bir değerlendirme Nilüfer Göle’den geldi.

 

Nefs denetimi yerine perdeleme 

Ben hâlâ mağdurum’ demek kendi iktidarınızı,  ayrıcalıklarınızı örtbas etmek demek.
O zaman başkalarının derdi, Cumhuriyet sınıflarının horlanması, Alevilerin rencide edilmesi, işçilerin taşeron sistemiyle çalıştırılması görmezden geliniyor.
Her farklı ses sanki onların iktidarına göz dikmek gibi algılanıyor.
Para, iktidar ve şöhret insanların nefislerini denetlemesi, dizginlemesi gereken konular.
Aslında Müslüman ve dindar bir kesimden çok daha fazla öz denetim beklersiniz.
Bu kadar aşırı bir güç hırsının asıl inançlı kesimleri rencide edeceği düşünülür. (Cansu Çamlıbel’in Nilüfer Göle’yle dün Hürriyet’te yayımlanan konuşmasından.)

 

Muhafazakar sağda açılan boşluk

Türkiye 27 Mayıs’la ne kadar yüzleşti? Askeri darbeler dönemi kapandı mı?

Nilüfer Göle, Tayyip Erdoğan’ın Menderes’le Özal’dan uzaklaşmakta olduğunun altını çiziyor.
Önemli tespit.
Bugün gelmiş olduğu noktada Tayyip Erdoğan, Menderes’le Özal’ın muhafazakar sağ çizgisinden kopmuş durumda, gitgide uzaklaşıyor bu çizgiden.
Bunun bir sonucu şu olabilir:
Tayyip Erdoğan, alıp başını başka sulara doğru giderken ‘muhafazakar sağ’da bir boşluğun doğması ve bu boşluğun nasıl doldurulabileceği sorusu…
Bilemiyorum.
Bilemediğim şu:
Tayyip Erdoğan’ın gidişi gidiş değil. Türkiye’yi fena halde kutuplaştırıyor, tehlikeli biçimde cepheleştiriyor.
Bu durumun muhafazakar alemde, klasik muhafazakar çevrelerde huzursuzluk yarattığı malum.
Bu nedenle, yeni bir siyasal parti tartışmalarının bu dünyada uç verdiği söylenebilir.
Ya da en azından denebilir ki:
Tayyip Erdoğan’ın yol açmakta olduğu siyasal boşluk nasıl doldurulabilir sorusu gündemdeki yerini alıyor.
Şimdi yine Erdoğan-Menderes-Özal konusunda Nilüfer Göle’nin söylediklerine dönüyorum. 

‘Herkes haysiyetiyle oynanmış hissediyor’

Tayyip Erdoğan’ın yol açmakta olduğu siyasal boşluk nasıl doldurulabilir?

AKP iktidarının şu anda gelmiş olduğu nokta müthiş bir kutuplaşma, affedilmeyecek bir nefret söylemi.
Özal ve Menderes geleneğine sahip çıktığı yıllardan uzaklaşan bir söylem.
Bence bugün AKP, Özal’la olan bağını kopardı.
Özal kötücül şeyleri çoğaltmadı. Kendisi hep konuşulabilen ve uzlaşmacı bir lider oldu.
Doğrusu ben o tarihten sonra uzlaşmacı olmayan bir siyasetin Türkiye’de kazanamayacağını düşünüyordum.
Yanıldım.
Uzlaşmacı olmayan bir siyaset bugün kazandı.
Bunun kökenlerinin ne olduğunu anlamak lazım.
Ama bu nereye kadar devam eder? Hâlâ ben uzlaşmacı olmayan bir siyasetin uzun vadede Türkiye’de kazanmayacağını düşünüyorum.
Belki bunu arzuluyorum.
Ama bu şekilde, bu kadar gerilimle gitmesi çok zor. 
Sadece Cumhuriyet sınıfları, azınlıklar değil, bugün herkes kendini rencide edilmiş, haysiyetiyle oynanmış hissediyor.
O tekmeleyen müşavir var ya, biraz hepimizin hissettiği duygu...
Hepimiz tekmelenmiş hissediyoruz.        

 

Nazlı Ilıcak kırılması

Ve yine aynı soru:
Tayyip Erdoğan, ‘Demokrat Parti geleneği’nden koptukça, ‘muhafazakar sağ çizgi’den uzaklaştıkça doğan boşluk nasıl dolacak?
Yine aynı cevap:
Bilemiyorum.
Ama benim yanıtını bilmediğim bu soru önemini yitirmiyor.
Sözü bir kez daha Nilüfer Göle’ye bırakıyorum.

Muhafazakâr sağ, AKP ile dönüşüyor.
Demokrat Parti’den bugüne gelen merkez sağ geleneği yok olmakta.
Nazlı Ilıcak gibi 1960’lardan beri ordu karşıtı, muhafazakâr ve liberal, siyasal demokrasi düşüncesinin önderi bir yazarın  dışlanması çok önemli bir kırılmaya işaret ediyor.
O sesi bile hoyratça dışlayabilmek tehlikeli yeni bir dönemece girdiğimizi gösteriyor.
AKP önce babayı, Necmettin Erbakan’ı kızağa çekti.
Şimdi de sağ liberal geleneği çiğneyerek, kendine yeni bir merkez oluşturuyor.
 Bu ikinci iktidar döneminde ibre ‘reformist Müslümanlık’tan giderek otoriter kapitalizme doğru kayıyor.
Kamusal alanda sosyal mühendislik ile piyasada abdestli kapitalizmin meç edildiği yeni bir iktidar biçimi...

Nilüfer Göle’nin söylediklerini düşünmekte yarar var.

 

 

 

        

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Demirel'i darbeyle devirecektim!

Demirel 100 yaşında! Pazar günü Ülke Politikaları Vakfı'nın Cevahir Otel'de düzenlediği bir toplantıda "BABA"yı andık. Özlemişim Demirel'i, itiraf edeyim, arada bir gözlerim doldu

Türklerin de, Kürtlerin de ortak çıkarı gerçek barış ve demokrasidir

Yeterince kan ve gözyaşı akmıştır, daha çok acı çekilmesin, ama... Bu AMA üzerinde düşünmek lazım, geçmiş tecrübeler bunu gerektiriyor

Dostluklar insanı ayakta tutar!

Benim de böyle bir dostum var, Şahin Alpay. İyi ki varsın kardeşim, iyi ki BİR HİKAYEM VAR'ı yazdın

"
"