14 Aralık 2014

Geçmiş kinleri kusma değil, medya özgürlüğü için dayanışma günü

Hukuksuzluk karşısında duruma ve kişiye göre tutum belirlenmez.

"Yeni Türkiye" bugün gerçek bir "yenilik" yaşattı bize. Bir gazetecinin gözaltına alınışını televizyonlardan canlı yayında izledik.

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, gazete binasına giden ve dayanışma sergileyen gazetecilerin, siyasilerin, okurların dayanışma gösterileri ve "Özgür basın susturulamaz" sloganları altında gözaltına alındı.

Olay, pazar günü olmasına rağmen, ülkede tansiyonu yükseltti ve fiilen bütün Türkiye'ye mal oldu.

İktidarın kuşkulu iddialarıyla bir gazetecinin özgürlüğünün elinden alınmasının böyle kitlesel protesto olaylarıyla göğüslenmesi bakımından da bir "ilk"in yaşandığını söyleyebiliriz.

 

*    *   *

 

Türkiye medya özgürlükleri bakımından utanç verici bir durumda. Dünyada alt sıralarda. Birçok gazeteci hapiste, yüzlercesi işini kaybetti ve mesleğiyle uğraşma imkânları sınırlandı.

Basın özgürlüklerine yönelik bu zorbalıklara karşı her zaman tepki gösterildi. Ama bu tepkiler yeteri kadar güçlü değildi. Ve hiçbir zaman böyle etkili bir protesto dalgası oluşmadı.

Bu, elbette ki geçmişte işini ve özgürlüğünü kaybedenlerin, bugün aynı durumda kalanlardan daha önemsiz veya haksız olduklarını göstermiyor.

Dumanlı'nın binlerce kişinin sloganları altında polisçe gözaltına alınması sırasında, önce keşke dün de özgürlüğünü ve işini kaybeden bütün meslektaşlarımıza aynı şekilde sahip çıkılabilseydi diye düşünmeden edemedim.

Daha sonra da şunu düşündüm: Bundan sonra gazetecilerin özgürlüğüne yönelik saldırılar bugünkü gibi kitlesel tarzda tepkilerle göğüslenirse, kuşkusuz, iktidarın işi zorlaşacaktır.

*    *   *

 

Neden böyle bir günde bunları yazıyorum?

Çünkü - sosyal medyada şu anda kaynayan kazanların da ortaya koyduğu gibi - bugün yaşananlar, muhalefet sıralarında ve gazeteciler arasında çok farklı yorumlara yol açıyor.

Oldukça geniş kesimlerde yüksek sesle veya sessizce ortaya konulan tavır şu:

"Bu kavga, daha düne kadar iktidarı paylaşan AKP ile Cemaat arasındadır. Bizi ilgilendirmez."

"Cemaat ve yayınları, yakın zamana dek iktidarın haksızlıklarına ve bu arada gazetecilere yönelik baskılara karşı çıkmıyor, tersine destek oluyordu. İşte bugün de onlar belasını buluyor, çeksinler cezalarını!"

Yaygın bir klişeyle:

"Yesinler birbirlerini!" (Dünkü Sözcü'nün birinci sayfasında, "Türkiye ne çektiyse bu ikiliden çekti" dendikten sonra "Bizi kendi kavganıza bulaştırmayın" diye açıklama yapılıyordu.)

 

*    *   *

 

Öte yandan Cemaat'e "Dokunan yanar" diyen ve 375 gün hapiste yatan meslektaşımız Ahmet Şık, attığı twitte "Cemaat'in bugün yaşadığının adı da faşizmdir. Faşizme karşı çıkmak erdemdir" deme vicdanını ve sorumluluğunu gösteriyordu.

Ben de hiçbir zaman Cemaat'e yakın durmayanlardan, hatta bir dönem (Moskova'da) onun bazı temsilcileriyle gerginlik yaşayanlardan biriyim. Son bir yıl içinde pek çok şeyin değiştiğini görmekle birlikte, ciddi bir özeleştiri süreci yaşamayı başaramayan ve genellikle kendi canı yandığından söz eden Hizmet Hareketi'ne özel bir sempati ve güven duyduğumu söyleyemem.

Ama bugün mesele, Cemaat'in (veya kendilerinin deyişiyle Hizmet'in) tartışılması veya yargılanması değildir.

İktidar basın özgürlüğünü giderek kısıtlıyor. Muhaliflerini birer birer susturuyor. Bazı gazete ve televizyonlara el koyarak, bazılarının parasını bastırarak, kimilerini korkutup sindirerek etkisizleştirmeye ve "yandaşlaştırmaya" çalışıyor.

Bugün de sıra Hizmet Hareketi'nin medya kuruluşlarına geldi.

Bu engel aşıldıktan sonra, sırada başka hedeflerin olduğuna kuşku yok.

 

*    *   *

 

O zaman dün başkalarının (ve kendimizin) özgürlüğünü nasıl savunduysak, bugün de Zaman ve Samanyolu'nun özgürlüğünü öyle savunmalıyız.

Cemaat geçmişte nasıl bir tutum almış olursa olsun. Hatta daha fazlasını söyleyeyim: Yarın yeniden tutum değiştirmeleri ihtimali bulunsa bile, bugün onların savunulması vazgeçilmez bir görevdir.

Çünkü hukuksuzluk karşısında duruma ve kuruma/kişiye göre tutum belirlenmez. Adaleti savunan, her koşulda ve herkesle ilgili olarak savunur.

Zaman ve Samanyolu'na baskıları (geçmiş kinleri gerekçe göstererek) seyretmek demokratlık olmaz.

Geçmişte bazı gazeteciler BİZİM özgürlüğümüzü savunmadılarsa, bu ONLARIN sorunudur. Bugün ONLARIN özgürlüğünü savunmak ise BİZİM sorunumuzdur.

Özgürlüğü savunmak "ama", "dur bakalım", "daha sonra", "şimdi ve bunlara yönelik olmaz" vs. yaklaşımları kabul etmez. Ya savunacaksın, ya savunmayacaksın.

 

*    *   *

 

Bugün önemli bir gündü.

Bugün medya özgürlüğüne yönelik yeni bir saldırı yaşanırken, aynı zamanda ona karşı çıkmanın yaratacağı imkânları da gördük ve sezinledik.

Toplumun geniş kesimlerinin, bu arada AKP'ye oy verenlerin bütün bu yaşananlara bütünüyle kayıtsız kaldığını sanmak yanlış olur.

Bu noktada cesaret ve ilkelilik son derece önem kazanıyor.

Eski İçişleri Bakanı ve Milad Partisi lideri İdris Naim Şahin'in bugün Dumanlı'nın yanında olması önemliydi.

Bu ortamda akıllara gelen birçok sorudan bazılarını sıralayalım:

Abdullah Gül nerede? Bülent Arınç nerede? Zaman zaman vicdanları olduklarını düşündüren sözler söyleyen ve tavırlar sergileyen AKP'li ve muhafazakâr siyasetçiler nerede?

MHP'den HDP'ye kadar muhalif siyasi güçler nerede?

Ve elbette, böyle bir günde, gazetecilik açısından bu kritik aşamada:

Medyanın sorumluluk ve onur sahibi öteki temsilcileri nerede?

@AksayHakan

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cihatçılar Halep’e saldırdı, Rus basını Erdoğan’a ateş püskürdü

Rus Tsargrad sitesinin başlığı: Erdoğan Putin’i kandırdı: Kremlin suskun, Türkiye Cumhurbaşkanı yine ihanet yolunu seçti

Savaşın yayılma eğilimi Türkiye için bir tehdittir

Toprak ve insan hayatı: Ben ikincisini daha çok önemserim, siyasiler ise genellikle toprağı seçer

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

"
"