02 Mayıs 2013

ERDOĞAN, BARIŞ, DEMOKRASİ...

Türkiye barışla birlikte özgürleşmek zorunda. Başka çaresi yok. Türkiye büyüdükçe özgürleşecek, özgürleştikçe büyüyecektir.

Hayatın gerçekleri Türkiye’yi barış ve demokrasiye doğru çekiyor. Kürt sorununu barışçı çözüm rayına oturtamayan bir Türkiye’de ne barış, ne demokrasi, ne de refah olur. Dağlarda silahların susmadığı bir Türkiye, ne aş ve iş sorununu doğru dürüst çözebilir, ne hukuk devleti çıtasını yukarı çekebilir, ne Müslüman dünyaya örnek olabilir, bölgesel bir güç haline gelebilir. Hiçbiri olmaz.

Hayatın gerçekleri Türkiye’nin kafasına en nihayet dank etmiş durumda. Hayatın bu gerçekleridir ki, Tayyip Erdoğan’ı barış yoluna çekmiştir. Türkiye barışla birlikte özgürleşmek zorunda. Başka çaresi yok. Türkiye büyüdükçe özgürleşecek, özgürleştikçe büyüyecektir.

\  

Demokrasi olmadan barış olur mu?..

Barış olmadan demokrasi olur mu?..

Güncel ve sıcak tartışma konularımızdan biri de bu. Doğrusu biraz tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan sorusunu da çağrıştırıyor.

Ama şu rahatça söylenebilir:

Demokrasiyle barış arasında Çin Seddi yok! İkisi iç içe süreçler. Biri olmadan diğeri olmaz. Birbirini besleyen, birbirine muhtaç süreçler...

Evet, barış ancak demokrasiyle mümkün olur. Hukukun üstünlüğü olmadan, hukuk devleti olmadan barıştan söz edilemez.

İçi, özgürlük ve insan hakları ile dolu olmayan barış, barış değildir. Gerçek ve kalıcı barışın yolu elbette demokrasiden geçer.

Ama tersi de geçerlidir.

Silahlı çatışmaların damgasını vurduğu, şiddet ve terör eylemlerinin kol gezdiği, yani barışın esamesinin okunmadığı bir devlet ve toplum düzeninde demokrasiden, hukuktan söz edilebilir mi?

 

Kürtler, Aleviler, Müslümanlar...

 

Ya da şöyle bir soru:

Kimlik ve inançların, hayat tarzlarının devlet tarafından kulak arkası edildiği veya bastırıldığı bir toplumda, silahlar patlamıyor olsa bile, gerçek barış ve huzurdan söz edilebilir mi?

Türkiye bu süreçleri yaşadı.

Yaşamaya da devam ediyor.

Kürtlerin, Alevilerin, Müslümanların - ya da solcuların - kimlik ve hayat tarzları ağır baskı altındayken, bu ülke çatışmasız ve silahsız dönemlerden de geçti.

Sormak lazım:

Bu dönemler için “Barış içinde yaşıyorduk!” denebilir miydi?

Sanmıyorum.

İnsanların kimlik ve inançlarının hiçe sayıldığı bir düzen hem demokrasiden, hem de gerçek barıştan uzaktır.

 

PKK’nın sahneye çıkışı...

 

Yakın geçmişe bakalım.

PKK sahneye 1980’lerde çıktı. Kürt sorununun bir sonucu olarak, inkar edilen Kürt kimliğinin bir ürünü olarak sahnede yerini aldı. Ve Türkiye bugünlere kadar kanlı bir kısır döngünün içinde kıvrandı durdu.

Bu kısır döngü, Türkiye’yi yıllar yılı hem barıştan, hem demokrasi ve hukuk devletinden gitgide uzaklaştırdı, hem de refah çıtasının yükselmesini engelledi.

Kısacası:

Türkiye uzun yıllar ne yazık ki barışa da kavuşamadı, bu nedenle demokrasiye de, refaha da erişemedi.

Kürt sorunundaki çözümsüzlük ve PKK’nın silahlı mücadelesi, hem barışa, hem demokrasiye, hem de kalkınmaya büyük köstek oldu.

 

Hem barış, hem demokratikleşme...

 

Şimdi dağda silahlar susmuş durumda.

Ateşkes ilan edildi.

PKK’nın çekilmesi başlıyor.

Bir yandan barış kapısı aralanırken, öte yandan Kürt meselesinde demokratik siyaset dönemi açılıyor. Barış süreci ile birlikte demokratikleşme adımlarının iç içe yürüyeceği ya da yürümesi gerektiği bir dönemdeyiz.

Başka türlüsü düşünülemez.

Hem barış, hem demokratikleşme...

Bazen biri ilerler, bazen öbürü.

İkisinin arasında Çin Seddi yoktur.

Barış yolunda mesafe alan bir Türkiye’de silahlara veda edilirken, aynı zamanda insan hakları, özgürlükler ve hukuk çıtası yükselir. Silah ve savaşa gömülen kaynaklar, ekonomik büyüme ve kalkınmanın hizmetine verilirken, dışarıdan sermaye ve yatırım akışı hızlanır.

Hayal mi kuruyorum?

Hayır.

Gerçekçi bir bakış açısıdır bu.

Türkiye’de barışla demokratikleşmenin kendiliğinden otomatik olarak yürüyeceğini elbette öne sürmüyorum.

 

Erdoğan’ın demokrasi kırıkları...

 

Başbakan Erdoğan’ın demokrasi sicilindeki kırıkları ve lider olarak yapısına damgasını vuran muhafazakâr-otoriter eğilimleri, Türk tipi başkan babalık heveslerini hiç kuşkusuz biliyorum.

Bu açılardan, son örnek dün 1 Mayıs’ta yaşandı. Tayyip Erdoğan, Taksim Meydanı’nda demokrasi dersinden sınıfta kaldı. Bütün bu nedenlerle, AK Parti iktidarına dönük eleştirel bakış açım son yıllarda daha ağır bastı.

Ama hiçbir şey siyah beyaz değil, akla kara değil.

Barış da, demokrasi de öyle.

Bunlar iç içe süreçler, inişli çıkışlı yol alan, bazen geri, bazen ileri giden ve birbirlerine muhtaç olan, birbirlerini besleyen süreçler...

 

Ve hayatın gerçekleri...

 

Ayrıca hayatın gerçekleri Türkiye’yi barış ve demokrasiye doğru çekiyor ya da itiyor.

Nedir hayatın gerçekleri?

Kürt sorununu barışçı çözüm rayına oturtamayan bir Türkiye’de ne barış, ne demokrasi, ne de refah olur.

Dağlarda silahların susmadığı bir Türkiye, ne aş ve iş sorununu doğru dürüst çözebilir, ne hukuk devleti çıtasını yukarı çekebilir, ne Müslüman dünyaya örnek olabilir, ne de sözü dinlenen bölgesel bir güç haline gelebilir.

Bunların hiçbiri olmaz.

Hayatın bu yalın gerçekleri Türkiye’nin kafasına en nihayet dank etmiş durumda. Hayatın bu gerçekleridir ki, Tayyip Erdoğan’ı da sonunda barış yoluna çekmiştir.

Türkiye barışla birlikte özgürleşmek zorunda. Başka çaresi yok. Türkiye büyüdükçe özgürleşecek, özgürleştikçe büyüyecektir.

Türkiye artık kısır döngüsünü kırıyor hayatın gerçekleri sayesinde...

Zamanın ruhu budur!

Kürt sorununu barışçı çözüm rayına oturtabilen bir Türkiye, zamanın ruhunu yakalayan bir Türkiye demektir.

Türkiye bu raya oturmaya aday.

 

Tayyip Erdoğan takıntısı yerine...

 

Kötü gitmiyor işler.

Her şeyi siyah beyaz görmek yerine, bardağın sadece boş ya da dolu tarafını görmek yerine, daha dengeli, daha ölçülü bakmakta yarar var günümüzdeki gelişmelere...

Erdoğan’ın Kürt sorunu ve PKK konusundaki siyasal kararlılık ve cesaretine dudak kıvırmak yanlıştır, gerçekçi değildir.

İşlerin ateşkese ve çekilmeye gelebilmiş olması, Başbakan ve lider olarak Tayyip Erdoğan’ın artı hanesine düşülmesi gerek bir nottur.   

Muhalefet çevrelerinde dikkati çekmekte olan Tayyip Erdoğan takıntısı yerine, “Ben bu süreci en iyi nasıl yönetirim, Türkiye’de barış ve demokrasiyi en iyi nasıl gerçekleştiririm” sorusunun karşılıkları aranmalıdır.

Farkındayım, söz uzadı.

Son söz:

Barışla demokrasi arasında Çin Seddi yoktur; ikisi birbirine muhtaç, birbirini besleyen iç içe süreçlerdir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hey sen, bana baksana: Yoksa aklında yine savaş mı var?..

Hey sen, bana baksana: Yoksa çöküşünü durdurmak için yine savaş mı yapacaksın?..

CHP'nin önemi

CHP içinde hala kavgayı, didişmeyi tercih edenlerin dikkatine...

Kâbus gerçek oldu, Trump kazandı

Kaybeden, demokrasiyi demokrasi yapan değerler oldu

"
"