17 Mart 2012

Almanya devletin başını yenilerken

Ülkenin 11\'nci, Angela Merkel döneminin 3\'ncü cumhurbaşkanı olacak Joachim Gauck\'ı, seleflerinkinden biraz daha farklı bir başlangıç bekliyor

Almanya’da Sol Parti dışında Federal Parlamento'daki (Bundestag) tüm iktidar ve muhalefet partilerinin ortak adayı olarak pazar günü gerçekleştirilecek seçimle ülkenin 11'nci, Angela Merkel döneminin 3'ncü cumhurbaşkanı olacak Joachim Gauck'ı, seleflerinkinden biraz daha farklı bir başlangıç bekliyor.

72 yaşındaki yeni Cumhurbaşkanı evlenecek. Üstelik önce boşanıp, sonra evlenecek.

Elbette, bunu "zorunlu" olduğu için değil, "gerekli" gördüğü için yapacak.

Bu niyetini, iki yıl önce aday gösterildiğinde de dile getirmişti. Ama, o dönem sadece sosyal demokratlarla, yeşillerin adayıydı ve seçilme şansı düşüktü. Dikkatler diğer aday ve genç eşine yöneliyordu.

Şimdi Gauck’u muhafazakarlar ve liberaller de destekliyor. Bu kez yüzde yüz seçilecek ve kimse onun bu konuda verdiği sözü yerine getirip, 1959'dan bu yana evli olduğu ve 1991'den beri ayrı yaşadığı, 4 çocuğunun annesi eşi Gerhild'den boşanıp, 2000 yılından bu yana birlikte olduğu arkadaşı gazeteci Daniela Schadt'la evleneceğinden kuşku duymuyor. Ama yine de bu durum onun, onların da adayı olduğu açıklandıktan kısa bir süre sonra, muhafazakar saflardan „özel hayatına çeki düzen versin, evlensin!“ uyarıları almasına engel olamamıştı. Ve doğal olarak o ve müstakbel eşi, bu tuhaf „zorla evlilik“ baskısına karşı geniş bir kesimin dayanışmasıyla karşılaşmıştı.

Almanya, eşcinsel politikacıların, durumlarını, cinsel tercihlerini saklamayarak, dahası bunu açıklayarak seçim süreçlerine girebildikleri, bu durumdan siyasi olarak zarar görmedikleri, hatta belki biraz da bu konudaki samimiyetlerinin mükafatı olarak seçim kazandıkları, büyük şehir belediye başkanı, eyalet başbakanı, parti genel başkanı, Dışişleri Bakanı olabildikleri bir ülke... Partneriyle nikahlanmayıp, birlikteliğini sürdüren bir cumhurbaşkanını da pekala "tolere edebilirdi". Ama müstakbel Cumhurbaşkanı, bu makama gelecek kişiye eşlik edecek kişinin, onun nikahlı eşi olmasını savunuyor. Aslında onu cumhurbaşkanlığına ilk olarak bu konuları hiç sorun yapmayacak partiler tarafından aday göstermişti.

Bu konudaki tercihi, onun aslında sağ kesime yakıştıranları haklı çıkarıyor gibi. Zaten 1999’da da cumhurbaşkanlığı adaylığı için adı gündeme gelmişti. Hıristiyan demokratlar onu aday göstermek istemişlerdi. Ancak seçilme şansı hiç yoktu ve o da adaylık teklifini kabul etmemişti. 2010’da sosyal demokratlar ve yeşillerin adayı oldu. Onu kendisiyle siyasal olarak birleştiklerinden dolayı değil, iktidardaki muhafazakar-liberal bloğunun başındaki Merkel'i zor durumda bırakmak için aday göstermişlerdi. Bunda kısmen de başarılı oldular. Cumhurbaşkanını seçecek Federal Asemble'deki aritmetik kendisinden yana olmasına rağmen, Merkel'in adayı Wulff ancak 3'ncü turda seçilebilmişti.

Sonunda taşlar yerine oturdu.

Alman muhafazakarlarının, liberallerin desteğiyle devletin en tepesine getirdiği genç ve sempatik Cumhurbaşkanı Christian Wulff, hakkındaki yoğun yıpratma kampanyalarının ardından görevinden istifa etmek zorunda kalınca, yeniden başlayan aday arayışı fazla uzun sürmedi. Merkel, koalisyonun küçük ortağı liberallerin şantaj benzeri bir tavırla adını öne çıkardıkları Gauck'u iktidar ve muhalefetin ortak adayı olarak açıklayarak, ortalığı yatıştırmayı tercih etti.

Kendisini hem "sol, liberal muhafazakar", hem "aydınlanmış yurtsever", hem "özgürlükçü" olarak tanımlayan, başkaları tarafından diktatörlüğü yıkan "barışçı devrim"in mimarları arasında gösterilen Gauck da böylece tam kendisine uygun bir siyasal platformun adayı olmayı başardı.

2010'da aday gösterildiğinde seçilme şansı düşük olduğu için onun kendisini tanımlamak için kullandığı bu politik kategorilere ne kadar uyup, uymadığı pek de tartışılmamıştı.

Ancak bu kez öyle olmadı.

Kısa sürede arşivlerden Gauck'ın son yıllarda ırkçı, ayrımcı, "Türk ve Arap düşmanı" tezlerini içeren kitabıyla Almanya'da gündemi belirleyen "sosyal demokrat" maliyeci Sarrazin'i "cesur" bulduğuna dair açıklamaları ortaya çıkarıldı. Sadece sol demokrat kesimlerin değil, muhafazakar Merkel'in, Wulff'un da tepkisini çeken, onların zorlamasıyla Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyeliğinden istifa etmek zorunda kalan Sarrazin, ırkçılık, ayrımcılık yapmakla suçlanırken, Gauck onun okumadığı kitabıyla „cesur“ bir iş yaptığını söyleyebilmişti.

Böylece önce göçmen örgütlerinin temsilcilerinin kendisi hakkındaki kuşkuları, itirazlarını dile getirerek, bu adaylığı tartışılır hale getirdiler.

Ardından finans kapitalin, borsaların hakimiyetini sorgulayan „occupy“ hareketini aşağılayan sözleri hatırlandı. Bu durum doğal olarak, geçmişinde benzer parlamento dışı, alternatif muhalefet girişimleri olan Yeşiller partisinin tabanından, sol kanadından itirazların yükselmesine neden oldu.

Ve bu arada Gauck'un geçmişte devletin sosyal yükümlülükleri konusunda, sosyal adalet açısından  sosyal demokratlarla değil, muhafazakarlara, liberallere daha yakın pozisyonu savunduğu farkedildi.

Sonra, yıllardır hakkındaki Doğu Almanya'daki (DDR- Demokratik Almanya Cumhuriyeti) diktatörlüğe karşı direnen bir "özgürlük savaşçısı" tanımlamasının pek de haklı olmadığı ortaya çıktı. Onun yaşadığı kentlerdeki rejim karşıtları "biz o dönemde onu buralarda görmedik!" demeçleri verirken, kendisi de "rejim karşıtı" olduğunu ancak, karşı mücadele eden girişimlerde yer almadığını açıklıyordu.

DDR'i fazla baskı görmeden atlatmış, ilahiyat dalında yüksek öğrenim görüp, ardından kilisede din adamı olarak görev alarak, resmi ideoloji Marksizm-Leninizm'den "muaf" kalabilmiş, dolayısıyla bu açıdan fazla yıpranmamış şanslı bir kişiydi.

DDR'in yıkılma süreci başladığından muhalefetin içinde ve giderek ön saflarında yer aldı. Çarpıcı hitabet yeteneği de bu yükselişte önemli bir rol oynadı. Milletvekili oldu. Ardından sosyalist dönemin gizli örgütü "STASİ"nin (MfS / Devlet Güvenlik Bakanlığı) Ve üstün en aktif siyasete atıldı. Uzunca bir süre DDR'in istihbaratının kendi vatandaşları ve dış dünya hakkında tuttuğu istihbarat dosyalarının patronu oldu. Bu kurumun tasviyesi, dosyaların tasnifi, değerlendirilmesi, haklarında dosya tutulan, takibata uğrayan DDR vatandaşlarının kendileriyle ilgili bilgileri görebilmesini sağlayan kurumun başına getirildi. DDR'de insanların sosyalist dönemde karşı karşıya kaldıkları sıkı takibatın yaygınlığı ortaya çıktı, insani tahribatları sergilendi. Diğer yandan da hedeflenen "birliğin" belki de hiç bir zaman gerçekleşmeyeceği ortaya çıktı. Sosyalist dönemi savunan, sosyalist dönemi özleyenlerle, karşısında olanlar arasındaki uçurum derinleşti. Gauck, bu uçurumu derinleştiren bir kurumun başındaydı. Ve uçurumun bir tarafında. Birleştirici olmamakla suçlandı.

Gauck, 1990-2000 arasında 10 yıl boyunca, artık onun adıyla anılan (Gauck Behörde – Gauck Dairesi) kurumu yönetti. Bu görevini bitirdikten sonra bir süre televizyonda program yaptı, ardından da çeşitli politik vakıflarda aktif görevler üstlenerek, misyonunu sürdürdü.

Siyasi olarak aralarında büyük ayrılıklar yok, ama Başbakan Merkel'e kalsa vakıf görevlerini sürdürüyor olacaktı belki de.

2010'da muhalefet Merkel'i kızdırmak, zor durumda bırakmak için onu aday gösterdi. Bunda  pek de başarısız değillerdi.

2012'de de Merkel'e kalsa yine aday olmayacaktı. Siyasal olarak aralarında büyük bir ayrılık yok ama nedense Merkel’in onu bu göreve aday göstermek istemediği biliniyordu. Ama iktidardaki koalisyonun küçük ortağı FDP, Merkel’i kızdırmak pahasına, Gauck'u aday gösterdi. Başbakan da Gauck'u arayıp, "adayımız ol" demek zorunda kaldı.

Böylece devletin zirvesine, Doğu Almanya kökenli bir politikacının seçilmesi kesinleşti.

Gazeteci Hatice Akyün, müstakbel cumhurbaşkanıyla ilgili soruyu yanıtlarken, "Bana bu göreve benim babam daha uygun gibi geliyor. Çünkü bu ülkeyi daha iyi tanıyor. O, 50 yıldır Federal Almanya'da yaşıyor. Gauck'tan 30 yıl daha uzun bir süredir" diyerek, bu durumdan bir ironi çıkarıyordu.

Çoğunluk Gauck'tan yanaydı, ama Akyün'ün itirazı genellikle gülümseyle geçiştirildi.

Gauck hakkında bir analiz yazısıyla tartışmaya katılan Tageszeitung (TAZ) editörü Deniz Yücel'in karşılaştığı tepkiler ise ağır oldu.

Yeşiller partisi liderlerinden, eski solcu Jürgen Trittin, katıldığı bir televizyon programında yazısında Gauck'un Yahudi soykırımını hafifsediğini tespit eden genç gazeteciye ve gazeteye ağır bir dille hakaret etti. TAZ'ın „domuzluk“ yapmakla suçlayan Trittin'in Almanya'da üzerinde Yeşiller partisinin de yükseldiği 60'lı, 70'li yılların alternatif hareketlerinin en kalıcı ürünlerinden olan bu gazeteye, kendini kaybedip böylesine saldırması, bir taraftan "sansür olamaz" tepkisine, bazı "derhal Deniz Yücel'den özür dile!" çağrılarına yol açtı. Özür dilemedi.

Ve yeri geldiğinde halen Yeşiller partisinin "sol kanadı"nın lideri olarak tanımlanan bir politikacının, bir dönem federal hükümette bakanlık görevi üstlenmiş, yıllardır ülkenin en üst düzey yasama organında, Federal Meclis'te milletvekili olarak görev yapan, politikacılığı meslek edinmiş bir kişinin siyasal olarak sıkıştığında „basın özgürlüğüne“ ne derece saygı duyabileceğine dair ilginç pratiğiyle tarihteki yerini aldı. Kimbilir belki o da zaman zaman "sol kanat politikacı" olarak görülmekten sıkılmıştı.

Ancak, cumhurbaşkanlığına aday gösterirken bir ilginç tavrı da Gauck'u destekleyen iktidar-muhalefet ittifakına muhalif olan sol gösterdi. Wulff'un görevinden istifa etmek zorunda kalmasının ardından "tüm partilerin ortak bir adayı"yla seçime gidileceğini açıklayan Merkel, parlamentodaki partilerin en solundaki Sol Parti'yi bu uzlaşmanın dışında bırakmıştı. Merkel'in bu tavrı, Sol Parti'ye oy veren milyonlarca seçmenin hiçe sayıldığı eleştirisine ve Sol Parti'nin de Gauck karşısına bir aday arayışına çıkmasına yol açtı. Seçilme şansı olmasa da Sol Parti, Gauck'a karşı aday çıkarmak konusunda kararlıydı. Önce kendi saflarından bir aday çıkarmaya çalıştılar. Başarılı olamayınca Almanya dışından bir aday buldular. Bu, ihlaf olmaz bir anti-faşist, bir nazi avcısı olarak tanınan Beate Klarsfeld idi. Klarsfeld, 1968'de Berlin'de dönemin Federal Almanya Şansölyesi Hıristiyan demokrat Kurt Kiesenger'i, Hitler döneminde aktif bir nazi olduğu gerekçesiyle, "seni nazi seni!" deyip, tokatlayan genç kadın olarak tanınmıştı. Fransa'da yaşayan Klarserfeld ve ailesi naziler tarafından katledilmiş Fransız eşi Serge Klarsfeld, savaştan sonra izlerini kaybettirmeyi başarmış nazilerin, nazi işbirlikçilerinin ortaya çıkarılıp, adalete teslim edilmesi ve cezalandırılmaları için yıllardır bıkmadan, usanmadan çalışmışlardı. „Lyon Kasabı“ olarak bilinen ünlü gestopa şeflerinden Klaus Barbie'nin izini Latin Amerika'da bulanlar, uzun bir mücadelenin sonunda, onun Fransa'ya getirilip, yargılanmasını ve ömür boyu hapis çezasına çarptırılmasını (hapiste öldü) sağlayanlar da onlardı. Klarsfeld, Gauck'a karşı Sol Parti'nin adayı olarak çıkmayı kabul etti.

Sol Parti de uzun yıllar Federal Almanya'dan uzak kalmış bir kişiyi cumhurbaşkanlığına aday göstermişti. Onun Hitler’in partisi NSDAP’ye aktif üye olduğunun, nazi Almanyası’nda aktif görevler üstlendiğinin bilinmesine rağmen, savaştan sonra kurulan demokratik cumhuriyette başbakanlık görevine kadar yükselebilen bir politikacıyı "Almanya adına" tokatlayarak haklı bir şöhret kazanmıştı. Ama cumhurbaşkanlığına aday gösterildikten sonra, faşizm konusundaki duyarlılığının ötesinde bir siyasal çizgide olduğu ortaya çıktı. Fransa'da sağcı Sarkozy'yi ve partisi desteklediğini, bu sağcı politikacının yeniden cumhurbaşkanı seçilmesinden yana olduğunu açıkladı. İsrail'in yaşama hakkını savunuyordu, ama Filistin konusundaki politikalarını destekliyordu. "Elbette CDU beni aday gösterseydi, ya da SPD, daha çok memnun olurdum" diye beyanatlarda bulundu. Ünlü bir anti-faşisti aday gösteren Sol Parti'nin yöneticilerin bir bölümü, bu durumlardan pek mahcup olduklarını da saklayamadılar.

Almanya, 1959'dan bu yana 15'nci kez cumhurbaşkanı seçiyor. İlk cumhurbaşkanı Heuss (FDP) ve halefi Lübke (CDU), ikişer kez seçilerek 10'ar yıl bu görevde kaldılar. Heinemann (SPD), Scheell (SPD), Carstens (CDU) birer dönem, yani 5'er yıl, 6'ncı Cumhurbaşkanı Weizsaecker (CDU) 10 yıl, Herzog (CDU) ve Rau da (SPD) 5'er yıl devletin başında bulundular. Merkel döneminin birinci cumhurbaşkanı 2005 yılında Köhler (CDU) oldu. IMF'in başından ayrılıp, Almanya'nın başına geçen Köhler, 2009'da bu göreve ikinci kez seçildi. Ancak, verdiği demeçlere karşı medyadaki eleştirilere karşı hükümetin kendisine destek çıkmamasından rahatsız olarak ikinci görev döneminin birinci yılında istifa etti. Böylece Merkel, ikinci kez cumhurbaşkanını belirleyen başbakan olma şansı buldu. Hakkında gelecekte karşısına parti içi rakip olarak çıkabileceğine dair spekülasyonlar yapılan Wulff'u bu göreve aday gösterdi. Ancak Wulff, iki yıl bile olmadan görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Şimdi Almanya'nın 11'nci, Merkel döneminin 3'cü cumhurbaşkanı, dört büyük partinin ortak adayı olarak seçilecek. Karşısında seçilme şansı olmayan Sol Parti adayı Klarsfeld var. Neo-nazilerin yasal platformdakı partileri NPD de bir aday gösteriyor. Onun da hiç seçilme şansı yok. Bu arada Almanya’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bir geleneği de güçlenmiş oluyor. Bu seçimlerde hem sağ, hem de sol kesim sık kadın adaylar da çıkardılar. Ama nedense kadınlar her defasında seçim aritmetiğinde kazanma şansı görünmeyen tarafın adaylarıydı...

Almanya başına yeni bir cumhurbaşkanı seçerken, bu ülkedeki Türk toplumunun politikayı takip eden kesimleri gelişmeleri hüzünle izliyor.

Bu hüzün, seçilecek cumhurbaşkanın, Sarrazin, sosyal adalet gibi konulardaki tavrından kaynaklanmıyor.

Nitekim Gauck, cumhurbaşkanı seçileceği kesinleşince, hakkındaki eleştirileri dikkate aldığını, "tüm Almanya’nın cumhurbaşkanı" olarak görülmeyi hedeflediğine dair jestlerden kaçınmadı.
Sarrazin konusundaki açıklamalarını yumuşattı, Türklere yönelik sıcak demeçler verdi, nazi saldırılarının kurbanlarını anma amacıyla devlet töreni düzenlenmesine gerek görmediğini açıklamıştı, ama sonra bunda ısrar etmedi, törene katıldı, törenin ardından Berlin’deki Türkevi’ni ziaret edip, Türk toplumuna bu konuda duyarsız olmadığı mesajı verdi. Seçildikten sonra yapacağı ilk konuşmasında da göçmenlere de yöneleceğini belli etti.

Türklerin yaşadığı hüznün ardında, yoğun bir kampanya sonrasında görevinden ayrılmak zorunda kalan, son haberlere göre bir süre için bir manastıra kapanan Wulff'un kaybedilmesi yatıyor.
Politik kariyerinin son yıllarını göçmenlere yönelik önemli tarihsel jestlerle zenginleştiren Wulff'ün ardından üzülüyor Türkler.

Ona, hakkındaki yolsuzluk iddialarından dolayı değil, Türklere, göçmenlere yönelik pozitif tavrından dolayı "Almanya'yı yönetemez" notu verildiğine ve bunun gereklerinin halen devam eden komplonun hedefi olduğuna inananların sayısı hiç de az değil.

Neler yapmıştı Wulff?

İşte Türklerin Wulff'ü sevmeleri, bu görevden ayrılışını kayıp olarak görmelerinin nedenlerinden 7’si…

1. Almanya'da kurduğu hükümete Türk kökenli bir bakan atayan ilk eyalet başbakanı oldu. Hamburg'da CDU içinde politika yapan iş kadını Aygül Özkan, Aşağı Saksonya Eyalet Hükümeti'nin Entegrasyon ve Kadın Sorunlarıyla ilgili Bakanı oldu. Halen de öyle. Wulff'ün öncülüğünü yaptığı yolda diğer eyaletler de yürüdü. Şu anda üç eyalet hükümetinde birer Türk kökenli bakan var. Hepsi de kadın.

2. Göreve geldiğinde yaptığı ilk konuşmada özenle „İslam, Almanya'ya aittir!“ vurgusunu yaptı. Üyesi olduğu partiler bloğunda bu açıklaması nedeniyle ağır eleştirilerle karşılaştı. Ancak tavrından geri adım atmadı.

3. İlk yurtdışı gezilerinden birini Türkiye'ye yaptı. Sıcak, sempatik açıklamalarıyla ev sahiplerinin kalbini kazandı.

4. İade ziyaretinde bulunan Cumhurbaşkanı Gül'e sıcak ev sahipliği yaptı. Birçokları onu Gül'ü karşılaşacak merasim kıtasının komutanları arasında bulunmasına özen gösterdiği Türk kökenli bir Alman subayla nazik sohbetini halen hatırlıyor.

5. Çıkardığı kitapla açıkça ırkçılık yapan, Türklere, diğer göçmenlere hakaret eden maliyeci Sarrazin'i her fırsatta, ağır biçimde eleştirdi. Federal Merkez Bankası Yönetim Kurulu üyeliğinden uzaklaşmasını sağladı.

6. Almanya'da yıllardır birer birer öldürülen Türklerin, aşırı sağcı bir komplonun kurbanı olduklarının ortaya çıkmasının ardından, kurbanların aileleriyle hemen bağlantı kurdu. Büyük bir olasılıkla, bu konudaki ısrarlı, kararlı tutumuyla bürokratların bu süreci geciktirmesine engel oldu. Kurbanların ailelerini hemen Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na davet ederek, kendilerinden özür diledi.

7. Özellikle kendi partisinden ve bu arada Gauck'tan gelen itirazlara aldırmayarak, kurbanların Berlin'de merkezi bir devlet töreniyle anılması kararının alınmasında ısrarlı oldu. Tören yapıldığında artık cumhurbaşkanı değildi. Ama öldürülen Türklerin oradaki yakınları kürsüye çıkıp, konuştuklarında ona teşekkür etmeyi unutmadılar.

Kuşkusuz Wulff'a yönelik yolsuzluk, makam istismarı vs. gibi suçlamaların bir karşılığı var. Kendisi de kabul etti. Gerçekten işadamı olan bir arkadaşından ucuz bir kredi almış. İşadamı dostlarının davetlerini kabul etmiş. Bunları yayınlamaya hazırlanın Bild gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Diekmann'ı açıkça tehdit etmiş, yani "basın özgürlüğünü çiğnemiş". Aşağı Saksonya Başbakanı’yken yetkisini  kullanarak, yakını işadamlarına çıkar sağlamakla suçlanıyor. Savcılık bu suçlamaları soruşturmak üzere evinde aramaya yapmış. Hakkında soruşturma açılmış...

Ama bütün bunlar, kalpleri Wulff'ten yana atan Türkleri, sevdikleri bu politikacının bir komployla bu görevden uzaklaştırıldığı yolundaki düşüncelerini değiştirmeye yetemez...

Üstelik, sadece Türkler değil böyle düşünenler.

Ama artık Wulff tarih oldu.

Geride medyanın eriştiği korkunç güçle ilgili tartışmalar bırakarak.

Gelecek ise Gauck’un…

Pazar günü onu seçecek 1240 Federal Asamble üyesi arasında Türk kökenli politikacılar ve politikacı olmayan eyalet delegeleri var.

Bunlardan biri aşırı sağcıların katlettiği Türklerden Mehmet Kubaşık’ın kızı Gamze Kubaşık. Diğeri 1993’de yine aşırı sağcıların Solingen’deki katliamında ailesinden 5 kişiyi kaybetden Mevlüde Genç.

Gauck’a karşı olanlar arasında da Türk kökenliler var.

Almanya artık devletin en üstünde kolay kolay kriz yaşamaz.

Hem kendi partisi, hem de ortakları büyük bir hızla güç kaybeden Merkel, artık dikkatini önümüzdeki eyalet seçimlerine verebilir…


 

Yazarın Diğer Yazıları

Fazıl Say ve Nazım Hikmet, Frankfurt’taydı

Büyük şair Nazım Hikmet’in eserlerini ve yaşamını, ona yakışan derinlikte yorumlayan Fazıl Say’ın eserinin icrası muhteşem oldu

Nedim Gürsel'in kitabı Türkiye'de Yargıtay'da, Almanya'da ödül adayı

Nedim Gürsel\'in kitabı “Allah\'ın Kızları”nın Almancası çıkar çıkmaz, Almanya\'da yabancı yazarlara verilen önemli edebiyat ödüllerinden birine layık görüldü.

Nazi kurbanı Türkler

Almanya\'da bugün bayraklar yarıya indi, saygı duruşları yapıldı. Almanya\'da aşırı sağın kurbanları resmi törenlerle anılıyor...

"
"