Altı yaşında büyüklerle mahalle arsasında futbol oynarken, sağ bacağım iki yerden kırılmıştı.
On iki yaşında bu kez ortaokulun bahçesinde top koştururken sağ kolumu kırmıştım.
Alçıdan çıkar çıkmaz yine futbol oynamaya kalkışınca, kolum aynı yerden ikinci kez kırılmıştı.
Küçükken bir futbol tutkunuydum.
Ve damardan Galatasaraylı...
Bugün de öyleyim.
Cimbom deyince akan sular durur.
14-15 yaşlarında Galatasaray genç takımının sezon öncesi antrenmanlarına katılırdım.
Rahmetli Doğan Abi (Koloğlu) bende futboldan bir şeyler olduğunu söylerdi.
Benim ailem de sarı kırmızı renklere gönül bağlamıştı.
Hiç Fenerbahçeli yoktu aramızda...
Doğan Abi’nin futbolcu olabileceğime dair sözlerine kulak verdiğim günlerden bir gün babama çok kızmış, sesimi yükseltmiştim:
“Görürsün, ben de Fenerbahçe’de oynarım futbolumu...”
Babam duraksamamıştı:
“Ben de seni derhal evlatlıktan reddederim.”
Babamla formika radyonun başında...
Cimbom deyince akan sular durur. 14-15 yaşlarında Galatasaray genç takımının sezon öncesi antrenmanlarına katılırdım
Sevgili babam Ahmet Cemal küçükken elimden tutar, beni futbol maçlarına götürürdü.
Çocukluğumun o mutlu günlerini hatırlıyorum.
Babamla evimizdeki Philips marka formika radyonun başına çöker, cızırtılar arasında önemli maçları can kulağıyla dinlerdik.
On yaşındaydım.
1954 Dünya Kupası.
Almanya’yla Macaristan arasındaki final maçını yine babamla radyo başında dinlemiştik.
Almanya’yı tutuyorduk.
Herkesin favorisi Macaristan’dı.
İlk devreyi Macaristan 2-0 önde bitirince umutlarımız tükenir gibi olmuştu.
Ama ikinci yarıda Alman panzerleri o olağanüstü oyun disiplinleriyle çoştu.
Efsanevi sağaçık Rahn, son dakikalarda, tam maç 2-2 uzatmaya kalıyor derken, şahane bir golle Almanya’ya Dünya Kupası’nı getirmişti.
Yine İsviçre’deydi.
Tam 54 yıl sonra...
Bu kez Arda Turan’ın İsviçre’ye karşı attığı o harika son dakika golüyle havalara uçmuştuk..
O golünü unutamam
Hiç unutamam Arda’nın o harika golünü.
2008 Avrupa Futbol Şampiyonası.
Güzel bir maç yakalamak için İsviçre’yle Avusturya arasında mekik dokuyan benim gibi ‘futbol dilencileri’ne, o turnuvada en büyük heyecanları Fatih Hoca’nın aslanları yaşatacaktı.
İsviçre maçı hayati bir dönemeçti.
Yenersek tur atlayacaktık.
Maçın bir de hissi tarafı vardı.
İsviçre, 2006 Dünya Kupası’nda yolumuzu tıkamıştı.
Maç günü yaklaştıkça, futbol milliyetçisi duygularım kabardıkça kabarıyordu. Milliyet’teki yazılarımda attığım slogan da tutmuştu:
Finale finale, Viyana’nın fethine!
Hatta bu sloganım bazı dostlardan tepki bile çekmişti. Murat Belge, Orhan Pamuk, Yıldırım Türker’den “Futbol milliyetçiliği değil, düpedüz milliyetçilik” diye uyarı mesajları ulaşmıştı bana...
2008 yılı Haziran ayındaki o geceyi hiç unutmam.
Basel’in St. Jakob Park stadı.
Yağmur felaket, şakır şakır.
İsviçre fena bastırıyor.
İkinci yarı ilerliyor, hâlâ 1-0 mağlup durumdayız. İsviçre sürekli gol kaçırıyor. Semih Şentürk oyuna girer girmez, güzel bir kafa golüyle beraberliği getiriyor.
Evet ama bu yetmez!
Yola devam için mutlaka bir gol daha lazım, tek yol kazanmak!
Hepimizi ipten kurtardı
Hiç unutamam Arda’nın o golünü. Maçın sonuna saniyeler kala İsviçre’ye attığı golle Fatih Hoca’yla birlikte takımını, hepimizi ipten kurtardı
Kâbus gibi 90 dakika berabere bitiyor.
Uzatmalar...
Aman Allahım!
Bize bir gol daha lazım.
Yoksa, İsviçre 2006 Dünya Kupası’ndan sonra bizi bir kez daha turnuva dışına itecek...
90+3...
Kaldı 1 dakika.
Allahım bir gol!
Turnuvanın yükselen yıldızı Arda Turan soldan yılan gibi kıvrılıyor.
Rakibinin üstüne üstüne, koca kafasını sallaya sallaya, yampiri yampiri, “Bak ben seni şimdi geçeceğim” diye ilerliyor.
Ve çalımı atıp geçiyor.
Kaleye şöyle bir bakıyor. Anında yaradana sığınıp öyle bir patlatıyor ki…
Fatih Hoca’yla birlikte takımını, hepimizi ipten kurtarıyor.
Ve Arda’nın son dakika değil, son saniye golüyle spor tribünündeki masamdan öylesine bir sevinçle sıçrıyorum ki…
Benimle birlikte havalanan bilgisayarımı berhava olmaktan, sağolsun, yanımda oturan ve maç boyunca bizim milli takım hakkında hiç bitmeyen sorularıyla kafamı ütüleyen İskoç meslektaşım güç bela kurtarıyor.
Belki daha önemlisi:
Soldan yılan gibi kıvrılarak ortaya doğru kayan Arda Turan’ın, yampiri yampiri gelerek attığı ve rakibini göstere göstere geçtiği o klasik çalımıyla birlikte sağ ayağıyla patlattığı müthiş şutun kaleye girişiyle Fatih Hoca da -gazeteci milletinin de elinden- kurtulmuş oluyor.
Evet, aynen öyle.
Yoksa, az daha kariyerine büyük saygı duyduğum Fatih Hoca’yı hep birlikte ipe gönderecektik.
Fatih Hoca’yı az daha ipe gönderiyordum!
İçinde futbol kalmış olanlar…
Evet, seni kıskandım Arda. Bir futbol tutkunu ve damardan bir Galatasaraylı olarak seni kutluyorum. Yolun açık olsun oğlum
Arda Turan’ın İsviçre’ye o golüyle spor tribününde bizlere yaşattığı duygu fırtınası bugün bile içimi ürpertir.
Böyledir.
Ancak futbolu derinden sevenler…
Ancak futbolu güzel oyun olarak hayat tarzlarının bir parçası hâline getirenler…
Bir de ancak benim gibi içinde futbol kalmış olanlar hissedebilir, bazen insanı nefessiz bile bırakan bu heyecan atmosferini…
İçinde futbol kalmış olanlar dedim…
Yani futbolcu olmak isteyip de, benim gibi olamayanlar…
İzin verin, onlar için de bir parantez açmak istiyorum.
Arda Turan İsviçre’ye o golü atarken, o golü sanki sen de atarsın.
Golle kendini özdeş kılarsın.
Hatta bazen rüyana da girebilir.
Muhteşem bir voleyle gelen son dakika golüyle takımını şampiyon yapmışsın…
Ya da Fenerbahçe’yi Saracoğlu’nda devirmişsin…
Kupayı ellerinin üstünde kaldırmışsın…
İşte, içinde futbol kalmış, futbolcu olamamış bir futbol tutkunu böylesine düşler de görür, hayaller de kurabilir.
Yolun açık olsun oğlum
Uzun lafın kısası:
Arda Turan’ı neden kıskandığımı anlatmaya çalışıyorum.
Dünkü Cumhuriyet’te Arif Kızılyalın’ın kaleminden Arda’nın hayat hikâyesini okurken biraz duygulandım.
Babası Adnan Turan’la annesi Yüksel Hanım’ın kendi sıcak yuvalarında Arda’yı nasıl yetiştirdikleri, nasıl futbol için yüreklendirdikleri…
Arda’nın saha kenarında ‘top toplayacılık’tan nasıl adım adım Galatasaray’a doğru yükseldiği…
Ve nihayet, Barça’ya giden yolu İspanya’da Atletico Madrid’de açması…
Dipten gelen, kopara kopara erişilen gerçek bir ‘başarı öyküsü’dür bu...
Bu büyük başarının -ve şöhretin- Arda Turan’ın başını döndürmeyeceğine ve futboldaki yükselişini durdurmayacağına inanıyorum.
Evet, seni kıskandım Arda.
Bir futbol tutkunu ve damardan bir Galatasaraylı olarak seni candan kutluyorum.
Yolun açık olsun oğlum.
Daha yapacak çok şeyin var.