İnsanlar mutsuz. İktidara yakın olanlar da muhalif olanlar da...
Yerel seçimler için bir yarış var ama pek heyecan vermiyor.
Ne veriyor?
Sıkıntı veriyor, en kibar deyişle.
Dahası bazen kuşkunun da ötesinde iğrenme duygusu uyandırıyor.
Belli ki adayların önemli kısmı ahlak yoksunu, çıkarcı, kurnaz…
Partilerinin aday göstermediklerinin bir bölümü de öyle.
Bir kavga gürültü sürüyor ama bu, genellikle "hizmet yarışı" falan değil; iç mücadeleler, komplolar, beceriksizlikler, ego patlamaları…
Ve bu filmde bizlere verilen rol belli: Sadece tek bir sahnede kısa bir süre için görüneceğiz ve 31 Mart'ta "tıpış tıpış" gidip "saptanmış" insanların seçilmesi için pusulayı doldurup sandığa atacağız.
Ondan önce de ondan sonra da hiçbir şey söylemeyeceğiz ve yapmayacağız.
Çünkü biz "konu mankeni" gibiyiz.
Ne diyelim, yazıklar olsun!
* * *
Bu ortamda iyimser olmak kolay değil.
Bakıyorum, birçok insan "bu işler böyledir, seçimler de adaylar da hep kirlidir" diyor.
Hayır, değil. Tüm adayların "kirli" olduğu da doğru değil, tüm seçimlerin böyle geçtiği de.
"İktidarın insanı bozduğu" öngörüsü de her zaman haklı çıkmıyor.
Bunun için çoktandır hatırlamadığım ama dün aklıma geldiği anda yüreğimin ışıldadığı bir adamdan bahsetmek istiyorum size.
Jose Mujica
Uruguaylı "Vosvos Mujica"dan. Yani Pepe'den.
Şimdi epeyce yaşlandı. Ama hayatta, Uruguay'daki eski evinde.
Bir ara Türkiye'ye gelmiş, bize güzel şeyler anlatmıştı.
Hem de mühim anda, 1 Kasım 2015 seçimlerinin arifesinde.
O zamanlar, CHP'li belediyelerin davetiyle geldiği için mi nedir, Yeni Akit onu hemen deşifre edivermişti: "Seçim öncesi partisinde fakir bulamayan CHP, yurt dışından fakir ithal etti; bir polis katilini davet etti."
Pepe, "dünyanın en fakir cumhurbaşkanı" sıfatını taşıyordu. Ama kendisini hiç fakir saymayan biriydi o, çünkü asıl zenginliği "ruhunda ve özgürlüğünde hissediyordu":
"İnsanların gece uyuyacak bir saçak altı bile bulamadıkları bir dünyada, birilerinin devasa malikânelerde yaşamasını anlamıyorum. Evsiz ve susuz insanlar varken sen özel uçağım olsun, oraya buraya gideyim diyorsun. Asıl fakirler, hayatta elde ettikleriyle yetinmeyen insanlardır."
* * *
Ayağında bir kot pantolon vardı...
Sırtında asılı bir çanta...
Ne takım, ne kravat...
Bizimkiler de aynı havada karşılamış, altına bir mavi "Vosvos" vermişlerdi.
Kaldığı yer de Taksim'de, üç yıldızlı bir oteldi...
Yanlış anlaşılmasın, adam sıradan biri değil, 2010-2015 yıllarının Uruguay Devlet Başkanı idi.
Pepe'nin geliş nedeni kitap tanıtımı denmişti. Kitabın adı da şöyleydi:
"İktidarda bir kara koyun: Saraysız Başkan Jose Mujica".
Saraysız, duydunuz mu? Ne kadar provokatif!
Bizde bırakın devlet yönetimini, ufak bir ilçenin bile belediyesini kapanlar, hatta muhtar olanlar, önce rahatını ve ihtişamını düşünüyor. Malum, "itibardan tasarruf olmaz"…
Oysa o Türkiye ziyaretinde açıkça söylemişti:
"Siyaset para biriktirmek için değildir. Parayı çok sevenlerin ticaretle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla para ve zenginlik diğer dünyaya götürülemiyor."
Solcuydu. Gerillaydı. Yakalandı. 14 yıl hapis yattı. Vücudunda polislerden yediği 6 kurşunun izleri var.
1973-1985 yıllarında tutuklu kaldığı ve işkence gördüğü Libertad Cezaevi'ni kapatıp yerine sağlık hizmeti veren bir klinik açmıştı.
2010'da iktidara gelmesinden itibaren demokratikleşme, piyasa ekonomisi, yolsuzluğa karşı önlemler adına çok şey yaptı. "Solcular anlamaz" denilen ekonomi, onun döneminde hızla gelişti, ülkedeki yoksul ve işsiz sayısı azaldı.
Mujica, bir soruyu cevaplarken, sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada solun en büyük sorununun "birleşememek" olduğunu belirtmiş ve şunu da eklemişti:
"Mağlubiyetler, zaferlerden daha öğreticidir."
* * *
Kişisel hayatında da örnek biri Pepe. Devlet başkanlığı yaptığı dönemde, basit bir çiftlikte, barakayı andıran bir evde yaşadı. Aylık 12 bin dolar olan maaşının yüzde 90'ını hayır kurumlarına bağışlardı.
En büyük maddi birikimi genellikle kendisinin kullandığı bir Vosvos'tu. 1987 model mavi bir otomobil.
Parayı değil adaleti ve özgürlüğü önemsiyordu. "Özgürlük, yaşamak için kazandığın zamandır" diyordu.
Başkanlık dönemi sonrasında senatör olarak çalışmayı sürdürdü. 2020'de aktif siyaseti bıraktığını söyleyerek istifa etti.
Çıkardığı derslerden birini şöyle özetlemişti: "Yıllardır bahçeme nefret ekmedim, hayatın bana verdiği zor dersi aldım; nefret aptallaştırıyor."
Onunla ilgili son haberlerde, şimdi 88 yaşındaki örnek insanın, 70 yaşında evlendiği eşi Lucia Yenge ve 3 ayaklı köpeği Manuela ile aynı basit evde yaşamayı sürdürdüğü yolundaydı.
Umarım üçü de iyidir.
Ve umarım bu gerçek yaşam öyküsünden birileri (tek bir belediye başkanı adayı bile olsa) ders çıkarmayı başarır.
Hakan Aksay kimdir?
Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.
Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.
Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.
2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.
|