18 Ocak 2025

Kederde, tasada, sevinçte ve “korkuda” birlik

"Hiçbir şey insan ruhunu ödleklik ve korkudan daha fazla esir alamaz” demiş Hemingway

Milletçe bizi en çok birleştiren ve benzeştiren özelliğimiz nedir acaba?

Korku olabilir mi?

Çünkü cümleten korkuyoruz.

Siyasetçi korkak, iş insanı korkak, gazeteci korkak, sanatçı korkak…

Belediye başkanlarından gazetecilere “yeterince korkmayan” ya da “diğerlerinin korkmasını sağlayabilecek olanlar” içeri tıkılıyor.

Son zamanların siyasi bilmecesi “çözüm süreci”, yani “yeni paradigma” veya adı her neyse (“iktidarın Kürtlerle diyalogu”), nasıl gidiyor görüyorsunuz.

Bir yanda sisler ve puslar arasında pek görünmeyen bir havuç silueti…

Öbür yanda güneş olmadığında bile parıl parıl parlayan tonla sopa…

Bu şartlarda elbette muhalif olmak cesaret istiyor.

Ama cesaretsiz muhalefet de olmuyor.

Muhalif kelimesinin kökeni Arapçadan geliyor ve karşıtlığa, aleyhte olmaya, zıtlaşmaya, itiraz etmeye dayanıyor.

Hem “muhalif” geçinip hem fazla itiraz etmeme ya da mevcut avantajlarını kaybedecek kadar zıtlaşmama eğiliminde “durumu idare edenlere” vaktiyle Friedrich Nietzsche ne demişti:

“Korkarak yaşıyorsan yalnızca hayatı seyredersin.”

“Korkma” mı, “kork” mu?

Bizde korku her yere sinmiş.

En başta ruhumuza.

“Çocuk eğitimi” sanılan şeyin de, toplumsal ilişkilerin de, siyasetin de vazgeçilmez unsuru.

Eskiden beri hep böyle olmuş.

İstiklal Marşı’nın bile “korkma” diye başlaması tesadüf olmasa gerek.

Ama kendini o ulusal sembolün bir numaralı sahibi olarak görenler/gösterenler, bugün sanki tam tersini haykırır gibiler:

“Kork!”

Korkutucu yasalar ve yasaklar birbirinin peşi sıra geliyor.

Hapishaneler taştı... Basın özgürlüğü yerlerde... Sendikal mücadele, sivil toplum örgütü geleneği desen neredeyse kalmadı…

Verilen mesaj hep aynı:

“Korkacaksın! Korkmayanı pişman ederiz! Bedelini ağır ödetiriz!”

Bu yöntemin etkisiz olduğu söylenemez. Epeyce “korkan” var. Kimisi sanki doğuştan “ödlek”, kimisi sonradan olma, “temkinli” falan diyor kendine.

Galiba en çok korkanlar, kendilerini güçlü iktidarın kanatları altında güvende sanarak baskıyı, zorbalığı açıkça savunanlar.

Bunlar asla “kaka cümleler” kurmuyor, “zor sorular” sormuyor.

Onun yerine durmadan “efendim”ler, “siz nasıl uygun görüyorsanız”lar, ceket iliklemeler, saygı ve bağlılık bildirmeler…

Aslında herkes cin gibi her şeyin farkında.

Ama herkes suspus.  

El pençe divan, aynı hizada.

“Neme lazım...”

Korkunun ecele faydası yok

Tarih boyunca korku üzerine çok şey söylenmiş ve yazılmış.

Mesela, Mahatma Gandi şöyle demiş: “Korku işe yarayabilir ama korkaklık hiçbir işe yaramaz.”

Benim en çok hoşuma gidenlerden biri Ernest Hemingway’e ait:

“Hiçbir şey insan ruhunu ödleklik ve korkudan daha fazla esir alamaz.”

Korku sadece korkanla ilgili değil, aynı zamanda -hatta en başta- korkutanla ilgili bir his.

Korkutan, neden korkutmayı tercih ediyor acaba?

Sakın kendisi korktuğu için olmasın?

Epikür ne demişti: “Etrafa korku salanın kendisi de korkuyordur.”

İktidarı pekiştirmesi için tasarlanan onca güç, onca koruma, onca önlem, onca yasa hep aynı kaynaktan geliyor sanki:

Kendini güvende, daha ve daha fazla güvende hissetmek ihtiyacından.

Kim bilir belki de aramızda en çok korkan, en fazla bağırıp çağıran, en sık tehditler ve hakaretler savurandır.  

Ama şu sıralarda epeyce korkup sinmiş ve özgüvenini kaybetmiş olan bu halkın geçmişinden bugünlere süzülen unutulmaz bir atasözü var:

Korkunun ecele faydası yoktur.

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

“Cilalı Trump Devri”: Siz de komşunuzun mağarasını işgal edebilirsiniz

Trump Grönland, Kanada ve Panama Kanalı üzerinde hak iddia ederek dünyanın nereye gideceğinin ilk sinyalini verdi

Kardelen

Gecenin karanlığında hüzünlü bir Kürtçe türkü duyuldu. Kadın sesiyle çocuk sesi arasında bir yakarıştı bu

Aliyev Moskova’ya yönelik eleştirilerine devam ediyor

Azerbaycan liderinin düşürülen uçak konusundaki tavrı, biraz da iç ve dış kamuoyuna mesaj verme amacıyla ilişkili

"
"