19 Eylül 2022

LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.

Pazar günü Saraçhane Parkı’nda LGBTİQA+’lara karşı bir grup insan yürümek istedi.

Bundan hemen önce, İran’da Masha Amini adlı 22 yaşındaki Kürt kadın, başörtüsünü tam kapatmadığı gerekçesi ile ahlak polisi müdahalesi gördü, dövüldü, kalp krizi geçirdi ve öldü(rüldü).

Yürümek isteyenlerin sebepleri arasında “üreyemeyeceğiz,” “soyumuz tükenecek,” “cinselliklerini gizli yaşasınlar,” gibi sebepler gösterildi.

Türkiye’nin hali hazırdaki gidişatına baktığımda yoksulluktan intihar edenler, talebe yurtlarındaki çocuk tecavüzleri, okutul(a)mayan gençler, işsizlik, atanmayan öğretmenler, hapisteki gazeteciler, engellilere yokmuş gibi davranılması, Boğaziçi Üniversitesi’ne ‘tepeden’ inme müdahaleler, trans-kadın cinayetleri vb konuların ehemmiyetini görüyorum.

Bu meseleler için yürümemek ve bir grup insanın yaşamına durup dururken müdahalede bulunma isteği yaklaşan seçimlerle birlikte oldukça kaygı verici geliyor. İşin diğer vahim yanı ise bu anti-yürüyüşün RTÜK tarafından desteklenmesi, devletin bu kişilerin arkasında durduğu mesajını vermesi.

Bunu yaparken “aile birliğini” korumaktan bahseden bu insanların paylaştığı görseller arasında gökkuşağı bayrağından oluşan yağmurun altına sığınmış -şemsiye altında- çarşaflı anne, çarşaflı çocukları ve bir adam ikonu paylaşıldı. Bu hiç de masum bir mesaj içermiyor! Ve, bu arada, pardon, hangi aile? Bir avuç tatlı birlikteliği tenzih ederek söylüyorum: insanların birbirini aldattığı, çocuk var diye boşanamadığı, ev içi şiddetin zirve yaptığı yahut zorla dedelerle evlendirilen ‘çocuklara’ kurdurulan aile mi bu?

Oysa Türkiye bir olup refah seviyemizin, alım gücümüzün niçin düştüğüne odaklanmalı. Niçin fakirleşip durduğumuza, niçin özgür eğitim hakkımızın elimizden alındığına, niçin aptallaştırılmak istendiğimize, sorgulama yeteneğimizin yok edilmeye çalışılmasına dur demeye odaklanmalı.

İstanbul Saraçhane Parkı’nda LGBTİQA+ karşıtı eylem sürerken gökkuşağı açtı

Mesafe ayrımcılık getirir. Heteroseksüellerin sahip olduğu ayrıcalıklar sevdikleri insanla yuva kurmak, sokakta el ele tutuşmak, evli oldukları için çeşitli indirimlerden, mirastan yararlanmak vb diye sıralanıp gidiyor. “Gizli yaşasınlar” dediğiniz şey, insanları yıllarca travmatize etti, ediyor. Bir ömür boyu dışlanma korkusu ile açılamayanlar bir yana, açılanların gözyaşlarına bir kere bile şahit olsaydınız bu kadar kendinizden emin konuşamazdınız. (Bu yazdıklarım elbette tüm LGBTİQA+’ların deneyimini yansıtmıyor.)

Dilediğiniz kadar üreyebilirsiniz, ki ürüyorsunuz, açlık pahasına. Bırakın insanlar istediği gibi yaşasın. Bu topraklar çok bereketli, çok zengin, çok çeşitli kaynaklarla dolu. Gelin görün ki, birbirimize ettiğimizi kimse bize etmedi.

Canım arkadaşım dedi ki, “Türkiye niye kendini iyi ve ferah hissetmek istemiyor? Kendini boğmak istiyor gibi.” Üzgün olmanın ötesine geçip kızgın olmak gerekiyor belki de artık.

Türkiye’nin gidişatı hepimizin gördüğü gibi hiç iyiye gitmiyor. Cevap niteliğinde, Tarkan ilk kez klibinde ‘halkı’ oynattı Geççek şarkısını paylaşırken.

İngiltere’de önümüzdeki günlerde bir katedralde, yani dini bir alanda, LGBTİQA+’ların sembolü olan gökkuşağı bayrağı boyama atölyelerinden bir diğeri daha yapılacak. Türkiye’deki bu anti yürüyüş ise hak ve özgürlükler kapsamında yine sınıfta kaldı!

Bazı ülkelerin 200 yıl gerisinde kalmayı seçmek için bu kadar gönüllü olunmaz. Kendimiz dışındaki insanların var oluşlarını öldürmeye yeltenmekle övün(e)memeliyiz, bundan olsa olsa utanç duyulur.

Handmaid’s Tale adlı dizinin gerçeği İran’da yaşanıyor. Türkiye’nin bu karanlığa yürümesini kaldıramıyorum.

Ve tekrar edeyim; LGBTİQA+ hakları insan haklarıdır!

 


Çizim: Aslı Alpar / Kaos GL

 

Hande Çayır kimdir?

Hande Çayır 1982 yılında Eskişehir'de doğdu. Sabancı Üniversitesi'nde Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı (lisans), İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Sinema ve Televizyon (yüksek lisans) ve İletişim (doktora) eğitimlerini çeşitli burslarla tamamladı.

Akademide bölüm başkanlığı ve dekan yardımcılığı, kurumsal iş hayatında vitrin tasarımcılığı ve yayın yönetmenliği gibi görevler üstlendi.

Doçentlik unvanını Plastik Sanatlar alanında aldı. İkinci yüksek lisansını Sussex Üniversitesi'nde Gazetecilik ve Belgesel bölümünde Chevening bursu ile yaptı.

Warwick Üniversitesi'nde Uygulamalı Film Çalışmaları programında ikinci doktorasına Warwick Collaborative Fellowship bursu ile devam ediyor.

Gönlünü uzun süre tiyatroya, ondan sonra da caza kaptırmışlığı var. 2014'ten beri T24'te yazıyor.

Kitapları:

Ne Zaman Boşanacaksın Da Evleneceğiz, 2015, Ka Kitap, İstanbul.

Tunceli'ye Gittim Dersim'den Döndüm, 2016, Ka Kitap, İstanbul.

Documentary as Autoethnography: A Case Study Based on the Changing Surnames of Women (Otoetnografi Olarak Belgesel: Kadının Değişen Soyadına Dair Bir Vaka Çalışması), 2020, Vernon Press, Amerika Birleşik Devletleri.

Filmleri:

Eye-Then-Tea-Tea/Identity/Kimlik, 3'40'', 2005, İstanbul.

Yok Anasının Soyadı/Mrs His Name, 17'00'', 2012, İstanbul.

What Makes an Artist/Sanatçıyı Sanatçı Yapan Nedir, 6'00'', 2019, Birleşik Krallık.

The Paris House, 10'00'', 2019, Birleşik Krallık.

Tiny Little Things/Küçük Minik Şeyler, 20'00'', 2019, Birleşik Krallık.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Otoetnografi: Bildiğimizi nasıl biliriz?

Akademik yazılardan her ne kadar belirli bir ciddiyete sahip olması beklense de, bu durum yaratıcı ifade biçimlerinden tamamen uzak durmayı gerektirmez. Otoetnografi, ‘ben dili’ ile teoriyi buluşturmak isteyenlerin, öğrencilerin ve araştırmacıların ilgisini çekebilir

Akademik sinema dünyasından dört önemli konferans

Bu konferansların, oluşumların ve dergilerin köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünüyorum ve dünya genelindeki çalışmalara bakmak için iyi bir başlangıç noktası ve referans kaynağı olabileceğine inanıyorum

İran’ın cesur kadınları: Jin, Jiyan, Azadi!

Çoğu İranlı temel özgürlükler ve demokrasi uğruna canını feda etti

"
"