01 Mayıs 2022

Kızıl Çarşamba

Çarşema Serê Nîsanê yani Çarşema Sor, ilkbaharın başlangıcı kabul edilen, mutlak iyiliği temsil eden bir bayram

Geçtiğimiz 20 Nisan günü Çarşema Sor, yani kızıl çarşambaydı. Ezidi inanışı için yeni yılın başlangıcıydı. Kuzey Irak'ta, Irak Kürt Federe Devleti sınırları içinde kalan Laleş'e akın etti Ezidiler. En güzel kıyafetlerini giymiş insanlar, en güzel makyajlarını yapmış genç kızlar, en etkileyici saç modelleriyle delikanlılar, yaşlılar, orta yaşlılar, hepsi oradaydı - zılgıtlar eşliğinde…

Ezidiler her yıl 13 Nisan gününü takip eden ilk çarşamba dünyanın yaradılışının tamamlandığı, mayasının tuttuğu inancıyla burada toplanıyorlar. Kutluyor, inançlarının vecibelerini yerine getiriyorlar. Bu arada gençler de "piyasa" yapmaktan geri kalmıyorlar. Çarşema Serê Nîsanê yani Çarşema Sor, ilkbaharın başlangıcı kabul edilen, mutlak iyiliği temsil eden bir bayram.

Hakkında çok az şey, hatta hiçbir şey bilmediğimiz Ezidilik, üstüne üstlük bir de "Y" harfi yüzünden yanlış anlaşılmış, dahası horlanmış hep. Evet, hakkında bildiklerimiz çok sınırlı, çünkü alışılan sistematik içinde bir din değil. Bir kere yazılı değil. Nesilden nesile, ağızdan ağıza aktarılan bir gelenekler sistemi belki de. Bildiklerimizi de Ezidi olmayan araştırmacılara, meraklı Batılılara borçluyuz. 

Dördüncü Halife Hz. Ali'nin oğlu, Hz. Muhammed'in torunu Hüseyin'i Kerbela'da katleden Yezid ile fonetik ilişkilerinden dolayı Yezidiler olarak lanse edilmiş ve bu yüzden de sıkça eziyet çekmişler. Halbuki Emevi zalim Yezid bin Muaviye ile alakaları yok. Haydi, eskileri hatırlamıyoruz, diyelim. Son olarak hafızalara Şengal'deki IŞİD gaddarlığı kazınmış olmalı. Ağustos 2014'te Şengal Ezidi katliamı, çoğunluğu kadın altı bin küsur insanın kaçırılması olayı belki de bu halkın varlığından haberdar olmamızı sağladı.

Şengal'den kaçış. (Fotoğraf: Anadolu Ajansı)

Nisan ayında Kuzey Irak'a tam da bu amaçla, Laleş'te Ezidileri en büyük bayramlarını kutlarken yaşamak, görmek için gittik. Türkiye sınırına kuş uçuşu belki 30-40 km mesafedeki Laleş, dağlık bölgenin eteklerinde kurulu, Amediye'nin güneyinde, Dicle ovasına doğru. Doğa çok güzel. Peki, ne var burada? Ezidi halkının en önemli tapınağı, dînî merkezi, Vatikan'ı, Mekke'si, Kudüs'ü burası.

Yarasanlık, Ezdanilik, Mitrasçılık, Zerdüştlük, Süryanilik, Aşurilik, Yahudilik, Hristiyanlık, Müslümanlık gibi Mezopotamya inanç sistemleri öylesine iç içe geçmiş ki, ancak kronolojik bir bakış kimin kimden etkilenmiş olabileceğini gösteriyor. Buna Brahmanizm ve Hinduizm'le etkileşimleri de ekleyebiliriz. Temellerinde Sümer ve Mısır dinlerindeki gibi gök cisimlerinin kutsallığı ve zamanla çok tanrıdan tek tanrıya geçiş çabaları görülüyor. Kozmogonileri gibi ritüelleri de kutsal günleri de birbirine çok benziyor. Hepsinde güneş (yıldız) ve ay var. Hemen hemen hepsinde karanlığın yenildiği ve kışın bittiği aralık ayı sonu ile doğanın yeşermeye başladığı nisan ayı kutlamaları yok mu?

Ezidilik ne Müslümanlık ne Hristiyanlık ne de başka bir bilinen din. Kendi başına bir inanç sistemi. Tabii, yukarıda belirtildiği gibi geçişler ve benzerlikler var. Ezidi doğuluyor, sonradan Ezidi olunmuyor. Ama Ezidilik'ten çıkılabiliyor. Yılda üç gün oruç tutuyorlar, günde iki kez - sabah ve akşam - yüzlerini güneşe dönerek rüku pozisyonuyla oldukları yerde namaz kılıyorlar. Namaz öncesi usullerince abdest alıyorlar. İbadethaneleri yok. Ateşe ve suya saygı duyuyorlar, yanlış aktarıldığı gibi ateşe tapmıyorlar. Doğaya hürmet ediyorlar. Çünkü, doğadaki her şey Tanrı'yla bir iletişim yolu olabiliyor. Yazılı kitapları yok. Peygamberleri yok. Cennet ve cehenneme inanmıyorlar, ne varsa bu dünyada var, diyorlar. Ölümden sonra başka bir bedende yaşamın devam ettiğine inanıyorlar. Şeytan diye bir şey yok. Kötülük yok. Her şey iyi. Kibir yok. Erkek çocukların başı ait oldukları ocağın şeyhi tarafından okşanana kadar kesilmiyor. Nuh'un gemisinde açılan bir deliği gövdesiyle kapatan siyah yılan da öcü değil, aksine kutsal bir hayvan Ezidilere göre. O yüzden birçok yerde karayılan figürü görülebiliyor.

Daha iyi anlamak için: Ezidilerin hepsi Kürt ve Kurmançe lehçesi konuşuyorlar. Yani Ezidiler inanç kimliği üzerinden tanımlanan bir Kürt topluluğu. Günümüzde Irak, Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Rusya ve Almanya'ya yayılmış olarak yaşıyorlar. Türkiye'de yaşayan Ezidilier rahat bırakılmadıkları için Irak'a veya Almanya'ya göç etmek zorunda kalmışlar. Almanya tabii son yılların kaçış noktası.

Genel geçer din algılayışımız şöyle: Bütün dünyayı üç büyük din üzerinden değerlendirdiğimiz için diğerlerine, daha küçük dinlere, şüpheyle yaklaşıyoruz. Ezidilerin kitabı yok, kibirli değiller, misyonerlik yapmıyor, tebliğde bulunmuyorlar. Dolayısıyla küçümseniyor ve hor görülüyorlar. Bir kitaba ihtiyaç duymamanın çok daha büyük bir manevi güç olabileceğini görmüyoruz belki de. Kitabın varsa bir dinin var, kitabın yoksa "kitapsızın tekisin". Bu değil mi yaşadığımız gerçek?

Tanrı kavramı "Xweda", yani Hüda, yani yaratan. İyiliği temsil ediyor, insanlara iyiliği emrediyor. Melekleri onun verdiği görevleri uyguluyor. Yedi günde yedi melek yaratmış. Bunları diğer dinlerden de tanıyoruz. Ama Hüda işleri meleklere havale etmiş ve kenara çekilmiş, dünyayla ve insanlarla pek uğraşmayan pasif bir tanrı bu. En büyük ve önemli meleği Melekê Tâvus. Tavus kuşu şeklinde resmediliyor.

İnanışa göre Hüda, diğer meleklere olduğu gibi Melek Tavus'a da kendisine biat etmesini emrediyor. Dünyayı yaratırken ilk kara parçası Laleş'te oluşuyor. Oranın toprağı ve suyundan oluşan çamurdan da Adem yaratılıyor. Hüda bu kez tüm dünyaya Adem'e secde etmesini emrediyor. Melek Tavus ise "ben senden başkasına secde etmem" diyerek buna itiraz ediyor. İsyankarlığının cezasını kırk bin yıl Araf'ta çekiyor. Bu arada göz yaşlarını biriktiriyor. Sınavı geçtiği için Tanrı tarafından tekrar cennete alınan Tavus kırk bin yıl sakladığı göz yaşlarını boşaltarak cehennemin ateşini söndürüyor. Böylece cehennem ortadan kalkıyor. Naif bir öykü işte.

Yazılı olmadığı için sözlü gelenekle devamlılığını sağlamaya çalışan inanç, 12. yüzyıla gelindiğinde herhalde bir sistematiğe kavuşsun istenmiş. Çünkü Orta Çağ Orta Doğu'su monoteist dinlerin palazlanıp ortalıkta kol gezdiği, birbirinin taraftarlarına kanca attığı bir dönem. Orta Doğu paylaşımı başlamış. Hakkari kökenli bir ailenin Baalbek'te doğmuş oğlu Şeyh Adiy bin Musafir zamanının saygıdeğer bir sofusuymuş. Laleş'e yerleşmiş, inzivaya çekilmiş ve burada ölmüş. İşte Laleş'i kutsal kılan sadece dünyanın yaradılış merkezi olduğuna dair inanış değil, aynı zamanda "peygamber" sayılabilecek, Melek Tavus'a eş koşulan bu aziz kişinin de kabrinin burada olması.

Neler yapmış Şeyh Adiy? Bildiği dinlerden, Kürt geleneklerinden ve Ezidi inancından harmanladığı "Kitab-el celve"yi yazmış. Bu kitap Ezidi inancının pratik kurallarını anlatıyor. Bir de daha geniş bir zaman diliminde oluşmuş "Mishefa reş" (kara kitap) var. Ezidi inancının mitolojisini anlatıyor. Ezidiler, Azazil'in Adem'i kandırarak yasak meyveyi yemesi olayını, Tanrı'nın bir isteği olarak yorumluyorlar ve bu olay diğer dinlerde olduğu gibi insanlığın başlangıcı için önemli haliyle. Bir de çok sıkı bir kast sistemi kurulmuş. Hem de dikey değil, yatay kast. Kastlar arası evlilik yasak. Bu da nüfuslarının azalmasının nedenlerinden biri olsa gerek. Buyrun size kitap dini. Buyrun size peygamber. Buyrun size ibadethane. Buyrun size ruhban sınıfı. İnanç çok eski, ama sistematize edilmesi oldukça yeni: 12. yüzyıl. Belli ki, rekabetten, ihtiyaçtan.

Peki, Laleş'te Kızıl Çarşamba günü neler yapılıyor? Bir kere kutsal alana ayakkabılarla girilmiyor. Yalınayak veya çorapla yürünüyor. Beyaz veya uçuk mavi renkler tercih ediliyor. Arife günü akşamı çıralar yakılıyor, yemekler yeniyor, zılgıtlar çekiliyor, mezar ziyaretleri yapılıyor, bağışlar veriliyor. Çarşamba ise sabahtan dolmaya başlıyor tapınak alanı. Tapınaktaki suya zemzem deniyor. Kumaşlara düğümler atılıp düğümler çözülüyor ve dilekler tutuluyor. Boyalı yumurtalar yeniyor, kabukları bereket getirsin diye tarlalara atılıyor. Günün büyük kısmında ise en göze batan şey duvarlara, merdivenler oturmuş, dış görünüşlerine çok özenmiş kızlar ve erkekler. Bir tür görücüye çıkma sanki. Zaten nisan ayı boyunca evlenmek de cinsel ilişki de yasak. Akşam olunca yine çıralar yakılıyor.

Kimse buradan aç dönmesin diye sürekli ekmek bulundurulan ekmek odası.

Osmanlı-Rus savaşı ile başlayan göçün üstüne 1915 tehcirleri, 1920'lerde yeni sınırların çizilmesi, Saddam'ın eziyeti, IŞİD saldırıları… Kendi ifadelerine göre tarihte yetmiş küsur defa katliama maruz kalmışlar. Kimler mi bu katliamcılar?

Orta Doğu'daki herkes.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de Alman İzleri (IX) | Dostluk Yurdu

O günlerde Galiçya cephesinde zaferden zafere koşan Mareşal von Mackenzen'in "Türkiye Türklerindir" ve "Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır" diye biten telgraf metni oldukça alkış topladı. Hâlâ kullanılan "Türkiye Türklerindir" sloganı demek bir Alman'dan çıkmış.

Üzüm Bayramı

Apostolik Ermeniler her sene 15 Ağustos günü kutlanan Asdvadzadzin gününe en yakın pazar günü üzümleri kutsarlar, yani "okurlar" üzümü. Dindar Apostolik Ermeniler daha önce üzüm yemez. Cemaat üyeleri kilolarca üzümü bayram öncesinde kiliseye bağışlarlar ve okutmak için getirirler. Kilise bahçelerine kasalar dolusu üzüm yığar, halka dağıtırlar

Türkiye'de Alman İzleri (VIII) | Almanya'da unutulmuş bir kunduracı çırağı

Oğlu Rudi Achmed'den bir kız bir erkek iki torununu ve onlardan olan üç torun çocuğunu da gören Achmed Talib Doğu Almanya'dan hiç çıkamadı. Hatta, Fürstenwalde'den çıkamadı