21 Haziran 2012

‘Oğlum bak git!’ ve ‘Münasip bir yerine…’ üslubu üzerine

Memleket bir türlü söndürülemeyen iç savaş ateşleriyle yanıyor. Tıka basa doldurulan cezaevlerinde yanmak için mecazi anlatıma...

Memleket bir türlü söndürülemeyen iç savaş ateşleriyle yanıyor. Tıka basa doldurulan cezaevlerinde yanmak için mecazi anlatıma da lüzum kalmıyor. İktidara karşı muhalefet etmek, nice yangınlardan geçmeyi göze almayı gerektiriyor.

Bu olağanüstü sıcak şartlarda bazı AKP’li yöneticilerin söz ve tavırları, insanlarla alay edildiği izlenimini uyandırıyor.

Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeleri arasında ifade ve basın özgürlüğü konusunda en kötü durumdaki ülke olduğuna, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 2010’da 6 bin 500 başvuru varken 2011’de bu sayının 9 bine ulaştığına dikkat çeken muhalif milletvekili Ertuğrul Kürkçü’ye iktidar temsilcilerinin verdikleri cevaplar son derece enteresan:

Mehmet Metiner bunu “atanmışların bağımsız eleştiri getirebilmesi” olarak yorumlarken, İhsan Şener de “özgürlüklerin arttığını ve insanların daha çok hak aradığını” söyleyerek neredeyse bununla övünüyor.

Ne güzel, değil mi? İnsanlar başlarına gelen korkunç olayları ulusal sınırlar içinde bir türlü çözemedikleri için AİHM’ye taşıyorlar. Birileri de, “Bakın, AİHM’ye başvuranları kesmiyoruz; bizim sağladığımız özgür eleştiri ortamı sayesinde bu başvurular gerçekleşebiliyor” diye kendilerine pay çıkarıyor.

Halkın canına okuyalım, Kürtler’e ve muhalefete dünyayı dar edelim, gazetecileri içeri atalım… Mağdur olanlar şikâyet için AİHM’nin kapısını çaldığında da “Biz Hitler ve Stalin değiliz ki; isteyen uluslararası mahkemelere başvurabilir” diyerek üzerine yatalım!

Peki, AİHM başvurularında dünya şampiyonluğu konumunu kaybetmek pahasına, bu ülkeyi daha özgür ve yaşanılası kılmaya ne dersiniz, beyler?

Hem dünyada başka hangi devlet, AİHM kuyruklarında kendi vatandaşlarının fazla olmasıyla övünebilir ki?

*       *       *

Ama burası Türkiye! Kanlı ve küflü sorunlara öylesine alışığız ki, aklımıza gelen her şeyi hiç düşünmeden tartışma adabının sınırları içine sokabiliriz. Nasıl olsa insanlarımız siyasi söylemlerdeki düzeysizliğe ve demagojilerle yalanlara alışık. O halde, “liderden fırça yedirtmeyecek, hatta onun gözüne girmeyi sağlayacak” her türden açıklama ve tavır mübahtır!..

Bu “yan gözle lidere bakarak söylenen ölçüsüz ve acayip sözler” maalesef sadece ulusal sınırlarımız içinde kalmıyor. Aynı teraneyi gözümüzü kırpmadan yabancılar karşısında da tekrarlayabiliyoruz. Ve gözümüz yine ulusal liderde; o ses çıkarmıyorsa, hatta gülümseyerek onaylıyorsa, bizi çok yadırgayan ve hatta anlamayan yabancılara da aynı üslupla seslenebiliyoruz.

\

Bu anlayışın en belirgin temsilcisi Egemen Bağış. AKP’de Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yapmasının ardından 2009 başlarında Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci olan bu üst düzey resmî yetkili, yabancı muhataplarıyla son derece rahat ve umursamaz bir tarzda konuşabiliyor. Konuşmalarını genellikle şaka ve nüktelerle süsleme hevesiyle dikkat çeken Bağış, uluslararası platformlarda da aynı alışkanlığını “tavizsiz” sürdürebiliyor.

Örneğin, geçen yıl “karikatür krizi” yaşadığı Hollandalı milletvekili Barry Madlener’a “Onu (karikatürü) al ve münasip bir yerine koy!” diyebildi. İngilizce sarf ettiği bu sözler, elbette Türk basınında aslına çevrilerek “hak ettiği” yeri buldu. Geçen hafta yine aynı kişi ile arasında bu kez “kitap krizi” çıkan Bağış, “Bizde dillere pelesenk olmuş bir deyiş vardır” türünden güvenirliği kuşkulu bir “açıklama”dan sonra - nedense artık “belalım” deme lüzumunu hissettiği - Hollandalı milletvekilini “Oğlum, bak git!” diye tehdit ettiğini övünerek anlatıyor. (Burada tartışmanın konusuna ve Hollandalı milletvekilinin siyasi çizgisiyle amacına değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden üst düzey bir yöneticinin üslubuna ve nezaket anlayışına dikkat çekmek istiyorum.)

Bağış, daha önce de bir konuşmasında “Hani bir espri vardır, espri sınırlarını biraz zorlayan bir şeydir, ama halkımızın, özellikle gençlerimizin diline işlemiştir, ‘Geçen gün kamyon sürdüm, Leonardo da vinci’ diye.” kalitesi oldukça tartışılır bir “şaka”yı, onu anlamakta zorlanan yabancılara servis etmekte bir sakınca görmemiştir.

*       *       *

Konumu bakımından neredeyse “ikinci Dışişleri Bakanı” durumundaki Bağış’ın diplomasiden bu kadar uzak tarzının açıklaması yine yukarıda yazılanlar olsa gerektir. Dışarıyla görüşürken de “içeriye yönelik üslup kullanma” ve “liderin hoşuna gitme” çabası.

Vaktiyle Davos’ta “Van minut kahramanı” olan, bir ara Avrupa Parlamenterler Meclisi’nde kendisine Türkiye’deki ifade özgürlüğüyle ilgili sorulan soruya cevap verirken “Arkadaşımız galiba Fransız;  Türkiye’ye de Fransız” diyen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Bağış’ı bu üsluptan dolayı uyaracağına doğrusu pek ihtimal vermiyorum.

Aslında bence tam tersi olmalıydı. Erdoğan yabancı dil bilmeyen ve tüm hayatını Türkiye’de geçirdiği için yabancılarla diyalogda fazla tecrübesi olmayan bir yönetici. Oysa Bağış, 17 yıl ABD’de yaşamış ve dernek yöneticiliği yapmış. En azından farklı diller arasındaki tercüme sorunlarına ve mantalite farklılıklarıyla algılama zorluklarına vâkıf birisi olduğu kesin. Ama tavrı son derece umursamaz. Çünkü öncelikleri başka.

Daha önce de AB’ye sözüm ona çağrı yaparken “Teklif etme veresiye, dost kalalım ölesiye” tekerlemesinden yararlanmaya çalışan, Fransız lider Sarkozy’e tepkisini Twitter’da “Sarko’ya kapak olsun” yazarak dile getiren, Güney Kıbrıs yönetimine yönelik olarak “Hristofyas su kaynattı” ve “O zaman Rumlar kumda oynasın” türünden “esprili” anlatımları kullanan yine Bağış’tır.

Oysa aynı Bağış, geçen yıl sonunda Ege Üniversitesi’nde kendisine yumurta atan öğrenci Esin Çalışkan, neredeyse terör suçlusu gibi 5 yıllık mahkûmiyet talebiyle yargılanırken hiç de “şakacı” ve “bağışlayıcı” değildir.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu'nun eski Eşbaşkanı ve Zaman yazarı Joost Lagendijk’in “Arkadaşım Egemen Bağış, iyi bir satıcıdır. Seyirci karşısında neyi nasıl satacağını bilir” dediğini biliyoruz. Bu “usta satıcı”, Türkiye’deki tutuklu gazetecilerle ilgili soruları cevaplarken “92 gazeteci; ama tutuklulukları meslekleriyle ilgili değil; bunlar arasında soygun, askerî firar, gece vakti yağma, adam öldürme, adam kaçırma, gasp, kasten adam öldürme, uyuşturucu ticareti, sesli ve yazılı veya görüntülü bir ileti ile hakaret, şantaj, nitelikli dolandırıcılık gibi suç unsurları nedeniyle tutuklular da var” buyurdu. Allah Allah, acaba bu meslektaşlarımızın adları ne? Bilen var mı?..

*       *       *

Zaman zaman “Ben Türkiye'nin başmüzakerecisiyim. Tabii ki Türkiye'nin haklı olduğu konularda kendi müzakere tekniklerimizle ve taktiklerimizle ülkemizin hassasiyetlerini dile getireceğiz.” demekten hoşlanan Bağış’a üç soru sormak geliyor içimden:

Peki, Türkiye'nin haksız olduğu konular hangileridir?

Acaba müzakere teknikleriniz ve taktikleriniz neden bu kadar “alaturka” kaçıyor?

Sizin gibi uluslararası alanda ülkenin temel temsilcilerinden birinin, durmadan liderine ve iç piyasaya bakarak söylem geliştirmesi yerine, biraz da kendini “dünya vatandaşı” olarak hissetmesi gerekmez mi? 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"