Berkin Elvan haberlerini izliyorum. Fotoğraflarına bakıyorum. Okmeydanı Cemevi önünde toplanan insan seline gözüm ilişiyor. Bir tweet atıyorum: Ufaklık, sen uyudun, memleket uyanmaya başladı...
Televizyonlara bakıyorum. Özellikle Gezi döneminde gazetecilik adına yaşanmış o utanç verici penguenleşme sürecinin artık kırıldığı anlaşıyor. O günlerin yaklaştığını görüyorum. Hangi günlerin mi?..
Berkin Elvan haberlerini okuyorum.
Fotoğraflarına bakıyorum.
Anasının, babasının hallerini izliyorum.
Büyük acılarını içimde hissetmeye çalışıyorum, yaslarını paylaşıyorum.
Okmeydanı Cemevi önünde Berkin için toplanan insan seline gözüm ilişiyor.
Bir tweet atıyorum:
Ufaklık,
Sen uyudun,
Memleket uyanmaya başladı,
Bak, her tarafta senin yasın tutuluyor,
Vicdanlar kanamaya başlayınca hep böyle olur.
İyi ki twitter var, sosyal medya var.
Bizi özgürleştiriyor.
Devlet kendini ne zaman hukukla bağlı gördü ki
Yüreğim yanarak oturuyorum bilgisayarın başına.
İçimden yazmak gelmiyor.
Ne yazayım ki?
Devlet şiddeti...
Devlet terörü...
Devletin malum hoyratlığı...
Yine birbirine benzer sözcükleri arka arkaya sıralayarak tepkiyi yazıya dökmek...
Ne kadar önemli?
Yıllardır hep aynı değil mi?
Düşün bakalım Hasan Cemal!
Bu memlekette devlet kendini ne zaman hukukla, kuralla bağlı gördü ki?..
Başbakanlık'tan Vali'ye: Savcıyı da alın!
Daha geçen akşam internete düşen ses kaydında Başbakanlık Müsteşarı –şimdiki İçişleri Bakanı- Efkan Ala, bir haberinden dolayı Taraf yazarı Mehmet Baransu’nun gözaltına alınması için İstanbul Valisi Avni Mutlu’ya şöyle buyuruyor:
“Savcı, arama kararı vermiyorsa, suçu önlemek için girsinler. Biz her türlü koruruz sizi. Kapıyı kıracak alacak adamı! Böyle kepazelik olmaz. Suçu işliyor şu anda. Hiç, burada mahkeme kararına bile lüzum yok!”
İstabul Valisi, “Allah Allah ya, nereden buluyor bu adam bunları ya?..” diye biraz duraksayınca, Başbakanlık Müsteşarı’nın tepkisi büyüyor, Baransu’nun derhal gözaltına alınması için bastırıyor:
“Savcı bir şey diyorsa, savcıyı da alın!”
Devlet bu.
Ceberut devlet!
Başbakanlık Müsteşarı, devletin en yüksek bürokratı, karar veriyor bir gazetecinin suç işlediğine.
Vali’ye buyuruyor telefonda:
- Atın o gazeteciyi hapse!
Vali mırın kırın ediyor. Savcı’dan arama kararı gerektiğine işaret ediyor.
Başbakanlık Müsteşarı sertleşiyor:
- Savcı arama kararı vermiyorsa, kırın kapıyı alın adamı!
Ve gürlüyerek noktayı koyuyor:
- Gerekirse savcıyı da alın içeri!
Bu memlekette devletin niçin ceberut devlet diye tarif edildiğini bu konuşma çok iyi anlatıyor.
Farkında mısınız, nasıl bir ülkede yaşıyoruz?
Gazetecinin suç işlediğine Başbakan Erdoğan’ın Müsteşarı karar veriyor; Vali’yle Savcı mırın kırın edince, “Kırın kapıyı!” diyor ve “Gerekirse, savcıyı da alın içeri!” diye emir veriyor.
Böyle bir memlekette yaşıyoruz.
Hukuk, kural tanımayan bir devlet!
Böylesine ‘ceberut devlet’in kol gezdiği bir memlekette insan hakları, özgürlükler nasıl ayakta kalabilir ki?
Okmeydanı’nda, Cemevi’nin önünde televizyon ekranlarına yansıyan Berkin Elvan posterlerine bakıyorum:
Katili tanıyoruz, biliyoruz.
Hoşçakal zeytin gözlü çocuk.
Berkin Elvan ölümsüzdür.
Hesabını soracağız.
Hesabı sorulacak o kadar çok şey birikmeye başladı ki.
Efkan Ala’yı düşünüyorum.
Tekrar ediyorum.
Başbakanlık Müsteşarı olarak bir meslektaşımın, Mehmet Baransu’nun bir haberinden dolayı suç işlediğine karar veriyor; savcılık kararı olmasa da, kırın evinin kapısını ve atın hapse o gazeteciyi diyebiliyor. Bu da yetmiyor, gerekirse savcıyı da alın içeri diyor.
Farkında mısınız?
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz?
İçişleri Bakanı Ala'ya sorular
Efkan Ala şimdi İçişleri Bakanı.
Şimdi ona sormak istiyorum.
Başbakan Erdoğan, Adalet Bakanı’na telefon edip bir işadamı, Aydın Doğan hakkındaki beraat kararının değiştirilerek yargıdan mahkûmiyet çıkmasını istemedi mi?
Başbakan Erdoğan, bir ihalenin Koç’tan alınıp Kalkavan’a verilmesini sağlamadı mı?
Soruyorum:
Bunlar suç değil mi?
Yargı bağımsızlığını hiçe saymak bir anayasa suçu değil mi?
İhaleye fesat karıştırmak bir anayasa suçu değil mi?
Evet öyle.
Anayasal suçlar!
Ve başbakanlar bu suçların hesabını Yüce Divan önünde verirler.
Adalet duygusuna darbe vuran örnekler...
Demokrasi ve hukuk bir gün Türkiye’nin de kapısını çalacak, bundan kaçış yok.
O zaman da, kendini savcı ve hâkim yerine koyan, hukuk devletini hiçe sayan ceberut devlet temsilcilerinden hesap sorulur.
İyi güzel de, ne zaman?
Ne zaman tıkır tıkır işleyen bir hukukun üstünlüğü rejimi olacak Türkiye’de?..
Bir Genelkurmay Başkanı, nasıl oluyorsa, ‘teröristlik’ten yargılanıyor; nasıl oluyor da, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkûm edildikten iki yıl sonra da serbest kalıyor.
Öte yandan, Malatya’daki Zirve Yayınevi Katliamı’nda gırtlak kesenler serbest…
Cumhuriyet’e bomba atan, kanlı Danıştay baskınını yapan Alpaslan hakkında tahliye kararı…
Hrant Dink Davası’nın Erhan Tuncel’i serbest…
Kemal Kerinçsiz serbest…
Veli Küçük serbest…
İbrahim Şahin serbest…
Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı yerle bir edilirken, Ergenekon’un kapıları açılıyor Erdoğan iktidarı eliyle...
Ama aynı zamanda ‘faili meçhuller’e dokunmayan bir yargı düzeni… KCK’lıları bunca zamandır hapiste tutan bir yargı düzeni…
Özgür Gündem’in sürmanşeti gözüme ilişiyor:
“Kürdistan’da savaş suçu işleyen devletin infaz çetesi JİTEM’cileri tahliye eden AKP yargısı, demokratik siyasette yer aldıkları için rehin tutulan Kürt siyasetçileri ‘dağa çıkabilirler’ diyerek tahliye etmedi.”
Haberin içinde bir haber daha var:
“AKP-JİTEM ANLAŞMASI!
AKP, devletin klasik Gladyo üçlüsü Ergenekoncuları birer birer tahliye ediyor. İnfaz çetesi JİTEM’in kurucuları Veli Küçük ve Levent Ersöz’ün de aralarında olduğu çoğu savaş suçlusu birçok kişi salındı.”
O kadar çok ki vicdanları kanatan, insanın adalet duygusuna darbe vuran örnekler…
Zeytin gözlü çocuk için insan seli
Yazımı yazarken, bir yandan televizyona da göz atıyorum.
İstanbul’da Okmeydanı’nda, Ankara’da Kızılay Meydanı’nda, Türkiye’nin birçok yerinde büyük kalabalıklar toplanıyor, yürüyor.
Büyük bir insan seli…
Adalet için yürüyor.
İnsaniyet için yürüyor.
Hukuk için yürüyor.
Zeytin gözlü çocuk için yürüyor büyük insan seli…
Okmeydanı’ndan Şişli’ye doğru dalga dalga kabarıyor yürüyüş.
Sloganlar atılıyor:
Berkin’ler ölmez!
Hırsız var!
Berkin Elvan’ın hesabı sorulacak!
Bu arada bir haber:
Üç büyük kulüp, Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş ayrı ayrı Berkin Elvan için taziye mesajı yayınlamışlar, iyi yapmışlar.
TÜSİAD’tan da Berkin’in acısına sahip çıkan bir uyarı mesajı.
Cem Boyner’den Beymen’e:
“Berkin’e saygı için bugün mağazalarda müzik çalınmayacak.”
AGOS gazetesinin penceresinden sarkan bir pankart:
“Çocuk ve Ekmek Kutsaldır!
Seni unutmayacağız Berkin.”
Evet öyle, acıyı yaşayan bilir.
O günler yaklaşıyor: Gazeteci gazetecilik yapacak
Televizyon kanallarına bakıyorum.
Özellikle Gezi döneminde gazetecilik adına yaşanmış o utanç verici penguenleşme sürecinin artık kırıldığı, haberciliğin damgasını vurmaya başladığı anlaşıyor.
İnşallah bundan sonra, Tayyip Erdoğan’ın Alo Fatih hatları tamamen kesilir.
İnşallah bundan sonra, bir telefonuyla haber attıran, sansür uygulatan, gazeteci kovduran Tayyip Erdoğan’a, “Dur bakalım, sen artık kendi işine bak!” denir.
İnşallah bundan sonra, bir telefonuyla patronlara ulaşıp televizyon haberlerine yön veren, ‘hangi omurgalı iktidar yalakaları’nın ekrana çıkacağını bile buyurabilen Tayyip Erdoğan’a, “Sen de kim oluyorsun, sen artık kendi işine bak!” denir.
O günlerin yaklaştığını görüyorum.
Gazeteci milleti gazetecilik yapacak.
Siyasetçiler memleket idare edecek!
Gün gelecek, bu memlekette herkes kendi işine bakacak.
'Ordunun yerini yürütmenin hegemonyası aldı'
Fethullah Gülen’in Financial Times’da geçen gün çıkan makalesini okuyorum.
Gülen, ülkede güveni yeniden tesis etmenin ve ülke dışında yeniden saygınlık kazanmanın yolunun evrensel insan haklarıyla hukukun üstünlüğüne bağlılıktan geçtiğini belirtiyor. Bunun için de, sivillerin yazdığı yeni ve demokratik bir anayasanın şart olduğunu vurguluyor.
Gülen’in şu satırların altını çiziyorum:
“Bir zamanlar ordunun iç politikadaki hâkimiyetinin yerini, yürütmenin hegemonyası almış gibi görünüyor.”
Bir başka deyişle:
Demokrasiye asker freni çekilirken, yerine sivil freni, bir başka deyişle Tayyip Erdoğan freni konulduğuna dair çoktan beri kuşku kalmadı.
Tayyip Erdoğan’ın demokrasi ve hukuktan yoksun bir tek adamlık düzeni kurmaya koyulduğu özellikle 17 Aralık sonrası apaçık gözler önüne serilmeye başladı.
'Erdoğan kötülüğü sıradanlaştırıyor'
Vicdanlar kanamaya başladı mı hep böyle olur. İtiraz, protesto dalga dalga büyür.
Şimdi Türkiye de böyle bir süreci yeniden yaşamaya başladı.
Böyle bir süreçte dikkat edilmesi gereken ilk konu, ‘şiddet’ten sakınmaktır, şiddet sarmalından uzak durmaktır.
Erdoğan’ın değirmenine su taşımaktan uzak durmaktır.
Erdoğan ne yazık ki memleketi fena halde kutuplaştırıyor, keskin cephelere ayırıyor.
Bu kötülüğü Türkiye’ye Gezi’den beri bilinçli olarak yapıyor. Bu oyunun seçim sandığında kendisine daha çok oy getireceğine inandığı için yapıyor bu kötülüğü.
Topluma inatla zehir zerk ediyor Tayyip Erdoğan. İnsanların birbirlerine düşmanlaşmasından menfaat umuyor.
Evet, kötülük yapıyor.
+1 TV’yi izliyorum
Pelin Batu can alıcı bir noktaya dokunuyor::
“Erdoğan, kötülüğü sıradanlaştırıyor!”
Bu toprakların insanları birbirinden kopuyor
Erdoğan’ın yaptığı öylesine bir kötülük ki, 28 Şubat dönemindeki gibi, bu toprakların insanı hayat tarzları nedeniyle birbirinden kopuyor, uzaklaşıyor.
Tek adamlık peşindeki Tayyip Erdoğan, demokrasi ve hukuktan koşar adım uzaklaşırken, Türkiye’yi de bir tuzağın içine çekiyor.
Tayyip Erdoğan’a karşı elbette demokrasi ve hukuk mücadelesi verelim, veriyoruz da, ama onun kutuplaştırma, cepheleştirme tuzağına düşmekten özenle sakınalım.
Twitter: @HSNCML