23 Şubat 2023

Savaşın bir yılı: Rusya güç kaybetti, Putin için tehlike çanları çalıyor

Putin’in planları tutmadı. Bir yıl önce devirmeye çalıştığı Zelenski ve yayılmasını önlemek istediği NATO güçlendi. Uluslararası alanda hiç kimse Kremlin’e net destek vermedi.

Bir yılda çok yaşlandık, karamsarlaştık, hayatımızdan çok şey eksildi.

Uluslararası barış bakımından içinde bulunduğumuz tarihsel aşamanın önceden düşündüğümüzün çok daha gerisinde olduğunu anladık.

Avrupa, 1945’ten sonra en ağır ve kanlı savaşını yaşamaya başladı. Dünya, yüz binlerce insanın öldüğü ve yaralandığı, milyonlarcasının evinden yurdundan olduğu bir felaketle karşılaştı.

Rusya yönetiminin Ukrayna’ya 24 Şubat 2022’de açtığı savaş yarın birinci yılını dolduruyor. Bugünlerde birçok analist, gazeteci ve siyasetçi bu bir yılı değerlendirmekle meşgul. Ben de bu kervanın içindeyim.

* * *

Savaşın ilk gününden bu yana bunun Rusya Devlet Başkanı Putin’in büyük hatası olduğunu yazdım ve söyledim. Bunun yalnızca Ukrayna değil Rusya açısından da çok tehlikeli bir adım olduğunu savundum. Putin’in 23 yıllık iktidarı döneminde veya SSCB’nin yıkılmasından sonra geçen 30 küsur yıl içinde en kritik gelişme buydu ve sonuçları da kaçınılmaz olarak çok ciddi olacaktı.

Savaşın ne denli korkunç bir trajedi olduğunu ve karanlık perspektifini göremeyen bazı arkadaşlarımdan ve okurlardan sert eleştiriler aldım. Kimisi beni aşırı tepki vermekle, kimisi birdenbire Ukrayna veya Batı yanlısı olmakla suçladı. Bunların bir kısmı savaşın gelişmesine bağlı olarak tutumunu yumuşattı. Savaşın en büyük yıkımının insanlara verdiği zarar olduğunu görmeyen, hukuku geri plana iten ve siyasi, ideolojik kavramları her şeyin önünde tutanlar ile aramızdaki mesafe kapanacak gibi değil.

Rusya-Ukrayna Savaşı ile başlayan süreç daha tamamlanmadı. Tamamlandığında sanırım birçok şey değişmiş olacak.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin
* * *

Bu bir yıl içinde Rusya ile Batı’nın arasında devasa bir uçurum ortaya çıktı.

Ve ilerde bir gün uçurumun kapanması mümkün olsa bile, yakın bir zamanda bu kesinlikle gerçekleşmeyecek. Rusya’nın başında Putin’in olduğu koşullarda bu ihtimal hiç kalmamış durumda; bir başka lider iktidara gelse bile aradaki güvensizlik kolay kolay ortadan kalkmayacak.

Zaman çok hızlı geçiyor. G7, 1997’de Rusya’yı davet etmiş ve G8 haline gelmişti. 2014’te Rusya’nın Ukrayna’nın bir parçası olan Kırım’ı işgal etmesi sonrasında Rusya topluluktan çıkarıldı ve G7 formatına geri dönüldü.

Avrupa’nın petrol ve doğalgazda temel kaynağı uzun yıllar boyunca Rusya idi. Sadece bir yıl içinde bu durum değişti. Avrupa, daha şimdiden Rus enerji kaynaklarından büyük ölçüde vazgeçti. Ayrıca “savaş bitse bile artık stratejik önemdeki siyasi ve ticari konularda Rusya’ya güvenmek, onunla iş yapmak çok zor” görüşü kısa sürede yaygınlaştı.

* * *

Başta Almanya olmak üzere AB devletlerinin liderleri çıkan sorunlar karşısında hemen her zaman Rusya ile anlaşmanın bir yolunu bulmaya çalışırlardı. Bu yaklaşım, savaşla birlikte (“Putin’in hatası sayesinde”) tüm Batı’yı ve NATO’yu konsolide etmeyi başaran ABD Başkanı Biden’ın ağzından tümüyle değiştirilmiş oldu: “Putin’in anladığı tek bir dil var: Güç, şiddet. Biz de bu dilden konuşacağız. Savaşta Ukrayna’yı sonuna kadar destekleyeceğiz.”

Batı açısından Putin Rusyası ile savaşta çok elverişli bir şema ortaya çıktı: Onlar parayı (ve sonuçta yine para anlamına gelen silahı) bastırıyorlar, Ukraynalılar ise Rusya ile savaşıyor. Batılı yöneticiler arasında ölen Ukraynalılar (ve Ruslar) için büyük bir üzüntünün egemen olduğunu hiç sanmıyorum. Sonuçta kendileri açısından minimum riskli ve uygun bir mücadele yöntemi buldular.

50’yi aşkın ülke Ukrayna’ya ekonomik ve askerî destek veriyor (NATO’nun 30, AB’nin 27 üyesi olduğunu hatırlatayım).

Savaştan rahatsız olsa da Batı’ya da güvenmeyen birçok Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesi sessiz kalıyor.

Savaşla birlikte Moskova’nın gazabına uğramaktan daha fazla korkan eski Sovyet cumhuriyetleri (çoğu başını Rusya’nın çektiği Bağımsız Devletler Topluluğu’nun üyesi) çoğunlukla Ukrayna’ya sempati duyuyor.

Uluslararası alanda hiç kimse Kremlin’e net destek vermiyor. Putin açısından özel önem taşıyan üç ülkeden ilki, Çin Moskova’nın “nükleer bomba kullanma” tehditlerinden ve askerî başarısızlıkların Batı’yı hızla güçlendirmesinden rahatsız. Hindistan da savaşla ilgili olarak Rusya’yı uyarıp araya mesafe koyuyor. Ancak her ikisi de Batı’ya satılamayan Rus petrolünü ve gazını ucuza kapatmaktan dolayı memnunlar. Üçüncüsü Türkiye, o ayrı konu…

* * *

Birkaç gün önceki Münih Konferansı Rusya’nın dünyada giderek yalnızlaştığını bir kez daha ortaya koydu. 20 yılı aşkındır bu platformun en önemli katılımcılarından biri olarak görülen Rusya, bu kez resmî düzeyde davet edilmedi. Onun yerine etkinliğe bazı Rus muhalifler çağırıldı. Bu durum “acaba Batı, Putin sonrası Rusya’da kimlerle muhatap olabileceğini anlamaya mı çalışıyor?” yorumlarına yol açtı.

Rusya’nın “terörist devlet” ilan edilmesinden BM Güvenlik Konseyi’nden çıkarılması çabalarına, Putin’in uluslararası mahkemede yargılanması talebinden “Rusya Federasyonu’nun dağılmasının, yok olmasının insanlığın hayrına olacağını” savunanlara kadar birçok şey duyuyoruz son aylarda.

Sadece sonuncusuyla ilgili bir çift laf edeyim: Birincisi, öyle yöneticilerini, siyasal sistemini beğenmediğiniz her ülkeyi cehennemlik ilan ederseniz bir gün ortada kimse kalmayabilir. Rusya, şu anda sizin kin duyduğunuz şeylerden çok daha fazlasıdır. İkincisi, nükleer bir devlet olan ve bir dizi cumhuriyet ve bölgesi arasında gergin fay hatları bulunan dünyanın en büyük ülkesinin parçalanma sürecinin “çevreye hiç rahatsızlık vermeden” gerçekleşebileceğinden emin misiniz sahiden?

* * *

Bu arada Rusya içindeki süreçlerle ilgili birkaç cümle etmeden geçmeyeyim.

Anketler biraz abartmalı olsa bile sonuç olarak Rusya toplumunun liderine (ve savaşa) destek verdiğini sergiliyor. Bu biraz da Rusların tarihsel özellikleriyle ve geleneksel demokratik değerlere uzak kalmasıyla ilgili.

Batılı bazı hayalperestlerin uzun yıllar boyunca ekonomik yaptırımlarla Rusya siyasetine çekidüzen verme çabalarının boşa çıktığını artık görmesi gerekiyor.

Bununla birlikte son yaptırımların ve uluslararası izolasyonun bu yıl içinde Rusya ekonomisini ciddi olarak sarsacağını da ekleyelim. İnsanlar ekonomik sıkıntılardan bunalacak. Ama siz yine de “maddi taleplerle sokağa çıkacak Rusların Putin’i devirecekleri” hayalini kurmayın isterseniz.

Ha, darbe olur mu, onu bilemem. Sözde Batı düşmanı olsa da aslında evleri, yatları, okumaya gönderdikleri çocukları ve pahalı tatilleri ile hayatlarını çoktan Batı ile birleştirmiş olan Rusya yönetici elitlerinin ezici çoğunluğunun Putin’in “Ukrayna’yı alma” inadından rahatsız olduğunu düşünüyorum. Ama bunun siyasetteki yansıması nasıl ve ne zaman olur, belli değil.

Ne var ki, barış istedikleri “sessizliklerinden belli olan” önde gelen bazı Rus yöneticilerin (Başbakan Mişustin, Moskova Belediye Başkanı Sobyanin ile üst düzey finans ve ekonomi yetkilileri) olmasa da, Putin’i Ukrayna’ya karşı “yeterince sert ve kararlı savaşmamakla” suçlayan aşırı sağcı ve milliyetçi bazı isimlerin (Wagner birliklerinin patronu Prigojin, Donbass Ruslarının eski liderlerinden Girkin-Strelkov, felsefeci Dugin vb.) ilk kez Kremlin’i alenen eleştirebilmesi taze bir gelişme. Ve onlarınki “vitrin muhalefeti” komünist Zyuganov ve kısa süre önce ölen Jirinovski gibilerinin göstermelik tepkilerine göre daha tehdit edici görünüyor.

Gidiş Putin açısından sıkıntılı hale gelebilir. Giderek yaşlanan ve toplumla arasındaki bağları özellikle Covid başlangıcından bu yana iyice zayıflayan Rus liderin siyasi hamleleri de geçmişe kıyasla zayıflamışa benziyor. Danışmanlarının çok önceden “tarihi” ilan ettiği önceki günkü “ulusa sesleniş” konuşmasında heyecan verici ve yeni sayılabilecek bir içerik bulmakta zorluk çekenlerdenim. Üstelik bu konuşma, bir gün sonra olmasına rağmen, Biden'in Kiev ziyaretinin gölgesinde kalmaktan kurtulamadı.

* * *

Rusya bir yıl öncesine göre daha zayıf bir ülke haline geldi. Putin’in devirmeyi hedeflediği Kiev yönetimi ve özellikle Başkan Zelenski ise tam tersine çok güçlendi.

Savaşın ana amaçlarından biri NATO’ya darbe vurmak, yayılmasını önlemekti. Oysa 2019’da Fransız lider Macron’un “Beyin ölümü gerçekleşti” dediği NATO’ya yalnızca yeni bir yaşam enerjisi gelmekle kalmadı, yıllardır üyelik için girişimde bulunmaya çekinen İsveç ve Finlandiya’nın pakta katılacağı kesinleşti.

Bir yıllık bilançodaki zarar hanesi daha da uzatılabilir. Ama bu kadarı bile durumun ciddiyetini göstermiyor mu?

Peki, bu savaş ne zaman bitecek? Bazılarına göre uzun yıllar sürecek. “Bu yıl içinde biter” diyenler de az değil. Şu sıralarda hem Rusya hem de Ukrayna büyük bir taarruza geçmeye hazırlanıyor. Sanırım bahar ve yaz aylarında savaş alanında ve siyaset sahnesinde önemli değişiklikler olabilir.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

Partili gazetecilik, Pravda, sağcı ve solcu yandaş medya

Erdoğan "şöyle 10-15 milyon tirajlı bir gazete olsa" deyince Sovyet deneyimi aklıma gelmişti. Bizde niye bir "Kasımpaşa Pravdası" çıkmasındı?

Amirim, bu adamın komünist anıları var, ne yapalım? Al onu, al al al al!

Özgür Özel dünkü 1 Mayıs etkinliklerine devam etseydi belki de bugünkü Cumhurbaşkanı görüşmesine yara bere içinde gidecekti

Güzellik ve hüzün, bir ülke ve bir kadın…

Bunca güzelliğin mutluluk verememesi ne kadar acı. Bir kadın için de... Bir ülke için de...