Erdoğan'ın Türkiye'yi getirdiği yere bakıyorum.
Özellikle dış politikaya...
Türkiye hiç bu kadar yalnızlaşmamıştı.
Türkiye hiç bu kadar dost kaybetmemişti.
Türkiye hiç bu kadar düşman biriktirmemişti dış politikada...
Rahmetli Turgut Özal'ı düşünüyorum.
Ne kadar çok eleştirmiştim kendisini...
Özal Hikayesi isimli bir kitabım 1989'da yayınlanınca,
bana epeyce kızmış, ilişkilerimizi askıya almıştı.
Şimdi Özal'ı Erdoğan'la mukayese ettiğimde,
daha önce de yazmıştım, kendisine bazı açılardan
ne kadar haksızlık ettiğim aklıma takılıyor.
1983 yılı sonunda Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz
Dışişleri'ne verdiği ilk talimat şu olmuştu:
Bana on yıllık bir barış sağlayın!
Çevreyle kavga etmeyelim.
Ekonomiyi güçlendirmek için
buna ihtiyacımız var.
Özal özellikle Amerika'yla hiçbir sorun istememişti.
Amerika'ya ilişkin bakış açısı kendi sözcükleriyle şöyleydi:
Amerika'nın eli kolu uzundur.
Bizi her taraftan rahatsız edebilir.
Bir sohbette şöyle devam etmişti:
Dış politika heyecanlarla yapılmaz.
Heyecanlarla memleket idare edilemez.
Soğukkanlı olmak zorundayız.
Yani hesabını kitabını yapacağız,
artısını eksisini koyacağız,
ondan sonra karar vereceğiz. (*)
Bu sözler, tek adamlık eğilimleri fazlasıyla güçlü bir siyasetçi,
bir devlet adamı olan Başbakan Özal'a aitti.
Dış politikayı komşularla, dostlarla sıfır sorun
çerçevesine oturturken, "hariciye"yi de, "askeriye"yi de
dışlamamıştı dış politika yaparken...
Beyin takımları kurarak Türk diplomasisinin
tecrübe ve bilgi birikiminden yararlanmasını bilmişti.
Bir başka deyişle:
Devlet geleneği nedir, yerli yerine oturtmuştu Özal...
Bir de bugüne bakın.
1980'lerden bugüne bir çizgi çekin.
Erdoğan çoktan beri Türkiye'nin "diplomasi birikimi"ne sırtını döndü.
Erdoğan'da yer etmiş hariciyeci ya da monşer kompleksi, Türkiye'nin dış politika çıkmazını derinleştirdi.
Ve Saray'da oluşturmaya çalıştığı Dış Politika ve Güvenlik Kurulu'yla Türkiye'nin dış politika rotasını her geçen gün şaşırttı Erdoğan...
Bugün Türkiye herkesle kavgalı.
Amerika'yla kavgalı.
O kadar kavgalı ki, Trump Amerika'sı
otuz küsur yıldır Amerika'nın Güney Kıbrıs'a uyguladığı
silah ambargosunu geçen gün kaldırdı.
Avrupa Birliği'yle kavgalı.
Fransa'sı, Almanya'sı hep birlikte Türkiye'ye karşı Yunanistan'ın arkasında dikilmiş durumdalar.
NATO'yla kavgalı.
Rusya'dan satın alınan S-400'ler Putin'in değirmenine su taşırken, Türkiye'nin yalnız Amerika'yla değil NATO'yla da arasını açtı.
Arap alemiyle kavgalı.
Suudi Arabistan'ı, Körfez ülkeleri, Mısır'ı, hepsi İsrail'le kol kola girerken, Türkiye'ye cephe almış durumdalar.
İsrail'le de kavgalı.
Suriye ve Libya'da da hızla yalnızlaşıyor Erdoğan Türkiye'si...
Rusya Dışişleri Bakanı Bakanı Lavrov Moskova'da PKK-YPG heyetini kabul ederek Erdoğan'ın en istemediği fotoğrafı verdi bu yakınlarda...
Ve bu kadar yalnızlaşmış, bu kadar düşman kazanmış bir Türkiye bugün hala yedi düvele meydan okumaya, Zaloğlu Rüstem gibi önüne gelene pala sallamaya devam ediyor.
Evet, akıl alır gibi değil.
Bu böyle gitmez, gidemez.
En başta, Türkiye'nin çoktan beri dökülmekte olan, -Koronavirüs nedeniyle de- büyük bir kriz yaşayan ekonomisi böylesine milliyetçi, savaşçı bir çılgınlığı taşıyamaz.
Yazın bir kenara:
Erdoğan'ı da böyle bir Türkiye uzun süre sırtında taşıyamaz.
* Hasan Cemal, Özal Hikayesi, Everest Yayınları, sayfa 240.