Özlemişim.
Abdullah Gül’ü dinlerken fark ettim.
Güleryüz...
Yumuşak, itici olmayan bir üslup...
Ilımlı bir söylem...
Demokrasiye vurgu...
Hukukun evrensel ilkelerine selam...
Avrupa Birliği’ne önem...
Bunları unutmuş gibiydik.
Evet, öyle.
Abdullah Gül’ü geçen akşam NTV’de izlerken, kaç zamandır böyle bir tarzdan epeydir ne kadar uzak kaldığımızı düşündüm.
Sayın Gül farklıydı.
Her Allah’ın günü televizyon ekranlarında karşımıza çıkan yüz hatları gergin, burun delikleri titreyen, suratları takallüs etmiş o devlet büyükleri gibi değildi.
Gül’ün bu havası bende geleceğe dönük bir umut ışığı yaktı.
Diplomatik deyişle:
İhtiyatlı bir iyimserlik uyandı içimde.
Abdullah Gül bir açıdan eskisi gibiydi.
Yine ıkına sıkına konuştu.
Gırtlağın dokuz boğum değil, daha fazla olduğunu gösterircesine konuştu.
Neredeyse her cümlesinin sonunda yer alan kritik sözcükleri her zamanki gibi yuta yuta konuştu.
Bilmem, Hayrünnisa Hanım memnun kaldı mı ama şunun altını çizebilirim:
Sayın Gül kendisinden beklenen mesajlar neyse, onları açık sayılabilecek bir dille verdi.
Gül’ün söyledikleri ve söylemedikleri
Gül bir açıdan eskisi gibiydi, yine ıkına sıkına konuştu, ama...
Siyasetten uzak kalmadığını, yine aktif olarak geri dönebileceğini, “bana gerçekten ihtiyaç olursa...” diyerek belli etti.
AKP’nin ilk on yılını parlak bir dönem olarak niteledi.
Ama son iki üç yıldır Türkiye’nin bu ‘dönem’den koptuğunu vurguladı.
Türkiye’nin fena halde ‘kutuplaştığı’nı, reformları unuttuğunu söyledi.
Reformcu çizginin ihmal edilmesinin siyasal ve ekonomik istikrarı olumsuz etkilerken, bir zamanlar yüzde 10’a kadar çıkan ‘ekonomik büyüme’nin yüzde 1.5-2’lere, 3’lere indiğini belirtti.
“Böyle giderse Allah göstermesin G-20 üyeliğinden düşeriz” dedi.
Türkiye’nin ekonomik büyümesinde ‘hukuk devleti’nin taşıdığı ağırlığa işaret ederken “Hukuk reformları durmamalı” dedi.
Ekonomide ve ‘büyüme’de sözü, AKP kongresinde tasfiye edilen Ali Babacan’la arkadaşlarına isim zikretmeden getirdi, onları övdü.
Bu isimlerin tasfiyesinde parti kongresine ‘yukarı’dan yapılan ‘müdahale’yi, yine isim vermeden tasvip etmediğini, ‘üzücü bulduğu’nu açıkça ifade etti.
Avrupa Birliği’yle tam üyelik müzakerelerini başlatan 2003, 2004’teki reformcu çizgiyi hatırlattı ve demokrasinin sadece seçimlerde ibaret olmadığını da şöyle vurguladı:
“Sadece seçimlerle, sadece milli iradeyle iktidara gelmek yetmiyor. Başta hukuk düzeni olmak üzere kurumların da inşa edilmesi gerekiyor.”
‘Başkanlık sistemi’ne taraftar olmadığını yineledi.
Bu çerçevede bir noktayı özellikle belli ederken özetle dedi ki:
“Cumhurbaşkanının halk tarafından seçiliyor olması, onun yetkilerinin değişmiş olduğu sonucunu doğurmaz.”
7 Haziran sonrası için “Keşke büyük koalisyon kurulsaydı” diyerek bu görüşünü tekrarladı.
1 Kasım sonrasında üçüncü bir seçime taraftar olmadığını, “Türkiye yeteri kadar zaman kaybetti” diyerek ifade etti.
‘Gezi’yi darbe girişimi olarak görmediğini bir kez daha söyledi.
On yıl İslam Bankası’nda, on yılda Avrupa Konseyi’nde görev yaparak iki ayrı dünyayı da tanıdığını söylerken, ileriye gitme açısından demokrasi, hukuk, insan hakları, şeffaflık, adalet ve kadın-erkek eşitliğinin önemine atıfta bulundu.
Türkiye’nin bir Müslüman ülke olarak demokrasiyle İslam ve kalkınmayı bir arada götüren model ülke niteliğini yeniden kazanmak zorunda olduğunu belirtti.
Terörle mücadele konusuna gelince...
Daha çok devletin klasik yaklaşımını tekrar etti.
Bu arada işaret ettiği iki nokta ilginçti.
“Terörle mücadelede dere tepe düz gittik, ama bir de baktık ki, arpa boyu kadar yol gitmişiz” dedi.
Ve şunu ekledi:
“Terörle mücadele ederken Kürt vatandaşlarımızı yabancılaştırmayalım.”
Başta Suriye olmak üzere dış politikaya dönük eleştirilerinin üstü fazla örtülü kaldı. Kapalı kapılar arkasında söylediklerini galiba dillendirmedi.
Gül’den AKP’ye ‘yapılması gerekenler’ listesi
Abdullah Gül’ü yakından izlemeye devam edin
AKP’nin kuruluş dönemindeki ‘fabrika ayarları’na geri dönmenin önemine özetle şu noktalarla dikkat çekti:
- Reform çizgisini sürekli kılmak...
- Çatışmacı söylemleri değiştirmek...
- Yapıcı söylemleri benimsemek...
- Demokrasi ve hukukun evrensel ilkelerine uymak...
- Diyaloglar örmek...
- Türkiye’yi bir an önce ‘kavgalı ortam’dan çıkarmak...
- Uzun iktidar yıllarının getirdiği ‘yıpranma ve yozlaşma’lardan kurtulmak...
- Düşünce ve basın hürriyetini zedelemekten kaçınmak...
- AKP’de yeniden ‘ortak akıl’ı hakim kılmak... (Bir başka deyişle, Bülent Arınç’ın ‘Bizdik ben olduk’ deyişine benzer biçimde ‘biz kültürü’nü AKP’de yeniden inşa etmek...)
Ve Sayın Gül, siyasete girer mi, yeni bir parti kurar mı, AKP’nin başına geçer mi sorularını yanıtlarken, iki dudağının arasından çıkan şu cümlesinin altını özellikle çizdim:
“Her şey ben olayım, benim tarzım hiç olmadı.”
Son söz:
Abdullah Gül’ü yakından izlemeye devam edin, derim.