21 Kasım 2004: 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, Mardin'de, babası Ahmet Kaymaz'la birlikte evlerinin önünde polisler tarafından açılan yaylım ateşiyle katledildi. 13 kurşun çıktı bedeninden. “Sakın unutmayın o babayla oğlunu!” dedim köşemde. Dava, 2007’de dört polisin beraatıyla sonuçlandı.
Cinayetten 9 yıl sonra: Yargıtay’dan da dönmeyen Uğur Kaymaz davası halen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde… Uğur’un annesi Makbule Hanım soruyor: “Eşimin ve oğlumun katilleri hâlâ dışarıda. Sebepsiz yere öldürülen eşimin ve çocuğumun katilleri neden yakalanmadı?” Sizin bir yanıtınız var mı?
Bu yazı belki de yaşı yetmişe dayanmış bir gazetecinin vicdan azabıyla ilgili bir yazıdır.
Uzun yıllardır her Allah'ın günü yazan bir gazetecinin vicdan temizliği gibi gördüğü yazılardan duyduğu sıkıntı da olabilir.
Bilemiyorum.
Ama bu duygu benim peşimi bırakmaz.
Çünkü yazarsın, sonra unutursun.
Uğur Kaymaz'ı unuttunuz mu?
Ya da hatırladınız mı?
Hatırlayanınız var mı?
12 yaşında 13 kurşunun hedefi olmuştu.
Tarih, 21 Kasım 2004'tü.
Mardin'in Kızıltepe ilçesinde, babası Ahmet Kaymaz'la birlikte evlerinin önünde polisler tarafından açılan yaylım ateşiyle katledilmişti Uğur Kaymaz.
Ne çok yazı yazmıştık.
Sloganlar da atmıştık:
Uğur Kaymaz'ı unutmayın, unutturmayın!
İçimiz acımıştı.
Düşünün:
12 yaşında bir çocuğun vücudundan çıkan tam 13 kurşun…
Ve sonra beraat eden polisler...
Unuttuk galiba.
Bazen hayat gerçekten çok acımasız.
Ne yazık ki öyle.
Haberi dün Özgür Gündem'de okudum.
Dokuz yıl geçmiş aradan.
Uğur Kaymaz'ın 38 yaşındaki annesi Makbule Kaymaz, “Uğur eğer yaşasaydı, bugün bir delikanlıydı” dedikten sonra sormuş:
"Eşimi ve oğlumu, kapı önünde sebepsiz yere katlettiler ve katilleri hâlâ dışarıda. Sebepsiz yere öldürülen eşimin ve çocuğumun katilleri neden yakalanmadı?”
Bir küçük bedende 13 kurşun ve geçen 9 yıl
Uğur Kaymaz'la ilgili eski yazılarıma bakıyorum.
Birinin tarihi, 10 Aralık 2004.
Bazı bölümleri şöyle:
"İnsan haklarının en başında hayat hakkı gelir. En kutsal olan insan hakkı, insanın yaşayabilmesidir. Yaşamının hukuk tarafından güvence altına alınmasıdır.
Peki, 13 kurşun ne olacak?
Uğur'u unutmadınız değil mi?
Babası Ahmet'le birlikte Mardin'in Kızıltepe ilçesinde bir akşam vakti kurşun yağmuru altında can veren... Sakın unutmayın o babayla oğlunu!
Ne analar unutsun, ne babalar.
Bir toplumda devlet, yurttaşlarının yaşama hakkını ne kadar hukuk güvencesi altına alabiliyorsa, o toplum ancak o kadar uygarlıktan söz edebilir.
Hukuk var mıydı bu ölümlerde?
Bütün raporlarda, açıklamalarda bazı noktalar ortaktı:
Hukuksuzluk kokuyordu.
Bir anormallik vardı.
Ve çatışma izi yoktu.
Ateş tek taraflıydı.
Haberin başlığı ürpertici:
Çocukta 6 santimde 6 kurşun tespit edildi.
İlkokul öğrencisi, 12 yaşındaki Uğur'u düşünüyorum.
Unutmayın 13 kurşunu.
Sakın unutmayın Uğur'u."
Bu yazıdan sonra beş yıl geçmiş.
14 Temmuz 2009'da, yine Milliyet'teki köşemde Uğur Kaymaz'la ilgili bir yazı daha yazmışım:
"Gazetecilik mesleğinin esasını eski deyişle fikri takip oluşturur. Bir haberi yakaladın mı sonuna kadar götüreceksin. Bir olaya kancayı taktın mı yarıda bırakmayacaksın.
Ama bu iş öyle söylendiği gibi kolay olmaz.
Ayrıca, Türkiye gibi bir ülkenin yoğun gündemi de izin vermez her zaman. Her şey öylesine üst üste gelir ki, istesen de sonuna kadar kovalayamazsın.
‘13 kurşun’da da böyle oldu.
Maalesef sonuna kadar gidemedim."
Oysa, kaç yazı yazmıştım Uğur Kaymaz için.
2005’te şöyle seslenmiştim:
“Eğer insan hakları diyorsak... Eğer yaşama hakkı diyorsak... Eğer hukuk devleti diyorsak... Eğer adalet diyorsak... O zaman ‘13 kurşun’un hesabını sormak zorundayız. Biraz vicdanı olan herkes 12 yaşındaki Uğur’u, 13 kurşunu ve Mardin’in Kızıltepe’sindeki bu davayı unutmaz.”
2007’de dava bitince:
“2004 yılı kasım ayında, Mardin’in Kızıltepe’sinde, kurşun yağmuru altında can vermişti 12 yaşındaki Uğur Kaymaz; vücudundan 13 kurşun çıkmıştı. Dava sonuçlandı. Dört polis beraat etti. Anlaşılan, ‘yasal sınırlar’ içinde bir eylemmiş, 12 yaşındaki Uğur’un vücudundan çıkan 13 kurşunlu eylem... Gazetelerin bir köşesine sıkışmış küçücük bir haber böyle... İçim acıyor.”
Aradan iki yıl daha geçmişti.
Dava Yargıtay aşamasındaydı.
Bir daha ne oldu, izlememiştim.
Sonucu, 2009'un Temmuz ayı ortasında Umur Talu’dan, Sabah’taki köşesinden öğrenmiştim:
“Yüksek Yargı, 12 yaşında bir çocuğun polisler tarafından ‘çatışma esnasında’ öldürüldüğünü yüksek karara bağladı. 12 yaşında, terlikli bir çocuk, evlerinin önünde, babasının kamyonunu yolculuğa hazırlarken, babasının yanında, 13 kurşunla delik deşikti ya...
Buradaki ‘adalet acısı’, ille vuranların ceza almaması veya alması meselesi değil; başka hayatların da kararması için ısrar hiç değil. Ancak, inancınız ne olursa olsun, 12 yaşında ayağında terlikleriyle delik deşik edilmiş bir çocuğun bir de ruhunun mahkûm edilmesi ciddi bir sorun.
Küçük bir bedende 13 kurşunun ne işi vardı; ne gereği vardı; devlet ve güvenlik böyle bir şey midir?.. Diye hiç sormazsanız... Aslında adaletiniz de, devletiniz de, güvenliğiniz de pek olmaz. Hele çocuklarınıza sevgiyle baktığınız herhangi bir anda bile bir kere sormamışsanız.
Artık, Kızıltepe’deki bir olayın neden yıllarca Eskişehir’de mahkeme edildiğini, neden ölü çocuktan kaçırıldığını filan zaten hiç sormayacaksınız!
Küçük bir iç sayfa olayı olmaya itilirken, ‘12 yaşında 13 kurşunla delik deşik Kızıltepeli Uğur’ için ısrarla arka arkaya çok yazı yazdım.
Onun delik deşik bedeninde yazan soğuk ‘öldü’ kelimesinin inleyen harfleri yer değiştirdi, ödül olup bana yılın köşe yazısı diye verildi. Şimdi, delik deşik Uğur’un ruhunu rahatsız etmeden sessizce sesleniyorum:
Bu ödülü geri alın!”
Aradan dört küsur yıl daha geçti.
Annesi Makbule Hanım geçen gün konuşmuş:
"Canım oğlum Uğur yaşıyor olsa, şimdi bir delikanlı olmuştu."
Uğur Kaymaz davası halen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde…
Türkiye ne zaman birinci sınıf hukuk devleti olacak?
Yoksa böyle bir cümleyle yine vicdan temizliği mi yapmış oluyorum?
Kim bilir?..
Twitter: @HSNCML