Kızım benim!..
Sarışınım, beyaz kirpiklim, zeytin gözlüm, dünya güzelim!
Yaramazım, oburum, telâşe müdirem, korkak tavşanım, akıl küpüm, sabır taşım, iyilik timsalim!
Bunca zamandır çok şey anlattım sana, ama eksik bıraktıklarım da kaldı. Onları da şimdi söyleyeyim de daha iyi tanı ve anla beni.
Artık anlayacağından eminim. Ee, ne de olsa koskoca bir kız oldun. Hatta orta yaşlı bir kadın bile sayılabilirsin.
Bugün senin doğum günün. 6 yaşındasın artık. Bizim türümüze tercüme edersek 40-42 yaşına geldin diyebiliriz. Az değil yani.
* * *
Güzel kızım benim!
Sen şimdi gülüp de benim cesaretimi kırma, ama biz insanlar aslında gülünç yaratıklarız. Sizden farklı olarak, biz her zaman “kusursuz” olma gibi aptalca amaçları anlamlı bulduğumuz için, hep çok fazla kusurumuz olur; lakin biz bu kusurların pek azını bilir ve dert ederiz. Seyrek olarak da efelenir, bunlardan bazılarına savaş açarız.
İtiraf edeyim, seninle tanışmamdan kısa süre önce ben de bir “kahramanlık” yapma kararı almıştım. Çok utandığım bir kusurum vardı: Lafta çok sevdiğimi söylediğim hayvanlara, özellikle de köpeklere karşı aşırı derecede mesafeliydim; açıkçası, korkuyordum. (Biliyor musun, bende ve arkadaşlarımın çoğunda bu türden bir sürü “hayat şaşılığı” vardır. Mesela, okkalı yankı getiren “insanlık” kavramı uğruna kendimizi tehlikeye atarken çevremizdeki somut insanları sevmeye fırsat bulamamış olabiliriz. İlginç, değil mi, kızım?)
Köpek sahibi bir sürü tanıdığım vardı; bense yalnızca onların köpekleriyle gezmesine, oynamasına, arkadaşlık yapmasına imrenmekle kalmazdım, bazen köpek korkumu gizlemekte büyük sıkıntılar yaşar, zor durumlara düşerdim.
Bu iş böyle gitmezdi. Bu sorunu çözmek için bana önerilen yöntemlerden (bu konuda kitap okumak, köpek sahibi insanlarla konuşmak, kursa gitmek, köpekli ortamlarda vakit geçirmek vs.) en radikal olanını seçtim: Bir köpek sahibi olmalıydım. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum, ama mutlaka ve kısa sürede köpekleri anlayıp onlarla dostluk kurabilen insanların safına katılacaktım.
Bir ay boyunca Moskova'nın birçok semtinde yavru köpeklere baktım. Olmadı. Zordu. Korkuyordum. Korkumu gizlemek için de zavallı yalanlar söylüyordum. (“Çocuklukta yaşadığım bir şeylerden olsa gerek, köpeklerden biraz çekiniyorum da...” “Hayır, bu köpek çok uygun değil gibi, çok büyük, öteki de çok küçük, şuna da içim pek ısınmadı nedense...” “Bu ay çok yoğunum, önümüzdeki ay mutlaka tekrar gelirim, hem belki o zaman yeni köpekleriniz olur...”)
* * *
Bir gün komşu mahallede bir ailenin evinde buldum kendimi. Labrador cinsinden üç küçük köpek vardı önümde. Biri kapkara ve pek umursamazdı, öteki bembeyaz ve çok uslu, üçüncüsü sarı-bej arası ve epeyce yaramazdı. Köpeklerin sahibi İrina, “Tecrübeniz yoksa beyazı alın” demişti. Yine düşünmek için izin istemiş, fotoğraflar çektikten sonra oradan ayrılmıştım.
O günlerde gittiğim Petersburg'da fotoğraflara sık sık baktım. Ve kararımı verdim. Dönüşte eve bile uğramadan İrina'ya telefon ettim. “Fazla düşündünüz, yavrulardan biri satıldı” dedi. Soru sormadım. Yarım saat içinde geleceğimi söyledim.
Geldiğimde, tahmin ettiğim gibi, beyaz köpek yoktu. Masanın arkasına gizlenen siyah yavruyu da fark etmedim önce. Sense yine tabakları ve bardakları devirmekle meşguldün.
- Neydi bunun adı?
- Belisa...
3 Mayıs 2007'ydi. Ve sen tam 3 aylıktın. Az sonra kucağımdaydın.
Moskova'da pek deprem olmaz ya, o gün biz seninle çok uzun süre titreyip sallandık. Sen sahibinin dışında birinin sana dokunmasından korkmuştun. Bense hayatımda ilk kez bir köpeği kucaklıyordum. (Aslına bakarsan kucaklamıyordum, ucunda “tehlikeli madde” bulunan ellerimi mümkün olduğunca vücudumdan uzak tatmaya çalışarak seni taşıyordum.)
* * *
Ertesi gün Cumhuriyet gazetesinde “Hayatı paylaşmak için” başlıklı yazım yayımlanmıştı:
“İçimde yıllardır ertelediğim olağanüstü sabırlı bir istek... Kendimden ve doğadan artık özür dileme zamanının geldiği yolunda titreşimler... Ve artık ‘bir şeyler yapmak’ ihtiyacı...
Kentlerin dışına taşmak istiyorum... Hem de günübirlik kıytırık bir misafir olarak değil... Toprağa, ağaçlara, çiçeklere, suya yakın yaşamak istiyorum... Beton yığınlarından ve devasa kibrit kutularındaki bana ayrılmış bölmeden istifa edip doğayla yakından tanışabileceğim küçük, ama bir yanı uçsuz bucaksızlığa açılan bir mekâna kavuşmak istiyorum...
Ve bu doğanın hem bir parçası, hem de hakkı gasp edilmiş doğal sahiplerinden olan hayvanlara karşı mesafeli, kaygısız, meraksız ve korkak hayattan biraz daha vazgeçmek istiyorum... Bu uğurda bana sevginin en doğal ve karşılıksız türünü armağan etmeye çoktan hazır olan bir canlıya kapımı açmak istiyorum...
Dün bu vurdumduymaz dünyada üç ayını dolduran küçük bir köpekten bir şeyler öğrenmek istiyorum... Sevgi için, sorumluluk için, mutluluk için... Hayatı paylaşmak için...”
* * *
İlk günlerde birbirimizden epeyce korktuk seninle. İlk alışan sen oldun. Ben uzun zaman senin benim elimi kolumu yalamandan bile irkiliyordum. Bu arada tuvalet ve gezme ihtiyacı konusunda birbirimizi anlamadığımız zamanlar oldu tabii. Salondaki divana neler yaptığını ölsem de unutamam. Bir de benim ve misafirlerimin ayakkabılarında epeyce biledin taze dişlerini. Hayli zarar verdin yani. Ama çok sevimliydin. (Bozulma hemen, şimdi de fena sayılmazsın!)
Kızım benim, senden çok özür diliyorum. O sıralarda “köpek eğitiminde dayak şarttır” diyen bazı insanlara uyarak sana birkaç kez terlikle vurmuştum. Kırılsaydı o ellerim! Şimdi çok pişmanım, inan!..
Sen beni epeyce değiştirdin, biliyor musun? İnsan olmama çok yardımcı oldun. Galiba bu son cümleyle çam devirdim. Kızdığı tavırları “hayvanlık” olarak niteleyen, hakaret etmek istediği zaman “köpek”, “ayı”, “öküz” diyen, tersine duygularını “aslanım”, “koçum”, “ceylanım” sözleriyle ifade edip hayvanlar arası ayrımcılık yapan kişileri dolaylı olarak desteklemiş oldum belki de.
Neden biz insanların “en üstün” olduğundan bu kadar eminiz ki? Aklımızla mı üstünüz? Ahlakımızla mı? Doğayı ve birbirini bizim kadar acımasızca yok eden, üstelik her Allah'ın günü tonla yalan söyleyen, kendini bile kandıran, imajlarla ve pozlarla yaşayan biz değil miyiz?..
Oysa sizin hayatınız ne kadar yalın ve net! Akıl konusuna gelince. Bence sen, gördüğüm ve bildiğim insanların en az yarısından, politikacıların ise üçte ikisinden daha akıllısın, bundan eminim.
* * *
Duygular, ah, duygular... Şu 6 yılda sevgiyi, hele hele karşılıksız ve felsefesiz-irdelemesiz-gevezeliksiz sevmeyi önemli ölçüde senden öğrendim ben. Üstelik sen hiçbir “özel çaba içine girmeden” başardın bunu bana öğretmeyi. Çoğu kez sadece yanımda olarak, susarak, bakarak ve şekerleme yaparken bile “sanki tesadüfen” koluma ya da bacağıma dokunup sımsıcak enerjini bana aktararak...
Ne çok sürükledim ben seni, ülkeden ülkeye, şehirden şehre! Gık bile demeden geldin benimle. Birlikte olmamız önemliydi senin için. Şimdi bol seyahatli son aylar içinde senden uzakken gözümde tütüyorsun. Ve eve dönüşün en renkli anlarından biri, senin bitmek bilmez sevgi gösterilerin...
Ne kadar çeşitli bakış ve tavırların var, hâlâ şaşıyorum. Ve senin konuşamamana ilk yıllardaki gibi üzülmüyorum. Yalnız sen kaşlarının birbirine yakın uçlarını alnının ortasına çekip derin bir hüzünle baktığında, hele bir de bu hüzne karamsar bir iç çekiş eklediğinde, yüreğim daralıyor.
Canım kızım, seni ne kadar ihmal ediyorum, değil mi? Senin için yapabileceğim, ama yapmadığım ne çok şey vardır, kim bilir!..
Biliyorum, bugün doğum günün, acıklı konuşmaların zamanı değil, ama...
Senin kum saatinin benimkinden daha hızlı akması, bazen kâbus korkusu yaratıyor içimde. Marley ve Ben, gördüğüm en hazin filmlerden biriydi. Ve Marley öylesine benziyordu ki sana!..
* * *
Rusya'dayken ara sıra hayvanlara şiddet uygulanmasıyla ilgili gördüklerim ve okuduklarım tüylerimi diken diken ederdi. Hatta uzaya çıkan ilk insan olan Yuriy Gagarin öncesinde bilinemezliğe fırlatılan 48 köpekten 20'sinin ölmüş olması, özellikle de 1957'de uzay gemisinde kavrularak kurban edilen ve yarım asır kadar sonra Moskova'ya heykeli dikilen Layka'yla ilgili öğrendiklerim bile beni kızdırmıştı.
Şimdi seninle üç yıldır yaşadığımız Türkiye'deki vahşeti düşünüyorum da! Laf olsun diye öldürülen, yaralanan, bacakları ve kuyrukları koparılan, hele hele çoğu güvenip sevdiği insanlar tarafından cinsel tacize hedef olan, ırzına geçilen o kadar çok hayvan var ki burada!
Ve kimsenin umurunda değilsiniz! Birkaç kez havlasanız, size düşman olup her yerden kovmaya uğraşacak milyonlarca sevgisiz insan, nefret elde hazır durumda...
Ne yazık ki bunlar arasında acımasız belediye yöneticileri, zabıtalar, hatta cahil ve kaygısız veterinerler bile var. Köpek (ve horoz, deve vs.) dövüşü düzenleyen, hayvan kaçakçılığı yapan, köpeklere ayrılan bütçeleri cebe indirmeye çalışan o kadar çok “insancık” var ki...
Gerçek anlamda “hayvansever” ise pek az. Benim gibi iki-üç laf edip konuyu unutanlardan ve Facebook'ta şık fotoğraflarla, etkili sözlerle show değil, hayatını sahipsiz hayvanlara harcayacak kadar içten olanlardan bahsediyorum.
* * *
Dün tanıştığım Hayvan Hakları Federasyonu üyesi ve Haydos Hayvan Bakımevi yöneticisi Türkân Dağdelen böyle bir istisna. Ondan öğrendiklerimi ve öğreneceklerimi, becerebilirsem, 600 köpek ve 150 kedi ile birlikte zorluklar içinde yaşadığı Muğla Ortaca'yı ziyaret ettikten sonra anlatacağım sana.
Doğrusu anlatmaktan önce anlamak istiyorum: Bir insan uzun yıllar yurtdışında yaşayıp da kendisine yeni bir hayat kurmak için döndüğü memleketinde, sadece tecavüze uğrayan bir köpekle göz göze geldiği için tüm maddi birikimini, enerjisini ve zamanını nasıl kimsesiz hayvanlara adayabilir?
Bir bahçeden meyve çalma karşılığı olan ceza ile hayvanlara tecavüz eden, onları öldüren kişilere verilen cezanın pek farklı olmadığını söyledi bana Türkân Hanım. Şartları çok yetersiz olan barınaklarda 70-80 hayvana bile bakılamazken, yeni çıkarılmak istenen yasayla kitlesel katliamlarının yasallaştırılmasının amaçlandığını, sözüm ona “doğal yaşam parkı”nda hayvanların ölüme mahkûm edileceğini anlattı. Asıl hedefin, “aşılamak, kısırlaştırmak ve yaşatmak” olması gerektiğini vurgulayan Dağdelen'in başına gelmeyen kalmamış köpekleri kurtarayım derken.
Onu dinlerken aklıma takılıyor: Muhalif gazetecilere kızarken “Köpekleriyle yatarlar” ve “tasmalılar” diyen bir zihniyetin yönettiği ülkemizde, “Hayvan Haklarını Koruma Kanunu”na getirilebilecek değişikliklerden biri de, evdeki insan sayısından fazla hayvana izin verilmemesi.
Sen ve “ihtiyar sosis”, ettiniz mi iki köpek? Bir de kaplumbağa var... Ne yaparız, kızım? Bu yaştan sonra dağa mı çıkarız hep birlikte?
Neyse, sen bırak bu çenesi düşük adamın gevezeliğini de, şu düğümlü kemiğin tadına bak şimdi!
Bugün senin doğum günün, keyfini çıkar! Güzel köpeğim benim! Yaşlansa da hep çocuk kalacak güzel kızım!..