Mısır’da eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi idama mahkûm edildi.
Mursi, seçim sandığından yüzde 52 oyla çıkarak cumhurbaşkanı seçilmişti.
Mısır’da şimdi cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan General Sisi tarafından bir askeri darbeyle devrildi.
Sözü uzatmak yersiz.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’in lideri Mursi’nin bir darbeyle devrilmesi de, idama mahkûm edilmesi de, kararın yarın öbür gün infaz edilmesi de kabul edilemez.
Çözüm değildir.
Siyaset meydanında yeni kan davalarının tohumlarını ekmektir.
Mısır’ı barış ve istikrardan daha beter uzaklaştırmak, ülkede demokrasi yolunu kapatmaktır.
Kısacası:
Çare ne darbe, ne de idamdır; sağlıklı çözüm, seçim sandığında demokrasi yolunu açmaktır.
Her idam Türkiye'yi geri götürdü
Mısır’da Mursi’nin darbeyle devrilmesi de, idama mahkûm edilmesi de, kararın infaz edilmesi de kabul edilemez
Bütün meslek hayatını darbeler ve idamlarla geçiren bir gazeteci olarak bu noktayı vurguluyorum
1960’da 27 Mayıs’la başladım.
Sonra 1971’de 12 Mart geldi.
1980’de 12 Eylül.
Bu askeri darbelerle birlikte idam sehpaları kuruldu.
Menderes’ler asıldı.
Deniz Gezmiş’ler asıldı.
Erdal Eren’ler asıldı.
Asker, mıntıka temizliği yaptı.
Peki, sonra ne oldu?
İstikrar ve barış geldi mi?
Hukuk devleti kapıyı çaldı mı?
Demokrasi olduk mu?
Ne gezer?..
Her darbe, her idam Türkiye’yi biraz daha geriye götürdü, karıştırdı.
Siyasete kan davası bulaştırdı.
Bu da Türkiye’yi kutuplaştırdı, cepheleştirdi.
İdamlar, siyaset yasakları Türkiye’ye öylesine kötülük yaptı ki, bu nedenle ‘oyunu kuralına göre oynama’yı bir türlü öğrenemedik.
Siviller demokrasi platformunda buluşamadı
Menderes’ler, Deniz Gezmiş’ler, Erdal Eren’ler asıldı. Asker, mıntıka temizliği yaptı. Peki, istikrar ve barış geldi mi?
Evet, demokrasi ve hukuk devletinin bu memlekette buharlaşmasında, siyasette normalleşmenin gecikmesinde bir numaralı sorumlu, darbelerle idamlardır.
Askerin siyasete karışmasıdır.
Ama tek sorumlu da asker değildir.
Geçen hafta 12 Eylül darbesinin lideri Evren’in ölümüyle ilgili yazımda belirttiğim gibi, bu ülkede ‘asker sorunu aynı zamanda sivil sorunudur.’
Çünkü siviller de, demokrasi oyununun temel kurallarında yıllar yılı anlaşamadılar, ortak bir demokrasi platformunda buluşamadılar.
Darbeler, idamlar hep böyle geldi.
Siyaset meydanında asker gölgesi bu yüzden hiç eksik olmadı.
Yıllar geçti, taşlar yerine oturmadı.
Diyalog, uzlaşma, farklılıklara tolerans ve tahammül gibi temel konuların uzağında kaldık.
Çünkü, seçim sandığından çıkan çoğunluğun her şeyi yapabileceğini demokrasi sandık.
Demokrasinin sadece seçim sandığı olmadığını öğrenemedik ya da öğrenmek işimize gelmedi.
Bugün durum farklı mı?
Hayır değil.
Tayyip Erdoğan da, demokrasiyi sadece seçim sandığından çıkan çoğunluk sanıyor.
Sadece kendi sesinin duyulmasını ifade özgürlüğü sanıyor.
Farklı seslere de, eleştirel seslere de tahammül edemiyor.
Onun için de Erdoğan, ne demokrasi tanıyor, ne de hukuk. Demokratik hak ve özgürlüklerin canına okumaya devam ediyor.
Cemaat yayınlarının susturulması talebi
Cemaat’e ait bütün radyo ve televizyon kanallarının, internet siteleriyle gazetelerin susturulması istendi. Allah akıl versin!
Bu bakımdan son işaret, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan geldi.
Cemaat’e ait bütün radyo ve televizyon kanallarının, internet siteleriyle gazetelerin susturulması istendi.
Demokrasi ve hukuk adına ne varsa ayaklar altına alan bu talep, Paralel Yapı iddialarıyla ilgili soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Savcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu’ndan geldi.
Engelleme için Ulaştırma Bakanlığı’na yapılan başvuruda şu satırlar ilginç:
“Silahlı terör örgütü kuran, yöneten, anayasal düzeni zorla ihlal etmeye teşebbüste bulunan, hükümeti yıkmaya teşebbüs eden örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen’in örgüte yönelik genel çağrı ve talimatlarının örgütün elindeki basın yayın organları üzerinden verildiği…”
Allah akıl versin!
Genelkurmay Başkanı Başbuğ’u terörist diye yargılayan kafa ne kadar hukuktan uzak idiyse, şimdi Fethullah Gülen’i ‘silahlı terör örgütü kurmak’tan yargılamaya hazırlanan kafa da hukuktan o kadar uzaktır.
İnandırıcı değildir.
Her iki kafa da, demokrasi ve hukuk devletine tamamen aykırı bir zihniyetin ürünüdür.
Kefen edebiyatı...
Tayyip Erdoğan yüzde 52 oyla sandıktan çıktığı için her şeyi yapabileceğini sanıyor.
Evet, seçim sandığı olmadan demokrasi olmaz.
Ama seçim sandığı her şey değildir.
Hukuka saygılı olmadan da, özgürlük ve farklılıklara saygılı olmadan da demokrasi olmaz.
Mısır’daki Sisi darbesi ve Mursi hakkındaki idam kararı, evet, Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi ‘seçim sandığına bir darbe’dir.
Çare ve çözüm, hiç kuşkusuz darbe de değildir, idam da.
Düğüm, bir yandan özgür seçimlerle, diğer yandan demokratik hak ve özgürlüklere saygıyla çözülür.
Darbe ve idamlara demokrasi ve hukuk adına haklı olarak karşı çıkarken, en başta sivilleri ilgilendiren bu noktaları da hiç unutmayalım.
Ya da kefen edebiyatı ile gözardı etmeye kalkışmayalım.