Bana çok faydası dokunmuştu.
Onunla yüz yüze tanışmadım.
Kitapları iyileşmeme çok yardım etti.
Varlığına saygı, minnet duydum hep.
Biri öldükten sonra bu yazdıklarımız ne işe yarar?
Şimdilik hoşçakal Engin Geçtan…
Yeterince rehber kitap bıraktın bana. Her ihtiyaç duyduğumda dönüp dönüp bakarım. Yenisini yazmasan da olur. Baksana kendimi düşünüyorum yine.
Çok üzüldüm başka bir yere gitmene. Bir parçam eksilmiş gibi.
Aşağıda sizlerle, değerli Engin Geçtan’ın* kitaplarından vaktiyle altını çizdiğim bazı cümleleri paylaşmak istiyorum:
Samimiyetsizlik uygarlıkla gelişmiştir.
Kadercilik ve uyuşukluk, çevreyle baş edememenin doğal sonuçlarıdır.
Orta yaş dönemine ulaştığı halde delikanlı davranışları gösteren, mesleğinde üstün başarı sağladığı halde kişisel ilişkilerinde ilkel tepkiler veren insanlara sıklıkla rastlarız.
Bir insanı sevmek onun gerçeklerini anlamaya çalışmayı da içerir.
Geleneksel aile, bireyselleşmeye olanak sağlamayan bir yapıya sahiptir.
Aslında herkesin çocukluk döneminde bir şeyler aksar.
[…] Bir insana acıdığımız için bir şeyler vermek, vermek değildir.
Kimi insan ise sürekli olarak diğer insanları “iğneleyerek” kızgınlık boşaltır. Bu, mizah, şaka, sitem, kinaye vb. dolaylı yollarla olduğu gibi, bazen de doğrudan ve acıtmak istercesine söylenen sözlerle gerçekleşir.
[…] İncinmekten korunabilmek için seçmez, seçilir.
Kaldı ki sürekli görkem ya da kusursuzluk bir ütopyadır.
Kendini lanetlemek ya da kendine acımak insanın sorumluluklarını görebilmesini engeller.
İnsanlar vardır, bir çift ayakkabı alabilmek için bildikleri çoğu dükkânı dolaşır yine de bir karar veremezler.
Oysa, “O bensiz yapamaz” sözü aslında “Ben onsuz yapamam” gerçeğinin saptırılmasından başka bir şey değildir.
Oysa bir şey öğrenen kedi bir farklılık hissetmez. “Ben önemli bir kediyim, çünkü öğrendim” demez. Günümüz Batı dünyasında, öğrenmiş olma insana bir tür önem katar. Bu da o insanla sizin aranızda engel oluşturur.
Bu satırları yazarken telefon çalıp da başladığım cümle yarım kaldığında cümlenin geri kalanı daha önce yazılmak üzere olandan farklılık gösterebiliyor.
Aşırı koruyuculuk, mahremiyete karşı saygılı olmamak, karşısındakini acıtırcasına dürüst olmak ya da ikide bir düşüncesizce davranmak istismardır.
İnsan bir yerde var olamadığında bir başka yerde abartılı bir biçimde belirebilen bir varlık.
Eskiden, terapi seanslarında insanlar cinsel beraberlikleri sırasında ve ertesinde yaşadıkları duyguları anlatırlardı. Günümüzde “…sonra yattık” deyip başka bir konuya geçiveriyorlar.
Kendilerine ayıracak vakit bulamamaktan yakındıkları halde, pazar günü geldiğinde ne yapacağını bilemeyen insanları sayısı o kadar çok ki.
Yaklaşık altı ay önce National Geographic Magazin’in ekinde ülkeleri ve halklarını gösteren haritayı inceliyordum. Ülkemizden çıkarılan okun altında yazılı olan, “It is not clear what is to be a Turk (Türk olmanın ne anlama geldiği ya da nasıl tanımlanabileceği açık değil)” ifadesini hak etmediğimiz halde hak eden bir tavır içinde olduğumuzu düşünüyorum, geçmişimizin arşivleri hâlâ gün ışığına çıkmayı beklerken.
Bir insanın ya da kurumun, nasıl olup da kendisinin “en” bir şey olduğuna yine kendisinin karar verdiğini anlamak zor.
Bizden farklı insanları “vahşi”, “yaban” ya da “barbar” diye adlandırmak, kendimizi beğenmemizden ve bizlere yabancı gelen tarzları yadırgamamızdan kaynaklanır.
Kendi hayatlarına kendilerini kaptırmış yaşayan insanlar başkalarının hayatını bu kadar merak ederler mi ki?
Gerçekten onu mu görmek istiyordum? Yoksa bu beklenmedik zaman boşluğunu doldurmak mıydı amacım?