04 Mart 2025

Sentez mi şizofreni mi; Avrupa’dan niçin soğudum?

Donald Trump ile Elon Musk’ın faşizan zırvalarına ne kadar kızarsam kızayım, uykusuzluk çeken Avrupalıların düştükleri durumlara hiç üzülmüyorum

İngiltere'nin ev sahipliğinde düzenlenen Ukrayna konulu liderler zirvesi

Fotoğrafı siz de görmüş olabilirsiniz: Londra’daki Ukrayna zirve toplantısında liderler poz vermiş. Toplantının konusu “geleceğimizi güvence altına almak” imiş. AB’ye üye alınmayan Türkiye’yi temsil eden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan sanki durumunun eğretiliğini simgelemek için gruptan uzak durmuş, Türk bayrağının önünde esas duruşa geçmiş. Yalnız ama başı dik!

Yalnız, çünkü Trump iktidara geldiğinden beri ödleri kopan Avrupalılar öyle istediler, bin bir manevrayla yalnız bıraktılar. Şimdi “geleceğimiz” diye ilan ediyorlar ama, Türkiye’nin 60 yıldır bu konudaki tüm uyarılarına ve ortak gelecek çağrılarına burun kıvırdılar.

Öyle ya, onların en büyük güvencesi “Amerika” idi. Türkiye “öteki”ydi, Müslüman'dı, kalabalıktı, şuydu buydu. Türkiye, çocuk gibi oyalanır ama asla aralarına alınamazdı.

Cem çok anlattı

TRT Genel Müdürlüğü’nden dostum, Avrupa vizyonu geniş Dışişleri Bakanı İsmail Cem yıllarca dil döktü. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye olmasının onlar için de bir güvence olacağını anlatmaya çalıştı. Avrupa ancak Türkiye gibi bir gücün takviyesiyle uluslararası bir aktör olabilirdi. Yoksa bir Amerikan piyonu olarak kalırdı. Türkiye’yi AB’ye almak Ege, Kıbrıs, Kafkaslar ve işgücü yaşlanması gibi konularda kendiliğinden çözüm getirirdi. Ortadoğu’da meydan, hır çıkarmaktan geri durmayan İsrail ve ABD’ye kalmazdı.

“Yok mu aranızda vizyon sahibi bir lider!” diye ülke ülke dolaştı Cem. “Türkiye’de Geri kalmışlığını Tarihi” gibi bir başeserin yazarına kibirli bir baykuş gibi baktılar. Mağrur, önyargılı ve kördüler.

Oysa Cem, Avrupa tarihini onlardan iyi biliyor, geleceği onlardan daha iyi görüyordu.

Elon Musk (solda) ve Donald Trump

O yüzden, Donald Trump ile Elon Musk’ın faşizan zırvalarına ne kadar kızarsam kızayım, uykusuzluk çeken Avrupalıların düştükleri durumlara hiç üzülmüyorum.

Benim Avrupa Birliği’ne tam üye olmayı istememin iki temel nedeni vardı: Birincisi, Cumhuriyet’in hedef koyduğu “çağdaş uygarlık ölçütleri”ne doğru yeni bir atılım yapmak, bir anlamda “devrim tazelemek”ti. Savruklaşan ülkenin çıtayı bir kez daha yükseltmeye ihtiyacı vardı.  İkincisi ise, her zaman olduğu gibi, haksızlıklara isyandı. Türkiye’nin Avrupalı olmadığı savı tepemi attırıyordu:

Türkiye’nin Avrupa’da küçük bir devlet kadar arazisi vardı, Avrupa’nın en kalabalık kentlerinden İstanbul Avrupa’daydı, Cumhuriyet Türkiye’sinin mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu, yüzyılı aşkın bir süreyle siyasal konferanslarda Avrupa devleti muamelesi görmüştü, Türkiye, Avrupa Konseyi dahil belli başlı tüm Avrupa kurumlarının kurucuları arasındaydı, Avrupa uygarlığını kendisine model olarak almış, yasalarını ona göre değiştirmişti. Avrupa uygarlığının düşünsel temellerinin atıldığı yer Anadolu’ydu vb. vb...

Avrupa, Türkiye’nin sol kanadıydı, Türkiye ise Avrupa’nın sağ kanadı. İkisinin de uçmak için ötekine ihtiyacı vardı.

Sentez ve şizofreni

Avrupa’nın bağnazlığı, miyopluğu ve savsaklayıcı tavrı beni AB’den soğuttu. Türkiye’nin geleceği için Avrasya projesini daha ikna edici bulmaya başladım. Kaldı ki, dünyanın ağırlığı Asya’ya doğru kayıyordu.

Ama yapısal nedenlerle Avrupa’dan da tam vazgeçmiş değilim!

Şimdilerde daha çok şöyle düşünüyorum: Coğrafya, tarih ve kültür olarak, Türkiye iki arada bir derede kalmaya mahkumdur; hep hem orada hem de buradadır.

Demek ki, ne tam orada ne de tam buradadır. Bir bakıma yalnızdır.

Bu bizim en büyük lanetimiz ve en büyük şansımızdır. İyi kullanabilirsek, bu çift uçluluktan özgün sentezler çıkabilir. Ama kullanamazsak, sonu zihin kargaşası, hatta şizofrenidir!

Korkarım şu günlerde ikincisine daha yakınız!

Yazarın Diğer Yazıları

Kazanan kaybediyor, acı acı gülümsüyorum

Şu üç günlük hayatta kazanmak her şey değildir, bazen kazanan kaybeder! Büyük kaybeder

Özgürlük tek başına tehlikelidir: Bana eskortunu söyle, sana ne istediğini söyleyeyim!

Musk ve çevresindeki “libertarian”lara göre özgür bir ülkede herkes, ne kadar incitici ve ağır olursa olsun her istediğini söyleyebilmelidir. Mutlak bir hakta sınırlama olamaz. Kimilerine pek özgürlükçü görünen bu sav aslında çürüktür; ilk sorgulamada faşizmin tuzağı olduğu ortaya çıkar

Pembe ekran özlemi: RTÜK Başkanı’nın “maksatlı” yorumu!

“Maksatlı yorum” ne demek? Her yorumun bir maksadı vardır: “Bu konuda sert bir yorum yapayım da tembel iktidar kesin önlemler alsın, insanlar ölmesin” demek elbette maksatlıdır ve yorumcunun görev alanı içindedir

"
"