22 Ekim 2023

Öyle Bir İstanbul; Semtler, Hayatlar, Hatıralar

Berken Döner'in, İstanbul'da farklı kesim ve çevrelerde görüştüğü aileler ile yapmış olduğu sözlü tarih kayıtları, kadın dilinin gücünü ve şiirselliğini yansıtırken, Aras Yayıncılık'ın titiz çalışmasıyla kitaba dönüşerek İstanbul kent hafızasına büyük bir katkı sağlayacaktır

Her hayat hikâyesi tarihin bir parçasıdır. Sözlü tarih, insan hafızasını tarihsel bir kaynak olarak kabul eden, insanların geçmiş ile ilgili anlattıkları hikâyelere dayalı olarak bilgi üreten bir tarih metodudur. Sadece belgelere dayalı tarih yazımı ile gerçeklere ulaşmanın doğurduğu bir boşluk da var. Bu yöntem bazen tarihsel çarptırmalara neden olurken halklar için sonuçları çok acı da olabiliyor. Oysa tarihin konusu insan toplulukları ise o halde tüm insanların yaşam öyküsü tarihin içerisinde olmalıdır. İşte sözlü tarih, belgelerin yetersiz kaldığı zamanlarda, olayı yaşayanların tanıklıklarıyla o önemli boşlukları doldurmaktadır. Belgelere dayalı olarak anlatılan tarih devletlerin, kralların, büyük adamların, diplomatların, yazarların, savaşların tarihi olmuş, halktan uzaklaşmış ve elit hale gelmiştir. Bu yüzden azınlıklar, kadınlar, devletleşemeyenler, katliama uğrayanlar, yenilenler, unutulanlar göz ardı edilmiştir. Daha önemlisi gerçekleri arayan tarih, gerçeklerden uzaklaşmıştır. Türkiye'de yazılı tarihi olmayan "ötekilerin" tarihini yazmak sol düşüncenin ağırlık kazandığı 1960'lı yıllarda söze dayalı yaşamöyküsü anlatılarının kaydedilerek arşivlenmesiyle başladı. Farklı okumalara açık bir kültürel malzeme olan yaşamöyküsü anlatılarının oluşturulmasını sağlayan sözlü tarih yöntemi, kendimizi dolayısıyla birbirimizi daha iyi anlamamız için değerli bir yol. Sıradan insanların yaşam pratiğinin zenginliği "onun ne düşündüğü değil, bizim ne düşündüğümüz önemli" anlayışı ile yüzyıllardır görmezden gelinirken farklı kültürlerin bir arada yaşama pratiğini perdeleyen bu durum Cumhuriyet'in 100. yılında aşılmayı bekleyen birçok toplumsal sorun gibi önümüzde duruyor.

Berken Döner'in, İstanbul'da farklı kesim ve çevrelerde görüştüğü aileler ile yapmış olduğu sözlü tarih kayıtları, kadın dilinin gücünü ve şiirselliğini yansıtırken, Aras Yayıncılık'ın titiz çalışmasıyla kitaba dönüşerek İstanbul kent hafızasına büyük bir katkı sağlayacaktır. Okuduğumuz aile hikâyelerinin zaman ve mekan hafızası ile toplumsal belleğin sınırlarının iç içe geçişi disiplinlerarası çalışmalar için de zemin hazırlıyor. "Öyle Bir İstanbul; Semtler, Hayatlar, Hatıralar" kitabının ortaya çıkış süreciyle ilgili Berken Döner'in söylediklerine kulak verelim.

"Bir mekânda yaşamak, orada izler bırakmak demektir. Kent, içinde yaşayanlarla konuşur, biz kentle konuşuruz. Kent ve insan, her an iletişim hâlinde olan bilinçli bir organizmadır. Bu kitapta bir araya gelen İstanbul portrelerinin hepsi, son beş yılın karşılaşmalarının ürünü. Her insan, normal gibi görünen sıra dışı anlarda hayatıma girdi. Sabah saatlerindeki ilk vapura yetişmeye çalışırken, uzun bir romanı bitirdikten sonra yalnız başına yürüyüşe çıkmışken, büyük binaların olduğu yerlere yaklaşırken, otobüs bileti alırken, gölgeli duvar diplerinden yürürken... Hayatlarının bir dönemini dinlediğim bu insanların hiçbiri belirli bir yöntemle seçilmedi. Tek ortak noktaları, kişisel hikâyelerinde İstanbul'un olması. Dolayısıyla zorda, kenarda kalmış kentin dip balıklarının hikâyesi; aykırı, olağandışı, masalsı hayatlarla yan yana geldi. Her birinin kendine özgü bir İstanbul'u var. Bu İstanbul hatırlanan zamanın izlerini taşıyor. Kentin kibar semtleri, kenar mahalleleri, gazinoları, kulüpleri, randevuevleri, balıkçı barınakları ve sabahçı kahveleri, söyleşi yaptığım insanların kendilerini tanıma ve gerçekleştirme çabalarına yeni bir alan açıyor."

"İnsanını kaybeden bir kent zamanla yok olur gider"

"Görüşmeler esnasında, mekânın hafızada bıraktığı derin izleri kavramaya çalıştım. İstanbul'un önlenemeyen bir hızla özgün dokusunu kaybetmeye başladığını fark ettim. İnsanını kaybeden bir kent zamanla yok olur gider. Anlatılan hikâyeleri okurla buluşturmak hem kentin geçmişini anlamlandırmayı hem de şu anki tahribatı kavramayı kolaylaştıracaktı. Bir kentle bağ kurulması için o kentin sakinlerinin geçmişini bilmek önemlidir. Kitabın ilk adımı bu niyetle atıldı.

Kent dillerin, kimliklerin ve kültürlerin karşılaşma alanıdır. Bu kitapta yer alan insanlar, bulunduğu çevrenin "önemli" olaylarına tanıklık etmiş, farklı kültürlerin içinde yaşamış sıradan insanlar. Önünden geçip gittiğimiz evin içindeki bir hayat, daha geçenlerde rastladığımız bir tanıdık... Bireylerin hatıraları üzerinden şekillenen bu anlatılar, İstanbul'u türlü yaşam portreleriyle okumayı öneriyor. Tam da bu nedenle, tanıkların açıklamalarında gerçeği yansıttığını varsaymakla birlikte, anılarını romantize etme olasılığına da göz ardı etmiyorum!"

"Semt, kentin dokusunu mikro analize tabi tutmaya olanak sağlar"

"Ada'dan Suriçi'ne, Beyoğlu'ndan Boğaz'a doğru kıvrıldığım bir haritayla kitaptaki yazılar semtlere göre tasnif edildi. Semt, kentin dokusunu mikro analize tabi tutmaya olanak sağlar. Toplumsal ve kültürel ilişkiler orada şekillenir, semt dinamik bir yapıya sahiptir. Tarihsellik, dayanışma, komşuluk, bir aradalık, aidiyet gibi unsurlardan beslenir. Politik, kültürel ve coğrafi olaylardan etkilenerek zamanla kendine özgü bir kimlik kazanır. O kimlik, içinde yaşayan insanları da farkında olmadan kuşatır. Bireyi yaşadığı semtin bir parçası hâline getirir. 'Benim insanlarım' da her açıdan kendilerini güvende hissettikleri semtlerine bağlanmıştı. Oralarda kendi kültürlerine özgü yaşam biçimleri geliştirmiş, bu mirası kuşaktan kuşağa aktarmış, hatta değişen şartlara uyum sağlamışlardı. Bu nedenle İstanbul'u semtler ve hatıralar üzerinden okumayı, kentin dokusunu keşfetmeye niyetlenenler için önemli buluyorum.

Semtlerde dolaşırken asla bir kent tarihçisinden ya da 'gezi rehberi'nden yararlanmadım. Şairlerim ve yazarlarım yolumu aydınlattı. Mesela Samatya, Gedikpaşa ve Kumkapı yazıları, yoğun olarak Vedat Türkali okuduğum zamanlarda ortaya çıktı. Ada üzerine her sözcük ise Sait Faik'li günlerimin, Kadıköy Selim İleri'nin, Beyoğlu Demir Özlü'nün hatırasıdır. Adlarını andığım ve anmadığım bütün yazarlara çok şey borçluyum. Öyle sanıyorum ki söyleşi yaptığım insanlar, tıpkı romanlardaki kahramanlar gibi yanılsamadan korkmuyordu. Onlar da benim "kahramanım" oldu. Hatta beni romantik 'eski İstanbul' kurgularını yeniden düşünmeye davet ettiler. Onlara İstanbul'un görkemli, çokkültürlü geçmişinden kalan antikalar gibi yaklaşmaktan imtina ettim. Bu kitap, böylesi bir "müzeleştirme" projesi önermiyor. Söyleşiler bir bütün olarak okunduğunda, birlikte yaşama fikri üzerinden şekillenen çoğulcu bir kent kültürünün olup olmadığı sorgulamasının kendiliğinden oluşacağını düşünüyorum.

Son beş yılda, hepimizin hayatında çok şey değişti. Aramızdan ayrılanlar oldu. İğne oyası tepsi örtüleri üzerinde, ince porselenlerde kahve içtiğimiz sevgili Garbis Baltaoğlu'nu hiç unutmayacağım. Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nun ilk baletiydi. Sıradışıydı, cüretkârdı, yaratıcıydı... Dans etmeyi bıraktıktan sonra, krepdöşin, ipek, dantel ve taftalardan yepyeni bir hayat kurmak zorunda kalmıştı. Dans fotoğraflarını bir sandığın dibinden, yalvar yakar çıkartmıştım. 'Siz bakın lütfen. İçim acıyor, unutmak istiyorum,' demişti. Devlet, toplum ve/veya aile baskısı yüzünden dans etmeyi bırakmış erkek çocuklarını her gördüğümde 'Garbo'cuğumu hatırlarım. Goblenlerde, beyaz örtülerde, gümüş tatlı kaşıklarında, dantellerde hatırladığım gibi.

Sevgili Kevork Çağlıçubukçu'yu da unutmak mümkün değil. Gedikpaşa'nın kilise korosunu konuşmak üzere Dolapdere'deki ofisinde görüşmüştük. Zor koşullarda geçen çocukluğu, kilise sayesinde piyanoyla buluşmuştu. Hikâyesini anlatırken adeta ikinci bir hayattan bahsediyordu. Her şeye rağmen torununun piyanist olarak yetişmesi, onun bu hayattaki en büyük gurur kaynağıydı. Dilerim ki Çağlıçubukçu ailesinde müzik hiç susmasın!

Kitabın oluşma sürecinde birlikte düşündüğüm ve birlikte heyecanlandığım çok insan oldu. Her söyleşide İstanbul'un farklı bir semtini ziyaret ettim. Bazen günlerce o semtten çıkamadığım oldu. Görüşmeler esnasında aile arşivlerini benimle paylaşan, kişisel hikâyelerini samimiyetle anlatan herkese çok teşekkür ederim. Benim gördüğüm, tanıklık ettiğim, yaşadığım İstanbul budur! "

Yazarın Diğer Yazıları

İki gözüm iki çeşme -Ordu’da Ermeni Çeşmeleri-

Kaderine terk edilen halklar, hayatlar, hikâyeler, sevdalar, yapılar… Her şey dert olur bana

Fânî

Tüm hayatı boyunca zamanın şartları gereğince okula gidemediği için üzüntü duyan Lütfi Filiz, tasavvuf felsefesini çok yalın bir dille anlattığı eserlerini şöyle ifade etmektedir: "Faniyâ bu sözleri sen değilsin söyleyen Nutk eden Hakk'ın dili, dilde tercüman benem"

Hakikat, insan hikâyesidir: Kiske Kuşunun Peşinde, Katamizeler

Hakikati nerede bulacağız? Devletlerin çok amaçlı resmî anlatılarında değil elbette. Hakikat, insan hikâyesidir. Devreden değerler mirasındadır. Hayatın absürt gerçekliğini kavramak üzere yaratılmış sözlü tarihtedir