23 Mayıs 2021

Montumun üzerinden gerçekleşen muhteşem muayene

İki kişi arasında, başka kimselerin şahit olmadığı o odalarda geçen, o kuralları hiçbir yerde yazmayan ama fıttırı fıttırı uygulanan bu saygısız, bu korkak hâllerimizi düşündüm...

Hastanenin ana kapısından içeri girerken "ben oldum, ben oldum, dua et" diyor adamın biri. Sanki üzerime yürüdü. Çekilince yoluna gidiyor; fakat arada arkasına bakıp sağ sola zikzaklar çizerek aynı cümleyi söylemeye devam ediyor.

"Acaba Korona mı oldu? Belki de aşı olmuştur."

Randevum 13.40'ta. Fizyoloji bölümü. Bir devlet hastanesi. Görevli, biz beklerken anons yapıyor:

"Doktorlarımız cumaya gitmiş olabilir. Gecikebilirler."

Kulaklığımı takıyorum. James Moody'den "Mood's Mood For Love." Sözleri ezberlemeye çalışıyorum.

Doktor beyaz önlüğünü Süpermen pelerini gibi uçuşturarak odasına giriyor. Ekranda adım yandı.

Telefonu cebime sokuşturuyorum. "Umarım kulaklığım yine toz kapıp bozulmaz."

Üstümde pufidik mont. Kapüşonunda bir sürü tüyler ve arkama doğru sarkmış. Doktor işaret edince ondan yaklaşık dört metre uzaklıktaki sandalyeye oturuyorum. "Anlat" gibi bir şey diyor ve "ne iş" gibisinden mimik yapıyor.

"Boyun düzleşmesi olmuştu. İğne yapmışlardı. Tekrar etti. Bilgisayar başında işim gereği çok oturdum. Kaslar üst üste bindi herhalde."

Bana doğru yürüyor. Kapüşonumu hop diye izin almadan başıma geçiriveriyor. Şaşırıyorum. Montun üzerinden boynumu oynatıyor, sırtıma yine mont üzerinden dokunuyor.

"Üşütme. Soğukta kalma. Boynun kıprhgluyg oldu mu?"

"O nedir" diyorum. Kapüşondan duyamadım galiba. "Boşver" deyip masasına yürüyor.

Acımın şiddetini tarif etmekte direnince iğne yazıyor. Fakat onu kalçadan yaptıracakmışım. "Sırtıma değil mi" diyorum (daha önce öyle bir tedavi olmuştum) "söyledim ya" diyor.

Odasında beş dakikadan fazla kalmaya hakkım yokmuşçasına hızlı adımlarla ayrılıyorum.

Eczanedeki kişi "siz mi yazdınız ilaçları" diyor. "Ben yazabiliyor muyum" diye soruyorum, ne saçmalıyorsun kardeş gibisinden. "Yok, yani, doktora yazdırıyorlar da bazen."

Enjeksiyon bölümündeyim. İğneyi yapacak kişi, "Sen daha şuraya yatmayı beceremiyorsun, ben düğüne gideceğim, bak" diyor. Bana neyse onun düğününden. Yine de şeker bir kadındı. Ya da bana bu kadını şeker sanmak öğretildi. Ya da ancak onu şeker kutusuna koyarsam baş edebilirim. Çıkarken elime dezenfektan sürmeme izin vermedi. Koridorun sonundakini kullanabilirmişim.

İki kişi arasında, başka kimselerin şahit olmadığı o odalarda geçen, o kuralları hiçbir yerde yazmayan ama fıttırı fıttırı uygulanan bu saygısız, bu korkak hâllerimizi düşündüm.

"Kim bilir kimler neler yaşıyor" dedim. Türkiye'den kaçış planı yaptım, sonra vazgeçtim.

Halvet, kapalı bir alanda yabancı bir erkekle baş başa kalmakmış. Belki de o doktorla ona göre o odada olmamalıydık.

Laubali bir fıkra gibiydi olanlar. Sanki Levent Kırca parodisindeydik.

Bu parodiye göre hasta psikolojisine dair bilgi sahibi olmamalısınız. Minimum saygıyı talep etmemeliyiz. Profesyonellik söz konusu edilemez. Maaşımızdan her ay hatrı sayılır meblağlar kesilse de tedavi olabilmeyi beklememeliyiz. Başımızın çaresine bakmalıyız. Tanıdık bulmalıyız. Özel doktora gitmeliyiz. Bir hocam da dedi ki "Allah kimseyi düşürmesin."

Hı hı, evet, Ak Parti döneminde sağlık sistemi düzenlendi, hamdolsun.

Hastanenin girişindeki Atatürk büstü gözümün önüne geldi. Genellemeleri sevmem o ayrı. Üstünde şöyle yazıyordu:

"Beni Türk doktorlarına emanet ediniz." Sanıyorum aşağıdakilere değil.

"Esenyurt Devlet Hastanesi* Nöroloji Doktorunun Üslupsuzluğu"

Doktor odasına girdim yanındaki asistanları ile bir sohbet muhabbet sonrası. Nihayet fark edip geldi yanıma ve direkt dediği şey "Bu ne kilo, nereden aldın bu kiloyu?" Ben şok oldum, "Doğum yaptım" dedim. (Pelin)

"Kars Harakani Devlet Hastanesi** Doktordan Şikayetçiyim!"

Doktordan "Bana sıra verebilir misiniz?" diye rica ettim. Verdi, tam odadan çıkmak üzereydi ki sinirli sinirli bağırıp geri çağırdı ve verdiği kağıdı aldı elimden yırttı, bütün insanların önünde bana saymaya devam etti, ağzımı açmama müsaade etmedi. (Sadet)

"Sultanbeyli Devlet Hastanesi*** Artık Gerçekten Denetlemesi Lazım!":

İyi de benim oraya ilk gidişim, ben randevuyu, bekleyip sabahın köründe gidip bir kendini bilmez doktordan azar itmek için almadım. Bu belediyenin zabıtası her şeyi denetliyor, Sağlık Bakanlığı bu şekilde bir denetim yapmıyor, hastanede hepsi zaten birbirini türüyor, üslup ters, millete üst perdeden konuşurlar. Cumhurbaşkanlığına kadar şikayetimi sürdüreceğim, hiçbir sağlık çalışanının bu şekilde konuşmaya hakkı yok. (Sefa)

"Saygı Hastanesinde**** İç Hastalıkları Uzmanı Azarladı":

Tiroid şikayetimden dolayı başvurdum, soru sormama dahi izin vermedi. İlk içeri girdiğimde şahsi telefonuyla konuşup hastayı hiçe saydı. (Büşra)


Yazarın Diğer Yazıları

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Akademik sinema dünyasından dört önemli konferans

Bu konferansların, oluşumların ve dergilerin köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum ve dünya genelindeki çalışmalara bakmak için iyi bir başlangıç noktası ve referans kaynağı olabileceğine inanıyorum

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

"
"