Yine büyük laf etme ve demokrasilerde halkın önemini hatırlama mevsimi geldi.
Seçimler var ya Rusya’da... Bugün parlamento seçimleri... Üç ay sonra da başkanlık seçimleri...
Şu ya da bu biçimde kendine demokratik diyen yönetimlerde halkın siyasete ağırlığını koyduğu en önemli gün, seçim günü. Hatta belki tek gün...
Halk dediğiniz nedir ki? İşi liderleri seçmek, onlara itaat etmek, onlardan korkmak, zamanı geldiğinde onları devirmek olan kimliksiz kalabalıklar... Bazen koyun gibi, bazen canavar... Ama kimliksiz kalabalık işte...
Ama halk dediğiniz, sonuçta bildiğiniz insanlar!.. Sizin bizim gibi... İki kolu, iki bacağı, bir gövdesi ve ara sıra kullanıp genelde dinlendirdiği bir kafası olan insanlar...
Halk mı görmek istiyorsunuz? Bakın çevrenize! Yollara bakın, parklara bakın, resmî dairelere bakın, apartmanlara bakın!..
Durun, bir apartman örneğinde Rus halkını açıklayayım size. Moskova’da yaşadığım zamanlardan birinde günceme düştüğüm notları, “düzeyli kalmaya çalışan röntgencilik çabam”dan geriye kalan satırları aktarayım. Aktarayım ki, bugün sandık başında olduğundan dolayı iyice “büyük Rus halkı” oluveren, dün olduğu gibi yarın da pek esamesi okunmayacak olan sıradan insanların kim olduğunu görün.
90’lı yıllar... Başkentin merkezi bir yerinde, en ünlü caddelerden Prospekt Mira’nın burnunun dibinde yaşıyorum. Yerimiz iyi de, sokağımız biraz dar. Onun da neredeyse üçte birini şu karşıdaki şişman apartman kaplıyor. Koca gövdesiyle sokağımıza ağırlığını koymanın ve bir kolunu da caddeye uzatmanın verdiği güvenle bizim binaya yan bakıyor. Daha doğrusu tepeden. O on iki katlı, biz dokuz. Bizimkisi yabancıların işgali altında, o ise Rus halkını toplamış bağrında.
Halk mı? Ya şu üçüncü kattaki iki arabalı, pazar günleri bile kravatlı ve korumalı gezen mafya bozuntusu? Mafya da halkın bir parçası sayılmaz mı acaba? Onu bilmem; ama bu adam karşı apartmanın bir parçası. Belki binanın göremediğim yanında başka daireleri de vardır. Böyle kasılarak yürümesine bakılırsa, geçmişin komünist parti yöneticilerinden olsa gerek. Yoksa insan belli bir yaştan sonra yürüyüşünü bu kadar değiştiremez.
Ama beşinci kattaki yaşlı insanlar hakın ta kendisi işte. Balkonda eskimiş bavulları ve kısmen çürük olduğunu sandığım elmaları durur hep. Uzaktan seçemiyorum, ama adamın atletinde ya bir yırtık var ya da kocaman bir leke. Sabahları jimnastik yapıyor o atletiyle. Kadını sokakta görüyorum bazen. Ellerinde çantalar ve torbalar, gözlerinde keder. Acaba ölümü mü düşünüyor, hayatı mı? Herhalde emekliler. Ve iki yakaları bir araya gelmiyor olsa gerek. Seçimde kime oy vereceklerini bilmiyorum; ama kime vermeyeceklerini tahmin etmem zor değil...
Altıncı kattaki yaşı geçkince kızın ise seçimlerde oy kullanmayacağına bahse girerim. Bigudiler kafasına yapışacak sanki. Her yerde süslenir: Arka odada, sokağa bakan odada, mutfakta... (Evin öteki bölümleri buradan görünmüyor.) O cama çıktığı zaman benim gibi perdenin arkasına gizlenmeyi tercih eden başkalarının da olduğuna kendimi çoktan inandırdım. Evlense de kurtulsak!
Sekizinci katta gözlüklü bir genç var. Sabahlama yarışında sokağımızda bana rakip olabilecek tek kişi o. Yarı açık perdenin gerisinde, başı dikkatlice öne dönük gergin oturuyor hep. Acaba ders mi çalışıyor? Şiir veya aşk mektubu mu yazıyor yoksa? Sakın bomba falan yapıyor olmasın? Tavırlarından siyasi görüşünü çıkarmak imkânsız. Elindeki gazeteyi de bir türlü göremedim.
Dokuzuncu kattaki karı koca herhalde ne sosyalizm zamanında mutluydu, ne de sonrasında. Allahtan yan komşum değiller; yoksa dırdırlarından uyuyamazdım. Birbirlerini sürekli olarak ihanetle suçluyor gibiler. Bir seferinde misafirlerini uğurlarken sarmaş dolaş olduklarını görmüştüm. Camı açıp onları kutlayasım gelmişti. Ne var ki misafirlerin gitmesiyle maça başlamışlardı hemen. Hafta sonları genç ve oldukça iyi giyimli bir kız geliyor. Acaba zengin kocasından habersiz, annesisine ve babasına yardım mı ediyor? Umarım fahişe değildir.
Ha, bir de kedi var. On birinci katta. Pencerenin dışına çıkıp yerden 40 metre yüksekte ve 19 santimlik dar bir şeritte kaygısız turlar atıyor zaman zaman. (Becerebilseydi sigara da içerdi mutlaka.) Ne benim yüreğimin ağzına gelmesine, ne de Rusya’da olup bitenlere aldırıyor. Ölüm sınırında gezerek özgürlüğünün tadını çıkarıyor.
İşte karşı apartmandaki komşularımdan bazıları. Ben onların ülkesindeki siyasi olayları, toplumsal değişiklikleri anlayıp anlatmaya çalıştım yıllarca. Bazen de bütün bu gelişmelerin, onları benim kadar ilgilendirmediği kanısına kapılıp hayıflandım.
Sahi, acaba onlar benim hakkımda ne yazarlardı?..
Kedinin beni önemsemediğine eminim gerçi...