16 Şubat 2022

Sanat Deliorman'ın "Aşk Kumbarası"

"Kumbara içine doğduğumuz dünya! Topraklarında ve sularında sonsuz güzelliği, çirkinliği, doğruları, yanlışları, mucize ve talihsizlikleri kat kat biriktirmiş dev, 'aşkın' bir varlık. Biz bu birikenlerin üzerine doğuyor ve hayattayken bu birikenlerin izlerini içimizde taşıyoruz"

Onun ismi Sanat. Ressam anne babanın kızı. Boğaziçi Üniversitesi'nde çeviri, Mimar Sinan'da grafik tasarım okumuş. Boğaziçi'ndeyken üniversitenin BÜMK (a cappella) Caz Korosu'nda kontralto olarak yer almış. 2012'de Sanat Deliorman ve Caz Biraderleri grubunu kuruyor. Bunun öncesinde 2011 Nardis Genç Caz Vokal, İKSV Genç Caz ve 2012 Akbank JAmZZ gibi yarışmalardan aldığı ödüller var. Müzik alanında uzmanlaşmış çeşitli kurum, organizasyon ve yayınlar için yaklaşık on bir yıl çevirmenlik, editörlük ve köşe yazarlığı yapmış.

CRR Konser Salonu başta olmak üzere, Türkiye'deki belli başlı caz sahnelerinde, Yunanistan'da, Makedonya'da ve Romanya'da konserler gerçekleştirmiş. Sibel Köse ve Randy Esen ile çalışmış. 2016'dan beri Açık Radyo'da her salı akşamı Dünyanın Cazı programını hazırlayıp sunuyor. Caz okumak için hazırlanan genç vokallere vokal koçluğu yapıyor.

İlk albümü Aşk Kumbarası'nda piyanist Baturay Yarkın, çellist Murat Süngü ve sanat yönetmeni Hakan Kurşun ile yol arkadaşı olmuşlar. Bu kumbarayı, içine doğduğumuz dünya olarak tanımlayan Sanat Deliorman, başkalarına kendini beğendirmek için yaptığı her şeyi albümün dışında bıraktığını söyledi. Bu ne büyük özgürlük olmalı. Bir ara "Ağaçlar başlarına gelen hiçbir şey için bizi suçlamıyorlar. Hem de onlara bunca zarar vermemize rağmen" dedi. Acaba ağaçlar gibi olmamız mümkün mü? Albümde tango da var, caz da, makam müziği de. Söz ve bestelerin tümü Deliorman'a ait. "Hayatta yaptığımız şeyleri anlamlı kılan onları bir şeylere rağmen yapıyor olmamız" diyor Sanat Deliorman. Sahi, insan neden şarkı yazar? "Bir şeylere" rağmen yolculuklarına devam eden tüm insanlara saygıyla…

Fotoğraf: Tasos Anastasopoulos

- Adınızı niçin Sanat koymuşlar?

Adımı seçen kişi babam. Hatta bu seçimi daha annemle bile tanışmadan önce yapmış. Akademi'de resim okuduğu yıllarda dostu olan bir ailenin bu adı taşıyan tatlı küçük bir kız çocukları varmış. Oradan esinle. Kızın adı Sanat Bağcan imiş. Evet, hepimizin bildiği Bağcan ailesinden bahsediyorum. Tabii onların bundan hâlâ haberi yok sanırım.

Selda Bağcan?

Evet, Selda Bağcan'ın ailesi bildiğim kadarıyla.

- Sanatla ilk ilişkiniz nasıl başladı?

Gözümü açtığımda terebentin ve tuval bezlerinin arasındaydım. Bizim evde yaratıcı bir el işi yapmak yemeğini düzgün yemekten sonra en önem verilen ve alkışlanan işti. Yemeğimi düzgün yemezdim ama ikincisinde bol alkış alırdım ve bu beni daha da teşvik ederdi. Sürekli çizerdim. Ve çılgın babam o çizimlerin hepsini sakladı. Hâlâ yatağımın altında koca bir kutuda duruyorlar.

- İki Selvi Arasında babanız için sanırım…

Evet. Rahmetli babam ressam Orhan Deliorman  için o şarkı. Çalışma masamda, babamın cımbızlarla yaptığı kartondan minik bir ev maketi var, yine kendi tasarladığı, yine kartondan büyük bir kalemliğe yapışık duruyor. Tepesinde dijital bir saat vardı, seneler önce kırıldı. Evin iki yanında da babamın tablolarında bolca çizdiği selvilerden var. Sanki biri doğum, biri ölüm o ağaçların. Bu maket ev, seneler içinde epey hasar gördü. Ara sıra elimden geldiğince tamir etmeye çalışıyorum ama baktım olmayacak bu şarkıyla, babama o evi yeniden inşa edeyim istedim. Sonra sözler bambaşka bir boyuta ve bambaşka hayatlara taşındı.

- Sesinizle olan ilişkiniz nasıl başladı?

Sesimi kullanmaya meraklıydım. İlk mikrofonum, altı kör bıçak ucuyla delinip arasından paket bağlama teli geçirilmiş, silindir metal bir Sandoz kutusuydu. Kendi kendime gazete çıkarır, radyo programları hazırlardım. Sürekli bir şov hâlindeydim ve süper güçlere sahip bir bilim insanı (o zamanki tabirle bilim adamı) olma hayalim vardı; ama, ortaokuldaki ilk kimya dersinden sonra hevesim sönüverdi.

- Sandoz ilaç kutusu değil mi? 

Evet, evet ta kendisi; ama o zamanlar kutular metaldendi. Bugünkü gibi plastik değildi.

- Söz ve bestelere ek olarak albümdeki çizimler de size ait. Çizimleri ortaya çıkarmakla şarkıları bestelemek benzer süreçler mi? 

Benzedikleri nokta şu sanırım: İkisi de bir dürtüyle başlıyor; ama, şarkı yazmak bir desen çalışmasından çok bir yağlıboya tablo yapmak gibi olabilir. Öncesinde eskizlerini karalamak, ara sıra dinlendirip uzaktan bakmak, sonra devam etmek daha iyi.

- İnsan neden şarkı yazar?

İnsan duygularını ifade etmek için müzik besteliyor, o kesin; ama ancak, anlatacak bir derdi varsa şarkı yazabiliyor. Dert dediysem, illa sıkıntılı bir durumdan bahsetmek şart değil. Buna "kafasına takılan herhangi bir mesele" diyelim. Elbette bir ana cümle ya da ana ifade belirmesi şart ilk önce. Yoksa yazılan müzik de üzerine kondurulan sözler de bezeme işçiliğinden öteye pek geçmeyebiliyor.

- Baturay Yarkın ile nasıl bir araya geldiniz?

Baturay beni buldu. Seneler önce bir açık hava konseri için birlikte çalışmayı teklif etmişti. Çok sıcak bir tanışma olmuştu. Baturay çok yönlü, fevkalade yetenekli, çalışkan, disiplinli; ama, uzlaşmacı bir müzisyendir. Benim on yıldır birlikte müzik yapmaktan en keyif ve huzur duyduğum birkaç müzisyenden birisidir. Ne zamandır yol arkadaşıyız sahnelerde, o yüzden bu kadar bireysel bir çalışma yapacağım zaman aklıma gelen ilk kişi Baturay oldu.

- Murat Süngü?

Murat ile tanışmamız ses dalgaları üzerinden oldu. Müzik yapımcım Hakan Kurşun bir gün bana yeni kaydettikleri bir albümü dinletiyordu ve Murat'ın çellosundan çıkan o güçlü yumuşak ve son derece karakterli sesi duyunca tüylerim diken diken oldu. "Ben bu adamla çalışmak istiyorum" dedim. Geçen Kasım ayı stüdyoya girmeden önce yanımıza bir üçüncü kişi eklemeye karar verdiğimizde hiç düşünmeden "Murat gelebilir mi" diye sordum. Onunla kayıt günü tanıştık ama nasıl bir şey çıkacağı konusunda nedense hiçbir endişem yoktu. Kendimi hiç bu kadar emin ellerde hissettiğimi hatırlamıyorum.

- Albümün adı Aşk Kumbarası. Aşk mı biriktiriyorsunuz?

Buradaki "aşk" biriken şeyin kendisi değil, birikenlerin meyvesi aslında. Peki, bu kumbara da neyin nesi? Düşündüğümüz (hatta bugünlerde düşünmek zorunda bırakıldığımız) kumbaradan çok farklı bir kavram bu. Kumbara içine doğduğumuz dünya! Topraklarında ve sularında sonsuz güzelliği, çirkinliği, doğruları, yanlışları, mucize ve talihsizlikleri kat kat biriktirmiş dev, "aşkın" bir varlık. Biz bu birikenlerin üzerine doğuyor ve hayattayken bu birikenlerin izlerini içimizde taşıyoruz. Başka bir deyişle kendi yaşamımız dediğimiz deneyimler zinciri aslında bu dev mirasın bir parçası. Sonra bir gün birine tutkuyla, şefkatle ya da ruhani bir motivasyonla çekilim duyuyoruz ve o kişiye bu dev birikimin hazinesiyle dokunuyoruz. Böylece iki insan arasında, her şeye rağmen ve her şey uğruna "aşkın" bir sevgi, yani aşk doğuyor.

- 2012'de ilk ve en uzun soluklu grubunuz "Sanat Deliorman ve Caz Biraderleri"ni kurdunuz. Neden başka bir şey değil de biraderler?

Caz, sahnede dostça muhabbet edebildiğin insanlarla yapıldığında parlayan bir müzik. Caz biraderleri grubunun seneler içinde üyeleri sürekli değişti ve aynı kişileri tutmaya da çalışmadım. O akşam kim geliyorsa ve bizimle müzik yapmaktan zevk alıyorsa biraderimdi. Arada sister'larım, yani kız kardeşlerim de oluyordu. Aslında konu bu kadar basit.

- Şarkılara isim verme süreci sizin için nasıl yaşanıyor? Çöpçü Balığı ya da Bir Ağaç Gibi mesela…

Kimi zaman ağzınızdan dökülen ilk bir iki sözcük derdinizin tohumunu taşıyor ve şarkıya can veriyor. Çöpçü Balığı ve Bir Ağaç Gibi başlıklarını daha ilk saniyeden bulan şarkılarımdı. Ergenlikten yetişkinliğe geçiş dönemim ailemizin yaşadığı talihsiz bir olaydan ötürü hayli sancılı geçti, Çöpçü Balığı o dönemin meyvesi. Bir gece hasta hâlde yatağımda yatarken bu iki kelime ağzımdan çıkıverdi. Onu havada uzatıp sallandırdım. Sesim o kadar kısıktı ki notasını bile duyamamıştım; ama, duygusu çok güçlüydü, ertesi gün kalkıp hemen gerisini yazdım. Aradan yıllar geçti. Şarkının ham kaydını arşivimdeki "çer çöp" dosyamda buldum. İşe yarar bir şey mi diye bakmak için üzerine tıkladım. Daha beşinci saniyesinde gözümden yaşlar inmeye başladı. Hâlâ çok kuvvetliydi. Bunu mutlaka albüme koymalıyım dedim ve içine güzel bir ara nağme yazdım. Benzer şekilde Bir Ağaç Gibi ilk melodiyle birlikte ağzımdan çıkan ilk sözlerdi. Kendi yüklerimden nasıl kurtulurum üzerine düşünürken çareyi ağaç olmakta bulmuştum.

- Kendi yükleriniz?…

Hayatın yükleri; ama, başkalarının sırtıma yükledikleri değil, kendi kendime yüklediklerim. Aslında sanılanın aksine, neyi alıp neyi almayacağımızın kararını aslında kendimiz veriyoruz diye düşünüyorum. Zihnimizi ve kalbimizi biraz özgür kılarsak bunu çok net görebiliriz. Ağaçlar başlarına gelen hiçbir şey için bizi suçlamıyorlar. Hem de onlara bunca zarar vermemize rağmen. Sadece başlarına geleni yaşıyorlar. Ne de olsa kökleri var toprağın içinde. Varlıklarının temeline sımsıkıya bağlılar, biz iki ayaklıların aksine.

- İki Selvi Arasında'da bir ara ha-ha-hay dediğinizi duyuyoruz. Bu keşifler birdenbire mi oluyor? Yoksa bir tasarım sonucu mu sizi buluyor?

Evet, o biraz müzikal bir mizansen. Yani, o anda çıkmadı. Hatta daha da şen şakrak bir kahkaha atıyorum genelde; ama, canlı kaydın ruhunu bozmasın diye biraz uslu takıldım. Mizansenleri severim. (Gülümsüyor.)

- Ayrılık Çeşmesi'nde scat'lerinizi duyuyoruz. Açık Radyo'da 2016'dan beri Dünya'nın Cazı programını hazırlayıp sunuyorsunuz. Ben de sizi Nardis'te tanımıştım. Caza ve ilk albümünüzle ilişkisine dair ne söylemek istersiniz? 

Evet, o parçada biraz yaramazlık yaptık Baturay ile, konserlerde daha fazla da yapabiliriz. Evet, ben bir caz vokalim, bu benim vokal kimliğim; ama, bir şarkı yazarı olarak kendi hikâyemi ve bu topraklarda yaşayan insanların hikâyelerini birleştirdiğimde kendimi cazın hayli dışında görüyorum. Bu bir tür paradoks ve bu paradoksu gururla kucaklayacağım. Her ikisi de benim ve öyle kalacak.

- İlk albüm nasıl bir his?

İlk albüm müzikteki varlığınızı tüm hücrelerine kadar hissetmeye benziyor. Kendinize ve ortaya koyduğunuz müziğe dair en ince ayrıntıları algılar hâle geliyorsunuz ve hem müzik hem de sözler size aitse, nasıl bir kimliğe sahip olduğunuzu ve bu kimlikle insanlara nasıl dokunduğunuzu çok daha net görme şansı doğuyor. Bir kapı açılıyor ve dışarı doğru sadece kendiniz olarak adım atıyorsunuz. Bu bir tür inisiyasyon töreni gibi, çok heyecanlı.

- İnisiyasyon töreni nasıl oluyor?

Bunu dönüşümün kutlanması olarak algılıyorum. Hani eski kabilelerde yapılır ya, yok erkekliğe ilk adım yok genç kızlığa ilk adım diye… Ben de şarkı yazarlığına ilk adımımı atıyorum. Bu albüm ise törenin ta kendisi.

- Hangisi farklı bul deseler, Davet derim. 

Davet aslında Ben Burdayım'ın madrigal havasındaki karanlık intro'suydu. İçinde gizli çanlar çalıyordu. Kaderin çanları. Sonra biz onu Baturay ile bir tür doğaçlamaya dönüştürdük, Baturay melodinin karanlık tabanını verdi, ben de çanları serbest bir vokalize dönüştürdüm. Böylece Davet çıktı ortaya. Davet ettiği şeyi ise Ben Burdayım'ı söylerken açıklıyorum.

- Yeter ki Beni Bekle'de tango yapılır sanki…

Evet, o tam bir tango! İstanbul tango repertuvarına ben de naçizane bir ekleme yapayım dedim, hazır Baturay gibi harika bir tango piyanistini de yakalamışken.

Fotoğraf: Sedal Antay

- Size ilham olan müzisyenler, sanatçılar ya da eserlerden bahsedebilir misiniz?

İşte en civcivli soru. (Gülümsüyor) Ben de sizin gibi uzun seneler müzisyenlerle röportajlar yaptım, hatta hâlâ yapıyorum ve en zevkli soru bu cidden. Evdeki kutuları karıştırıp saklanmış çikolataları bulmaya çalışmak kadar keyifli. Efendim, benim çikolata kutusunda kimler var bir bakalım. Epey karışık bir liste sayacağım hazır olun.

Türkiye'den hayli isim var ama özellikle bestecilik ve şarkı yazarlığına odaklanarak başlarsak Bülent Ortaçgil, Sezen Aksu, Teoman ve Harun Tekin üzerimde zengin izler bırakmış insanlardır. Grup olarak, İncesaz belki de bu albüme şarkı seçerken en ilham aldığım kaynaklardan olabilir. Türk Sanat Müziği sanatçısı değilim ama o ekip de bende hayli güzel renkli izler bırakmıştır. Ayrıca Fazıl Say ile Genco Erkal'ın evrensel mesajlı çalışmaları beni hep etkilemiştir. Vuruculuğu ve tiyatral anlatımı çok seviyorum. Vokal olarak Hayko Cepkin yakaladığı inanılmaz özgün tarz ve sesindeki o muhteşem müezzin tınısıyla beni hep çok etkilemiştir. Bunların hepsini alıp kendi sakin dilime geçirmeyi biraz başarabildiysem ne mutlu bana.

Yurt dışından fadocu Mariza'nın hayranıyım. Jamie Cullum ve Melody Gardot'yu caz ile pop arasındaki şık ve karakterli duruşlarından dolayı epey takdir ederim. Karanlık caz yapan bütün kadın ve adamları severim. O da neymiş, o nasıl bir tabir yahu diye soran olursa The Thrill is Gone söyleyerek cevap verdiğimi hayal edebilirsiniz. Tüm bunlara Ravel, Çaykovski, Shostakovich, Beethoven, Vivaldi ve Purcell'i, bugünden ise Philip Glass ile Jordi Savall'ı ekleyebilirsiniz.

- Türkiye'de müzisyen olmak nasıl bir deneyim?

Bazı ülkelerdekinden daha kolay, çoğu ülkedekinden daha zor diye düşünüyorum; ama, bir hocamın da öğrettiği gibi, hayatta yaptığımız şeyleri anlamlı kılan onları bir şey ya da bir şeylere rağmen yapıyor olmamız. O yüzden şartlar ne olursa olsun, bir müzisyen olarak hayatıma devam ettiğim için kendimi şanslı hissediyorum.

- Bir dizenizdeki gibi "Masalarında sabahlayanların şerefine" ne söylemek istersiniz?

Ben içkili masada değil, su ve kahveli masada sabahlayanlardanım ama öteki masada sabahlayanlarla aynı saat diliminde yaşadığım için kendimi onlarla aynı evrende hissediyorum. Gündüzleri çevremdekiler geceleri ise kendim için yaşıyorum. Birçok müzisyen gibi ben de şarkılarımın çoğunu sabaha karşı yazıyorum.

- "Nereye gider bu kız burdan sonra" ya da sırada neler var bundan sonra yapmak istediğiniz?

Aslında o şarkı sözlerinde geleceğe dair umuttan ziyade kaygı var; ama, melodi modüle olurken kaygı giderek soru sorma hâlinin gücüyle kendini umuda dönüştürüyor ve bir tren lokomotifi gibi Ayrılık Çeşmesi istasyonundan ayrılıyor. Gerçek hayatta da böyle oluyor. Ara sıra karabatak gibi dalıp sonra yine çıkıyorum. Kafayı dışarı çıkardığımda enerjim yenilenmiş oluyor ve yine yüzlerce plan yapıp en azından birkaç tanesini gerçekleştiriyorum. Bu aralar yine yüzlerce planım var. Bakalım hangileri gerçekleşecek zaman gösterecek.

 - Caz yolculuğunuz sizi bu albüme nasıl hazırladı?

Caz beni kolumdan tutup bana ayaklarım üzerinde durup kendi başıma yürümeyi, sonra da başkalarıyla birlikte ayakta kalmayı öğretti ve de kendim olmaktan korkmamam ya da utanmamam gerektiğini. Bana ait olanın benim hazinem olduğunu. Böylece içinde caz olmayan bir albüm kaydetmeye karar verdim. (Gülümsüyor)

- Bestelerin dışındaki yazarlık yolculuğunuzdan da kısaca bahsedebilir misiniz?

Konuşmayı pek severim. Anlatmayı… İzlemeyi sonra yine anlatmayı. Bildiğimi paylaşmayı. Bu da elimi hep kaleme kâğıda götürdü. Tabii bugün artık klavye desek daha doğru olur. Resmî olarak bir "kitap yazarı" olduğumu asla iddia edemem ama belki ileride o da olur. Kim bilir?

- Albüm sürecinde neleri dışarıda bıraktınız?

Başkalarına kendimi beğendirmek için yaptığım her şeyi.

- Sanat yönetmeni Hakan Kurşun'la çalışmak nasıl bir tecrübeydi?

Bir sanat yönetmeniyle çalışmak ne demekmiş onu öğrendim. Eskiden sadece bir künye bilgisi olarak algılardım. Şimdi par excellence, yani kelimenin tam anlamıyla bir sanat yönetmeni ile çalışmak ne demekmiş, üç hatta dört boyutlu olarak algıladım. Olay sadece müziği en iyi şekilde ortaya çıkarmak değilmiş. Çıkacak şeyi önden görmek ve daha da ötesini görmek ve tüm bunların sorumluluğunu almakmış. Algılarım açıldı.

- Klip için Uğur İçbak'la çalışmanız size neler düşündürdü?

Düşündürmekten öte neler hissettirdi ile başlayabilirim. Öncelikle Uğur Bey gibi kıymetli bir görüntü yönetmeni ve saygı duyulan bir hoca ile çalışmak benim için büyük bir onurdu. Hele ki kendisini bizzat beni çekmek için kamera başında görmek. Ayrıca bunca yıldır denk geldiğim en profesyonel ekiple beni buluşturan Tolan Films prodüktörü çok sevgili Filiz Emre ve yılların deneyimli klip ve reklâm yönetmeni çok sevgili Damla Demircioğlu'na çok müteşekkirim. Harika kadınlar… Onlarla yürüttüğüm bu proje bana film çekim süreçlerine dair, bu konuya yıllardır meraklı olmama rağmen, hiç bilmediğim şeyler öğretti. En basitinden şu örneği verebilirim. Bir müzik yazıp kaydediyorsunuz ve ortaya bir fikir koyuyorsunuz ama bu fikir nasıl oluyor da bir filme dönüşüyor? Gerçekten ufuk açıcıydı.

- Nasıl dönüşüyor? (Gülümsüyor)

Basit betimleme yöntemleriyle dönüşmediğini söyleyebilirim. Düz düşünceyle yaratılacak bir dönüşüm değil bu. Çalıştığınız insanların donanımlı, yaratıcı ve de deneyimli olması çok önemli tam bu noktada.

- Şiirlerle, şairlerle aranız nasıl? Kimleri okursunuz?

Pek şiir okumam ve yazmam. Daha çok müziğe dökülmüş şiirler cezbetmiştir beni. Misal Fazıl'ın Turgut Uyar'dan Göğe Bakma Durağı uyarlaması gibi çalışmalar…

- Bu söyleşinin sorularını siz hazırlıyor olsaydınız kendinize ilk ne sorardınız?

"Bundan on yıl sonra ikimizi nerede röportaj yaparken görüyorsunuz?" Cevap: Bunu hayal etmeye şimdiden başlayabilirim. Çok teşekkür ederim. (Gülümsüyor)

 


https://www.sanatdeliorman.com/

Künye

Besteler, sözler, vokaller, çizimler ve kapak tasarımı: Sanat Deliorman
Piyano: Baturay Yarkın
Çello: Murat Süngü
Düzenleme: Sanat Deliorman ve Baturay Yarkın
Sanat yönetmeni, vurmalı çalgılar, ses kayıt ve mastering: Hakan Kurşun
Stüdyo: Quintet Pb Müzik Stüdyo
Şirket: Pb Müzik Ltd. 2022
Fotoğraflar: Aykut Gürel

Yazarın Diğer Yazıları

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Akademik sinema dünyasından dört önemli konferans

Bu konferansların, oluşumların ve dergilerin köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum ve dünya genelindeki çalışmalara bakmak için iyi bir başlangıç noktası ve referans kaynağı olabileceğine inanıyorum

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

"
"