Yenipazar Kapalı Cezaevi, AYDIN
Sevan Nişanyan’ı ilk defa nerede, nasıl, hangi tarihte tanıdığımı şimdi hatırlamıyorum.
Kalın çerçeveli yuvarlak gözlüklerinin arkasından insanı delecekmiş gibi bakan, hatta yuvalarında fır fır dönerken biraz da deli bakan gözlerini tabii hiç unutmadım.
Tanıştığımda, ilk sohbetlerimde, ulan amma da ters adam, sanıyorum, sevgili Sevan’dan edindiğim ilk izlenimdi.
Aykırıydı.
Muhalifti.
Neredeyse resmi olan her şeye itirazı vardı.
Ben Türkiye’nin tarihine, cumhuriyetine, devletine, askerine, Kemalizmine, laikliğine, siyasetine dair resmi çizgileri zorlamaya başlarken, öyle sanıyorum ki, Sevan bu çizgileri çoktan paramparça etmişti.
Klasik deyişle:
Galiba ben giderken o geliyordu!
Fazlasıyla yürekliydi.
Şöyle de söylenebilir:
Tabu gördü mü, kırmızı görmüş boğa gibi saldırırdı.
Sevan Nişanyan demek, bağımsız ve eleştirel düşünmekti.
‘Devlet klişeleri’ni sorgulamaktı.
Beynini resmi sloganların emrine vermekten kaçınmaktı.
Sözlü ve yazılı her şeyine damgasını Sevan’ın bu bağımsız ruhu vurmuştu.
Çok zordur, hem de çok zor, Türkiye gibi demokrasi kültüründen yoksun ülkelerde Sevan Nişanyan gibi muhalif olmak, insanların tepesinde heyula gibi yükselen ceberut milliyetçi devletin dayatmalarına kafa tutmak...
Bütün dünyada -ya da Batı’da- bunu yapabilenler sayesindedir ki, tüm farklılıklara saygılı demokratik devlet ve toplum düzenleri, kurulma rayına oturabilmiştir.
Bu topraklarda da bu ray günün birinde tam olarak döşenebilirse, sevgili Sevan da bunun öncülerinden biri olacak.
Ve not etmekte yarar var:
Bugüne kadar Sevan Nişanyan’ın başına ne geldiyse, bunun arka planında -Ermeni olmasının yanı sıra- bütün bunlar vardır.
Nilüfer Göle ve Asaf Savaş’la cezaevinde
Sevan Nişanyan demek, beynini resmi sloganların emrine vermekten kaçınmaktı
Gardiyan kapıyı açtı.
Sevan karşımızda.
Gözleri, bakışları elbette değişmiş değil.
Yüz ifadesine bakıyorum.
Nilüfer Göle’yi, Asaf Savaş’ı ve beni görmekten mutlu olduğunu ele veriyor yüz çizgileri...
Camdan bir bölme bizi ondan ayırıyor.
Amerikan filmlerindeki gibi...
Üçümüz daracık bölmeye sığmaya çalışırken, öbür tarafta Sevan telefonu eline alıyor.
Bizim tarafta ise biraz şaşkınlık var.
Telefonu önce hangimizin alacağına dair kısa bir duraksama sonrası, önce bir hayli tutuk olan sohbetimizi Nilüfer başlatıyor.
İçimde bir burukluk, hüzün kıpırdanıyor.
Değer verdiğin bir arkadaşın, bir buçuk yıldır demir parmaklık arkasında...
Özgürlüğü elinde alınmış...
O elinde telefon ahizesi konuşuyor.
21 Nisan’da, cezasının beşte biri tamamlanınca, açık cezaevine transfer umudu doğmuş...
Ama tam o sırada, o günlerde 5,5 yıllık bir hapis cezası daha yiyince, açık cezaevine transfer yatmış...
Sürekli çalıştığını, okuduğunu söylüyor, kendisine kitap yetişmediğinden yakınıyor.
Son olarak, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan dört bin sayfalık Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ni okumuş...
Dil çalışmalarını devam ettiriyor.
Türkçedeki her kelimenin ilk kullanıldığı metinleri bulup çıkarıyor. Bugüne kadar 18 bin Türkçe sözcüğün ilk metinlerini bulmuş...
Sürekli metin tarıyor.
14. yüzyılın yemek tarif kitapları...
11. yüzyıldan kalma şifalı otlarla ilgili kitaplar...
Hepsini tarıyor, iğneyle kuyu kazarcasına...
Ya da kendi deyişiyle deli pösteki sayar gibi bir çalışma...
Sevan’ı özgürlüğüne kavuşturacak iki nokta
Sevan sürekli çalıştığını söylüyor, kendisine kitap yetişmediğinden yakınıyor
Mesai saatleri içinde, cezaevi kütüphanesindeki bilgisayarda çalışabiliyor.
Bundan memnun.
Ama bu çalışma saatleri biraz daha uzayabilse, anlaşılan, daha da mutlu olacak.
Her sabah günlük gazetelerin geldiğini, televizyon seyrettiklerini ekliyor sözlerine...
Bakıyorum gayet dinç, sağlıklı...
Spor yaptığını söylüyor.
Beni kilolu gördüğü için bana da tavsiye ediyor sporu...
Cezaevi koşullarının başlangıçtakine göre çok daha iyileştiğini belirtmekle birlikte, daha ne kadar düzelse o kadar mutlu olacağını sözlerine ekliyor.
Özel hayatıyla ilgili renkli ayrıntılar da vermiyor değil, Nilüfer Göle’nin sorularıyla...
Gülüşüyoruz.
Hapishaneden çocuklarına -iki eşinden beş çocuk- sahip çıkamamanın üzüntüsünü bizlerle paylaşıyor.
Bir ara güncel siyaset konuşuyoruz.
7 Haziran’ı soruyorum.
Tek sözcükle yanıtlıyor:
“Harika!”
Devam etmiyoruz siyasete...
Demir parmaklık arkasından nasıl kurtulabileceğine dair sesli düşünüyoruz. Bu konuda da iki kelimelik yanıtı var:
“Siyasi irade...”
Bunun için de iki noktayı vurguluyor:
1. SİT alanlarına ilişkin yasal düzenleme...
2. Kültür Bakanlığı eliyle idari düzenleme...
Sevan Nişanyan’ı özgürlüğüne kavuşturacak bu iki noktayı, eğer kurulabilirse tabii, yeni hükümetin dikkatine sunmak istiyorum.
Sevan’ın yaşadıklarının ortaya çıkardığı Türkiye portresi
Adı Şirince olan bir köyü al, taşlarıyla tek tek uğraş, israf abidelerinden uzak dur, sonra da hapsi boyla!
Gardiyan kapıyı açıyor:
“Son beş dakika!”
İncecik bir sızı kımıldıyor içimde...
Adı Şirince olan eski bir köyü al...
O eski evlerin taşlarıyla tek tek uğraşarak huzur verici bir atmosfer yarat...
Rantiyeciliğin korkunç talanından, görgüsüzlük ve israf abidelerinden uzak dur...
Her şeyi aslına uygun olarak, köyün dokusunu bozmadan yap...
Sonra da, örnek alınması gereken işlerden dolayı hapsi boyla...
Canını sıkma Sevan!
Nasıl olsa yine özgürlüğüne kavuşacaksın, yaşama sevincini hepimizle paylaşarak yaşamaya devam edeceksin.
İyi pazarlar sevgili kardeşim.