Hani duyduğunuzda sizi derinden sarsan, ve o an nerede ve ne yapıyor olduğunuzu hayatınız boyunca unutmayacağınız haberler vardır, işte sevgili Fikret Şenses Hocamızı kaybettiğimizi öğrenmek tam böyle oldu benim için. Hemen ardından, dünyanın dört bir tarafına dağılmış öğrencilerinin klavyelerinden sosyal medyaya dökülen duygu seli bu hislere sayısız kişinin ortak olduğunun kanıtıydı.
Ben de acı haberi onu tanıdığımız Ankara’nın çok uzağında ve tesadüfen ‘az gelişmiş ülkelerin para politikaları’ konusunda bir makale üzerinde çalışırken aldım. Biraz düşününce aslında bunun o kadar tesadüf olmadığını görüyorum. Bunca zaman sonra onun tanıştırdığı konulara hâlâ kafa yoruyor olmak onun üzerimizdeki, kariyerlerimizdeki etkisinden bağımsız değil kuşkusuz.
1980’lerin ortalarında ODTÜ ekonomiyi kazanarak Fikret Hoca'nın öğrencisi olma şansını yakaladım. Üniversitelerde hayatın zor olduğu bir dönemdi. 12 Eylül sonrasının baskıları devam ediyordu. Öğretim üyelerinin üniversiteden uzaklaştırılmasından büyük zarar gören bölüm bir çok üyesini kaybetmiş, örneğin iktisat tarihi konusunda tek akademisyeni kalmamıştı.
Bu ağır koşullarda, bize sunulan o büyülü ortam, hocalarımızın üstün çabası olmadan tabii ki mümkün olamazdı. Fikret Hocamız da bu karanlıkta tam bir yıldız gibi parlayan, daha ilk dersten sizi o güler yüzüyle ‘genç meslektaşlarım’ diye karşılayan, gerçek olamayacak kadar mükemmel bir masal kahramanı gibiydi. O baskıcı ortamda, sadece yönetim tarafından değil, toplumda da gençlerin potansiyel suçlu olarak görüldüğü bir dönemde böyle bir yaklaşımın nasıl bir etkisi olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Ondan aldığımız Kalkınma İktisadı dersi – bu dersin öğrencisi olanlar iyi bilir - üniversite eğitimi kavramını tamamen ayrı bir düzeye taşıyan, dönüştürücü bir deneyimdi. İşini öyle bir tutkuyla ve ciddiyetle yapıyordu ki, teknik olarak öğrettikleri bir yana, onun prensiplerinden, yüksek standartlarından, değerlerinden payımıza düşenler birer hazineydi. Onun etrafında bulunup, akademisyenliğin dünyanın en güzel işi olduğunu, daha doğrusu hakkıyla yapılırsa olabileceğini düşünmemek mümkün değildi. Bu heves ve motivasyonla bu yolu seçenlerimiz için her zaman ışıldayan bir örnek oldu.
Hakkında yazılan, söylenenlerin ortak noktalarından biri akademik ciddiyetin onun için ne kadar önemli olduğu. Buna hakkaniyeti muhakkak eklemek isterim. Tabii ‘yoksulluk, geri kalmışlık, kalkınma, bölüşüm’ konularına bu kadar ciddi kafa yoran, katkı yapan bir akademisyen için şaşırtıcı olmayabilir bu. Ama hakkaniyetli olmak onun öğrencileriyle, meslektaşlarıyla ilişkilerinin de temelini oluşturan bir yaşam tarzıydı.
Bunun bir örneği; üniversite yıllarımdan en net hatırladığım anılarımdan biri olan Fikret Hoca'nın bir sınavı sırasında gerçekleşen bir olay. Kalkınma İktisadı dersinin, akşam saatlerinde yapılan - uzun okuma listelerini tamamlayıp girdiğimiz- bir sınavında, sınavın tam ortasında elektrikler kesildi. Büyük amfide karanlıklar içinde kaldık. Tabii sınavın devam etmesi mümkün değildi. Özellikle sınava çok hazırlananlarımız ciddi panik olmuştu. Fikret Hoca'nın, o sakin haliyle hiçbirimizi mağdur etmeden, tekrar sınav olmak isteyenleri sınav, istemeyenlere o ana kadar yazdıkları üzerinden değerlendirme yaparak, kendisine ek iş çıkararak da olsa kimseye haksızlık olmayacak şekilde problemi pürüzsüzce çözdüğünü net hatırlıyorum.
Ne çok şey sığdırırdı her derse. Karanlıkta yürürken birisinin birden her yeri aydınlatan bir el lambasına basması gibi. Her dersi öyleydi benim için. Geçenlerde Karadeniz’de bulunan gaz rezervleriyle ilgili bir yazı yazarken fark ettim, doğal kaynak laneti, Hollanda hastalığı, bolluk paradoksu ve daha bir çok kavramı ilk Fikret Hoca’dan öğrenmişiz. Hem de şiir gibi İngilizcesiyle ve güçlü mizah anlayışının eseri şakalarla süsleyerek. Müfredatın önemli bölümünde geri kalmış ülkelerin sorunlarını tartışmamıza rağmen bu dersin bende bıraktığı baskın hissiyat, Fikret Hoca'nın bulaşıcı iyimserliğinin etkisiyle, umut oldu.
1980’ler iktisadi kalkınma açısından da bir dönüm noktasıydı. Bir çok ülkenin hem ticarette, hem de finansmanda dışa açılma gayretlerinin başladığı, ithalat ikameci ekonomik politikalarının yerini ihracata dayalı alternatiflerin aldığı, Asya ülkelerinin göz kamaştırıcı büyüme serüvenlerinin başladığı dönem.
Biz ülke olarak bu süreçten başarılı çıkamadık, ama küresel ekonomideki diğer gelişmeler Fikret Hoca'nın iyimserliğini haklı çıkardı. Aradan geçen zaman içinde bir çok ülke, orta gelir tuzağından kurtularak geri kalmışlığın kader olmadığını kanıtladılar ve gelişmiş ülke sıralamalarında yerlerini aldılar.
Bir de Hocamızın hepimizin kariyer seçimi ve gelişimi ile gönülden ve tek tek ilgilenme cömertliğine değinmeden geçmek olmaz. Özellikle İngiltere’ye gidenlerimiz üniversite ve program seçimi konusunda ne çok tavsiyesini ve zamanını aldık. Benim de lisans sonrası eğitim için Warwick Üniversitesi seçimimde onun da lisans eğitimini aynı üniversitede yapmış olmasının önemli rolü oldu.
Mesleğinizin ilk yıllarında kendi pusulanızı ve değerler sisteminizi oluşturana kadar aldığınız kararların sağlamasını yaparken size referans noktası oluşturan kişiler vardır. Acaba bu karara ne derler, onlar olsa ne yapardı diye düşündüğünüz. Fikret Hoca'da benim için böyle bir referans noktasıydı.
En son 3 yıl önce ODTÜ Ekonomi Bölümü’nün 60. kuruluş etkinliklerinde bir araya gelmiştik. Sonrasında gönderdiği e-posta tam da karakteristik nezaketinin bir örneğiydi. Rahatsız olduğu için konuşmama gelemediğini ve bunun için üzgün olduğunu belirtiyordu. Daha sonradan öğrendiğim üzere, o dönem ciddi sağlık sorunları ve ameliyatlarla mücadele ederken, bu kadar ince düşünebilmesi tam da onun gösterebileceği bir zarafetti.
Akademik ciddiyet, prensip, doğruluk, iyilik, tevazu, nezaket. Bu hasletlerin hepsini kendinde barındıran bir insan 2023 Türkiye’sinde ne kadar imkânsız görünüyor değil mi? Tam da bu nedenlerden kuşaklar boyu öğrencileri için mükemmel bir rol model oldu.
Bir insan bundan daha kıymetli nasıl bir miras bırakabilir ki?