Kemalizm…
Kemalizm neydi?
“Türkiye’de Kürt sorunu yok, bölücülük var, bunun arkasında da İsrail, İngiliz parmakları var.”
Kürt sorununda, Kemalist rejimin öne sürdüğü ne kadar argüman varsa, Gezi karşısında ortaya çıktı.
Bu, bana açıkçası eski Türkiye tablosunu hatırlatıyor.
Eski Türkiye…
Eskiden şalvarlı aşağılanırdı, şimdi Fransızca bilen mi aşağılanacak?
Evet, eski Türkiye bazı açılardan bitti.
Başörtüsü yasağı, Kürtçe yasağı bitti ama bazı bakımlardan devam ediyor.
Biz 90 sene boyunca Kemalizmle çatışan herkes gaflet, delalet ve hıyanet içinde diye dinlemiştik. Daha yakın zamanlarda AK Parti Siyonizmin maşası idi.
Şimdi Başbakan ve çevresi aynı söylemi tersine çevirip, AK Parti’yle çelişenler, “Karanlık kötü niyetli oyunların parçası” diyor.
Bu söylemden otoriterlik çıkar.
Alevilik…
AK Parti Kemalizmin ötekileştirdiği kimlikleri özgürleştirirken, kendi ideolojisi nedeniyle de bazı kimlikleri ötekileştirmeye başladı.
Tipik örneği Aleviliktir bunun.
İçkili hayat, laik modern dünya görüşü deyince de kendi kısıtlarıyla karşılaşıyor AK Parti.
Erdoğan sadece kendini rahatsız etmeyen özgürlükleri kabul eden ve genişleten bir lider olma tehlikesinde.
Erdoğan’ın kendi dünya görüşünde yeri olmayan alanlarda reformlar yapması lazım.
Cemevlerini ibadethane olarak kabul etmek bunlardan biri.
İçki içen, mini etekli, dövmeli insanların var olma ve görünebilirlik haklarını, eşit vatandaş olduklarını, devlette iş bulmada bir dezavantaj yaşamayacaklarını AK Parti’nin ortaya koyması gerekli.
Alevi-Sünni gerilimi…
AK Parti bu ayrıştırıcı politikalarına devam ederse ne olur?
Türkiye çok daha fazla kutuplaşır.
Bu kutuplaşma; sokak çatışmaları, çalkantılar, Allah korusun, Alevi-Sünni gerilimi çıkarır.
En son ekonomiyi de vurur, insanlar mutsuzlaşır, hatırlamak istemediğimiz 90’ların manzaraları ile karşılaşırız.
YÖK, üniversite…
Atatürk gençliğinden sonra şimdi de “Erdoğan hata yapıyor” diyenlere hain diye bakan, toleranssız bir AK Gençlik yetişiyor
YÖK’ün kontrolünün AK Parti’ye geçmesiyle YÖK’le ilgili şikâyetler bitti.
Dahası, YÖK yeni kanuna göre bırakın rektörü, mütevelli heyetlerini bile atayacak.
Bu akıl almaz bir şey.
Bu otoriter demokrasi.
Hatta totaliter demokrasiye doğru gidiyor!
Seçilen kişinin, toplumun tüm kılcal damarlarına hakim olması gerektiği gibi, hiçbir demokratik ülkede karşılığı olmayan çok tuhaf bir anlayış ortaya çıkıyor.
Atatürkçü, Erdoğancı…
Demokraside seçilen kişi ülkeyi yönetir, fakat sınırlıdır gücü.
Sivil topluma hükmedemez, üniversiteleri kontrol edemez, medyaya dokunamaz.
Üniversitede yükselmenin en garantili yolu koyu bir Erdoğancı olmak olur.
Eskiden, üniversitede yükselmenin en kolay yolu, iyi bir Atatürkçü olmaktı.
Anıtkabir’e giderdiniz, “laiklikten ödün verilmez” diye Aslanlı Yol’da yürürdünüz, mis gibi rektör olurdunuz. Yayın yapmanız hiç önemli olmazdı.
Şimdi liyakat, facebook sayfanıza “Seni seviyorum Uzun Adam” diye bir şey koymak haline geliyor.
Takunyalı, monşer…
Erdoğan’ın monşer sözünü ilk kullandığında da yanlış bulmuştum, İhsanoğlu için kullandığında da yanlış buldum.
Eskiden takunyalı kavramı kullanılırdı insanları aşağılamak için.
Şimdi monşer kavramı kullanılıyor.
Eskiden, muhafazakâr dünyanın sembolleri alay sebebiydi, şimdiyse seküler, elit dünyanın sembolleri:
Nişantaşılı…
Beyaz Türk…
“Bunlar Bodrum’a giderler...”
Hatta Batı’da okumuş, iyi eğitim görmüş olmak da aşağılanma sebebi...
Eskiden şalvarlı, poturlu aşağılanırdı, şimdi Fransızca bilen mi aşağılanacak? Kimsenin aşağılanmadığını bir toplum olamıyor muyuz?
Atatürksel model…
Erdoğan, kendi dünya görüşünde yeri olmayan alanlarda reformlar yapmalı
Aslında AK Parti’de Kemalist anlatı bir süredir vardı. Son dönemde Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyasına Samsun ve Erzurum’la başlaması, ‘ikinci milli mücadele’den bahsetmesi var.
Bir de başkanlık sistemini savunurken bir Atatürksel model görülüyor.
Nasıl Atatürk vardı?
Altında başvekiller vardı, onları değiştirirdi duruma göre. İsmet Paşa gider, Celal Bayar gelirdi... Biraz böyle bir model öykünmesi ya da arayışı var gibi.
Ben AK Parti Kemalizme döndü derken, ideolojik içeriğine, katı laikliğe geri döndü demiyorum.
Siyaset etme biçimi, dili ve kurmak istediği siyasi sistem anlamında söylüyorum.
Sporcunun dövmesiz olanı…
Eğer Kemalizm, şaşmaz bir lider, asırlardır beklenen kurtarıcıysa ve bu liderin milletin her şeyine, yemesine içmesine de karışması, her şeye dair, “mesela Türk şoförü böyle olmalıdır” diye bir ilke sunmasıysa...
“Türk sporcusu dövmesiz olmalı” demesiyse… Kemalizm buysa, kusura bakmasınlar, bunu andıran bir söylem var ortada…
Kemalistlere göre Türk ulusu çağdaş olmalıydı, çağdaşlık da tayyör giymek, kravat takmak, camiye fazla değil bayramlarda gitmekti.
Ulus buydu, Atatürk böyle tanımlamıştı.
Bunu anlamayan, dış güçlere bağlıydı.
Şimdi de Erdoğan’da monolitik bir millet tanımı ortaya çıkıyor.
Bazen “Bütün yaşam biçimlerini koruyacağız” diyor. Bazen de diyorlar ki, “Milletimizin değerlerine aykırı.” “Milletimizin değerleri” dedikleri muhafazakâr değerler…
Bu problemli bir durum.
AK Gençlik…
“Fikri hür, vicdanı hür” güzel laf ama bir de Atatürk gençliği olması gerekiyor.
O kadar hür olmuyor demek ki!
Şimdi de bir AK Gençlik var...
Erdoğan’ın şahsıyla çok özdeşleşmiş, Erdoğan’a çok hayran olan, onun herhangi bir konuda hata yapmasını tahayyül edemeyecek, “Erdoğan hata yapıyor” diyenlere hain diye bakan, toleranssız bir gençlik yetişiyor.
Genci, yaşlısı, her vatandaş önemlidir.
Çocuğu ve gençleri formatlama, onlara biçim verme sevdası iyi bir alamet değildir.
Milli Görüş’ü dayatmak…
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı adaylık konuşmasında bir ‘dava’dan bahsetti. Dava Türkiye’nin büyümesi, demokratikleşmesiyse amenna…
Fakat eğer Türkiye’nin, Erdoğan’ın temsil ettiği Mili Görüş’e göre bir formata girmesiyse bu başka bir şey.
Ben onu paylaşmıyorum.
Hakikaten de son yıllarda, bu dava kavramı Milli Görüş’e referanslarla savunuluyor ve bu Milli Görüş geleneğinde otoriter bir damar var.
Nasıl bir damar bu?
Muhafazakâr değerleri sadece özgür kılmak değil, aynı zamanda empoze etmeye yönelik bir damar.
Ben aslında Başbakan’ın zihnindeki çoğu değeri paylaşıyorum fakat bunların dayatılmasından endişe ediyorum.
Bana göre dini değerler, manevi değerler, muhafazakâr değerler kutsaldır. Fakat bunları devlet eliyle asla dayatmamak gerekir.
Liderin yanılmazlığı…
Erdoğan’ın davası Türkiye’nin Mili Görüş’e göre bir formata girmesi mi?
Milli Görüş’teki otoriter damar…
Bu, biraz İslam’la ilgili bir şey. Biraz da davayı yürüten kutsal liderin yanılmazlığı ve o lidere itaat fikriyle ilgili bir şey.
Milli Görüş’te Erbakan Hoca müminlerin emiriydi, resmi olarak değildi ama öyle anılırdı. Erbakan’a itaat iyi bir Müslüman olmanın gereği gibiydi.
Şimdi de çok açık şekilde söylenmese de, Erdoğan’ın destekçisi olmak sanki iyi Müslüman olmanın, bu milleti sevmenin zaruri gereği.
Yoksa kötü bir yerlere, küresel güçlere, Siyonistlere hizmet ediyorsunuz demektir. Bu dili ben AK Parti’yi destekleyen medyada, Twitter’daki hesaplarda görüyorum.
* * *
Yukarıdaki satırlar benim değil, değerli bir yazarın, Mustafa Akyol’un. Bu yakınlarda Star gazetesindeki köşesi, Erdoğan’a fazla eleştirel olmaya başladığı için kapatıldı.
Taraf gazetesinde Tuğba Tekerek’le geçen pazartesi günü yaptığı konuşmasında Mustafa Akyol, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimiyle hızlandırdığı tek adamlık yolculuğunun duraklarını çok iyi anlatıyor.
Erdoğan’ın ‘vizyon belgesi’ni eleştirel bir gözle yerli yerine oturtmak isteyenlerin konuşmanın tam metnini okumalarında yarar var.