Ege'deki Efes Antik Kentini bilmeyen yoktur. Çoğu ziyaretçi burada bir hata yapar ve kentin belki de en önemli yapısını –ya da ondan geriye ne kaldıysa– görmeden geçer. Efes'i Efes yapan bir önemli şey artık görülemeyen limanı ise diğeri de bu yapıdır: Artemis Tapınağı. Klasik anlamda Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri sayılan bu eserden günümüze leylek yuvasıyla bir sütun ve etrafa dağılmış yapı elemanları kalmıştır.
Coğrafi konumu itibariyle Küçük Menderes Nehrinin denize kavuştuğu ağızda bulunan limanı bu şehrin ticari alanda önemli olmasını sağlamış. Buradan Anadolu'ya Asya'ya açılan kervan yollarıyla Efes Limanı günümüz İzmir'i kadar önemliymiş. Bunun getirdiği zenginlikle siyaseten de önemli olmuş ve bir Roma Eyaletinin (Asia) başkenti olmuş.
İşin bir de dinî yanı var. Büyük, zengin ve önemli kentlerin nasıl bugün bir "katedrali" bir "ulu camisi" varsa, antik dünyada da illa bir büyük tapınak gerekli. İnsanların ticaret dışındaki seyahat sâiklerinden en önemlisi hac olmuş. Hem ziyaret hem ticaret yani.
Efes Artemis Tapınağının görkemi ve hele Ege üzerinden batan güneş ışıklarıyla aldığı renkler büyüleyiciymiş. Eh, haliyle ruhban sınıfı da bu güzellikten sebeplenecek. Ziyaretçilerin bağışları, kurbanları, özellikle dinî anlam taşıyan hediyelik eşya satışları önemli gelir kaynağı tabii.
Artemis Tapınağından arda kalanlar, Efes.
Nehrin getirdiği alüvyonlar zamanla limanı doldurmaya ve kullanılmaz hale getirmeye başlamış. Denize kavuşamayan su da taban ve dip sularının seviyesini yükseltir olmuş. Bu coğrafi sorun nedeniyle tarihte Efes kenti birkaç kez yer değiştirmiş hatta. Evet, koca kent başka bir yere tekrar tekrar kurulmuş. Tapınak da tam böyle bir bataklığın ortasındaymış. Sağlamlaştırmak gerekirmiş. Hatta en iyisi, başka bir yere yenisini yapmakmış belki de… Her iki çözüm için de finansman yokmuş. Halkta da yeterli yansıma bulamamış bu fikirler. Ruhban takımı çok istermiş tapınağı yıkıp yenisini yapmayı. Ama nafile.
Gel zaman git zaman, tam da Makedonyalı (Büyük) İskender'in doğduğu gece olan M.Ö. 356 yılının 21 Temmuz gecesi tapınak yanmış. Tüm ahşap çatı çökünce mermer sütunlar, duvarlar da yıkılmış. Tanrıça Artemis aynı zamanda tanrılar katında doğum tanrıçası - yani bir tür tanrısal ebe de olduğundan o gece tapınağını korumak yerine İskender adlı çocuğun doğumunda hazır bulunuyormuş. Korumasız tapınağı da birisi kundaklamış: Herostratos adında biri.
Kundakçı kıskıvrak yakalanmış. Zavallı bir çoban. Bir tür köyün delisi, kimsesizi, savunmasız, lobisiz bir genç adam. İşkencenin eksik olmadığı sorgulamalarda suçunu itiraf etmiş. "Evet, ben planladım ve kundakladım. Tek başıma. Kimse yardım etmedi. Suç ortağım yoktur!" Bu mealde bir ifade vermiş olmalı. "Peki neden?" diye sorulduğunda da cahil çobanın cevabı "Tarihe geçmek için" olmuş. Yani, "nâmım yürüsün!". Bak sen…
Adının tarihe kazınması için sansasyonel bir suç işleyen insan!
Artemis Tapınağı, Efes. Hayali resim.
Müzelerde ünlü ressamların eserlerini tahrip edeninden tutun içi yolcu dolu uçağı dağlara çakan pilota kadar böyle bir manik durum var bazı insanlarda. Yeter ki "nâmı yürüsün". Zararsız olan şöhret tutkusuna Doxomani deniyor. Fakat bu Efesli "kahramanımızın" durumu değişik. Çevresine zarar veriyor. Ondan beri Herostratizm kullanılır olmuş. Herostratos idam ve damnatio memoriae cezasına çarptırılmış. Yani, adının hafızalardan kazınması cezasına; adını ananlara dahî ceza verilmiş - istediği olmasın, "nâmı yürümesin" diye. Alplere uçağı çakan ve 150 kişinin ölümüne yol açan Germanwings pilotunun adının da hemen tüm haber bültenlerinden silindiği gibi, İslâmî cihatçı canlı bombaların adlarının kendi camiaları dışında anılmaması gibi.
Gerçekten bu zavallı çoban mıydı koca tapınağı kimse fark etmeden ateşe veren, diye sormadan edemiyor insan. Bir kriminal detektif burada "bu işten kimin çıkarı var?" diye sormaz mıydı? Yani, cui bono? Tapınak rahipleri sütten çıkmış ak kaşıklar mıydı? Yoksa onlar mıydı çakmağı çakan?
İnsanlık tarihi bunun gibi onlarca olayla dolu; hem iftira hem yalan! Büyük iftiralar ve büyük yalanlar! Muktedirlerin yalanları, iftiraları, hatta kendi ülkelerine karşı düzenledikleri ve halkı inandırdıkları komplolar arşivlere sığmıyor. İngilizce Vikipedi sitesine göre 1946-2020 yılları arasında 110'u otokratik rejimlerde 38'i demokrasilerde olmak üzere toplam 148 self-coup, yani "kendine karşı darbe" olmuş. Liste uzayıp gidiyor, 1770'lere İsveç Kralı Gustav'a kadar.
1933 yılının bir şubat günü Berlin'de parlamento binası Reichstag yanar. Kundakçı kimdir? Marinus van der Lubbe adlı fakir, solcu, mülksüz, savunmasız bir Hollandalı işçi. İdam edilir. Peki, Lubbe bir Herostrat mıdır? Hayır, ama onun da sorgulamasından benzer ifade alınmıştır: "Ben yaptım." Önemli olan, bir suçlu bulunmuştur. Hem de karşı kamptan. Hitler'in tüm solcuları bertaraf eden "yetki yasaları" çıkarmasının arifesidir. Devamı gelecektir. Tüm ekonomik krizden Yahudiler sorumludur. Yahudilerin malları müsadere edilmelidir. Ve sonuçta kendileri de "aşağılık" olduklarından yok edilmelidirler. Komploların bini bir para.
Reichstag Yangını, Berlin, 27 - 28 Şubat 1933.
1939 yılında Polonyalı askerlerin Almanya'ya ateş açtığı bir yalandı. Ateş edenler Hitler'in kıyafet değiştirmiş ve sınır ötesine geçmiş adamlarıydı. Hitler'e savaş bahanesi gerekiyordu. Hitler Polonya'ya girdi ve savaş başladı.
1955 yılının eylülünde de ülkemizde utanç nedeni olaylar yaşandı. Selanik'te Atatürk'ün doğduğu eve bomba atılmıştı. Galeyana getirilen güruh İstanbul'daki azınlıkların dükkân ve evlerini yağmaladı. Hayat onlara dar edildi. Bomba atılmamış mıydı? Ortada bir bomba vardı, ama atan bir Yunan değil bir Batı Trakya Türküydü. Adıyla sanıyla Oktay Engin. Bakın, damnatio memoriae cezası yok, adını anabiliyoruz. Bu zat daha sonra Nevşehir Valisi olacak kadar kariyer yapmıştı Türk devletinde. Ne garip!
Irak'ta kimyasal kitle imha silahları olduğu iddiası da büyük bir yalandı. Konstantin'in her şeyi Papa'ya hediye ediyorum, demesi de… Clinton'un, Lewinsky ile ilişkim olmadı, demesi de, Ulbricht'in Berlin'e duvar örülmeyecek, demesi de yalandı. "NATO Doğu'ya doğru tek bir inch ilerlemeyecek" cümlesi de son yalanlardan biriydi. Bunlar birkaç örnek sadece. Âdem ile Havva hikayesinden beri yalanlarla ve iftiralarla yönetiliyoruz.
Arada olan zavallı çobanlara, işçilere oluyor. Bu günah keçileri kahraman olmak gibi bir dertleri yokken birdenbire kahraman oluyorlar. Adlarının anılması yasaklansa da adları anılıyor işte. Demek ki, tarihe geçtiler, "nâmları yürüyor".
İnadına!
Marinus van der Lubbe anıtı, Leipzig Mezarlığı.