25 Şubat 2024

Turuncunun hüznü

1942'de Ordu Varlık Vergisi listesinde Hamdi Evrensel (Agop Çilciyan) ismini görüp görüştüğümüzde artık ailenin hikâyesini not düşmenin zamanı geldiğini düşündüm

Dünyanın dört bir tarafına savrulmuş Ordu Ermenileri ile yıllardır devam eden görüşmeler geçtiğimiz yıllarda Raffi Portakal'la da yollarımızın kesişmesine vesile oldu. Sanat dünyasının yakından tanıdığı Raffi Bey ile Ordu Ermenilerinden olan annesi Mannik Hanım, dedesi Agop Efendi ve eşi Siranuş Hanım'ın hemen hemen her Ordu Ermenisi gibi yarım kalan hikâyeleri bizi dönem dönem bir araya getirdi ve iletişim halinde olmamızı sağladı. Bu hafta, 1942'de Ordu Varlık Vergisi listesinde Hamdi Evrensel (Agop Çilciyan) ismini görüp tekrar görüştüğümüzde artık ailenin hikâyesini not düşmenin zamanı geldiğini düşündüm.

Ordu Ermenilerinden Boğos Tchildjian'ın (Çilciyan) kartviziti. (1914) 

Raffi Portakal:

"Tehcirde anneannem ve dedem, Ordu'dan bir kafileyle yola çıkmadan evvel, 3-4 yaşlarında olan iki çocuklarını iki farklı aileye veriyorlar. Ara Keğezik; yaşasaydı dayım olacaktı, diğeri de Hıngeni Teyzem. Ara Dayımı bir Rum aileye, Hıngeni Teyzemi müslüman bir aileye veriyorlar. Ordu'nun köklü ailelerinden olan Sağra (Şıhoğulları) Ailesi'ne... Çocuklarını emanet edip yola çıkıyorlar çıkmasına ama akrabalardan, dostlardan pek çok kişiyi çeşitli biçimlerde kaybediyorlar. Önce Ordu, Mesudiye'de kalıyorlar bir süre. Anneannemin elinden iyi dikiş geliyor. Kaymakamın eşinin terziliğini yaptığından Ermeni olduklarını saklamaları önceleri kolay oluyor. Ama sonra durum anlaşılıyor ve sürülüyorlar yeniden. Adıyaman'a vardıktan sonra annem ve ikiz kardeşi Anahit doğuyor. Anneannemin sütü yeterli gelmiyor, Kürt bir komşu kadın anneme sütannelik yapıyor. Annem 'Oğlum bende Kürt bir annenin sütü var' derdi. Üç yıl kadar kalıyorlar orada ve yine anneannemin zanaatı sayesinde çok hırpalanmıyorlar."

Raffi Portakal'ın annesi Mannik Hanım'ın büyükbabası Boğos Ağa ve ailesi, Ordu'da

Ortalık yatışınca Ordu'ya dönmek üzere yola çıkıyorlar. Dedem, Samsun'da fındık tüccarı olarak iş yaptığı, fındık sattığı adamlara gidiyor. Tanımıyorlar; saç sakal öyle birbirine karışmış, öyle zayıflamış ki… Yaka paça dükkândan atmaya çalışırlarken dedem 'Durun, yapmayın ben Agop Efendiyim' diyor. Anneannemle ikisini hamama gönderiyorlar, aklayıp paklıyorlar, ağırlıyorlar. Sonra ver elini Ordu. 

İkinci dereceden kuzenim Alis'ten öğrendiğime göre, maalesef Rum ailenin yanındaki Keğezik yok ortada. Öldü diyorlar; ama bir tuhaflık seziyor bizimkiler. Anlaşılan Ara Keğezik'in ölmüş olduğundan pek emin değiller. Hâlâ başına ne geldiğini bilmiyoruz. Hıngeni Teyzem ise sağ kalıyor. Dedem ve anneannem geri almak istiyorlar ama teyzem istemiyor. Tabii, üç yıl orada kalınca… 6-7 yaşına da gelmiş. Zar zor eve dönüyor. O günleri hatırlıyordu teyzem. Sonrasında da çok trajik bir hayatı olmuş, çok genç yaşta Trabzon'a gelin gitmiş. Kızına hamileyken gördüğü baskıdan kaçarak Ordu'ya dönmüş. Bir daha da evlenmedi. Anne tarafındaki kadınlar arasında aile reisi anneannem değil, teyzemdi. Başka işi olmadığı için herkese hâkim, herkesin aile düzenine müdahil. En çok dayımın üzerine titrerdi, tek erkek olarak gözdesiydi, onun için her şeyi yapardı. Eşitler arasında en eşiti dayımdı. Bu kayırmaca, daha sonraki nesillere de yansıdı."

1939 Erzincan Depremi sonrası Ordu Ermeni Mahallesi'nde kurulan çadılar önünde kasketli kişi Agop Çilciyan yanındaki çocuk Doktor Dikran Toraman

"Beş kardeşten hepsinin ikişer çocuğu oldu. Dayımın çocukları Agop ve Arto en has çocuklar oldular. Hıngeni Teyzem, Amerika'da, kızı Nadia Mimi ile birlikte yaşıyordu. Hayattayken, ziyaretine gittiğimde son zamanlarına kadar onun dilinden konuşur takılırdım: 'Sen bizi yaban belledin. Gözdelerin nasıl?' derdim. Bir ara Ordu'da 'İkinci tehcir olacak' dedikodusu yayılıyor. Dedem 'Ben anasını satarım bu işin; biz Ermeni kalalım, Hristiyan kalalım, ama ben resmiyette Müslüman olacağım!' diyor ve oluyor. Bunları bilmiyordum. Yanılmıyorsam anneannemin ismi Semiha, dedeminki Ahmet Hamdi. 1940'larda Hristiyanlığa geri dönüyorlar. Tüm Evrensel Ailesi, yani Çilciyanlar İstanbul'a göç ediyor. Bu işin mimarı bildiğim kadarıyla babam. Yine de ta 1964'e kadar burada kaldılar, gitme sebepleri bambaşka… Bütün 6-7 Eylüllere rağmen!"

Aret Portakal'ın evinde, en arkada duran Zare Kendiryan ve Mannik Portakal'ın ikizi Anahit Evrelsel'in nişanı kutlanıyor. Masanın başında ev sahipleri Mannik ve Aret Portakal (anne ve baba) oturuyor. Aralarında fotoğrafın en sağında ayakta duran Hıngeni Teyze'nin kızı Mimi Nadya (Buğday) var. Arkasında Civan Çakar ve Hayguhi, teyzesinin kucağında Raffi Portakal duruyor. Yanında Murat Evrensel (Dayı) var. Aret Portakal'ın sağında oturanlar sırasıyla Agop Evrensel (Dede), Siranuş Evrensel (Anneanne) ve hem adaşı hem dünürü Siranuş Çakar. Resmin solunda Ordu Ermenilerinden kuyumcu Vahan Usta'nın oğlu Tiyatrocu Hamparsun ile Hrant ve Harutyun kardeşler, akraba ve dostlar. 1950

"Sonra babamla Brezilya'ya gitme denemesi yaşadık ve geri geldik. Bütün bunlara rağmen bizim burada kalmış olmamızı çok önemsiyorum ve şükrediyorum. Üstelik giderek büyüyüp genişledik. Ama nereden bakılırsa bakılsın, aile dağılmasaydı herhalde daha iyi olurdu. Mesela dedem Hagop İstanbul'da öldü, ama anneannem Siranuş Montreal'e gitti ve orada gömüldü. Şüphesiz; o sıcaklığı hissetmek başka. Tabii ki beraber yaşamayınca, birçok şeyi sadece telefonlarda paylaşmak zorunda kalıyorsun. Kan bağı sadece kâğıt üstündeki bir şey değil; beraber acıları göğüslemek, sevinçleri paylaşmak var. Her dakika telefon etsen de olmuyor. Ailenin bu kısmı Güney ve Kuzey Amerika kıtalarında; saat farkı var arada ama bağı koparmamaya çalışıyorum. Benim en iyi anlaştığım kişi, ailede bir otorite, adalet sembolü olan Murat Dayım'dı; doğruya doğru, eğriye eğri diyen, fazla da kırılıp dökülüp kibarlık yapmayan biri. Nihayetinde dayım Anadolulu, Orduluydu."

Agop Çilciyan (Ahmet Hamdi) ve eşi Siranuş (Semiha) Hanım'ın Ordu Ermeni mahallesinde, Movsesyan Ermeni Okulu'nun karşısında, Hacı Karakin Anasal'a komşu olan evleri

Enis Batur,  Raffi Portakal Portakal'ın Yüzyılı, Doğan Kitap, 2015

Yazarın Diğer Yazıları

İki gözüm iki çeşme -Ordu’da Ermeni Çeşmeleri-

Kaderine terk edilen halklar, hayatlar, hikâyeler, sevdalar, yapılar… Her şey dert olur bana

Fânî

Tüm hayatı boyunca zamanın şartları gereğince okula gidemediği için üzüntü duyan Lütfi Filiz, tasavvuf felsefesini çok yalın bir dille anlattığı eserlerini şöyle ifade etmektedir: "Faniyâ bu sözleri sen değilsin söyleyen Nutk eden Hakk'ın dili, dilde tercüman benem"

Hakikat, insan hikâyesidir: Kiske Kuşunun Peşinde, Katamizeler

Hakikati nerede bulacağız? Devletlerin çok amaçlı resmî anlatılarında değil elbette. Hakikat, insan hikâyesidir. Devreden değerler mirasındadır. Hayatın absürt gerçekliğini kavramak üzere yaratılmış sözlü tarihtedir