Amerikan başkanlık seçimlerinin bir kez daha açığa çıkardığı önemli bir eğilim var.
Kısa bir süre öncesine kadar Amerikan başkanı seçilmek isteyen birinin Amerika’nın İsrail’e olan bağlılığını ve koşulsuz desteğini sorgulaması düşünülemezken, bugün farklı bir durum söz konusu.
Demokrat adaylardan Bernie Sanders, dış politika üzerine yaptığı ilk önemli konuşmalardan bir tanesinde, Filistin halkının haklarını ve Gazze ablukasının kaldırılmasını ateşli bir şekilde savundu.
Hillary Clinton’ın tutucu Yahudi lobisi AIPAC’te yaptığı bir konuşmayı eleştiren Sanders, Filistin halkının ihtiyaçları karşılanmadan ve Amerika İsrail’e karşı objektif bir politika izlemeden İsrail-Filistin meselesinin çözülemeyeceğini söyledi.
Bernie Sanders, pek çok anlamda tipik bir aday. Filistin konusundaki çıkışına bu nedenle şaşırmayabilirsiniz.
Fakat Cumhuriyetçi aday Donald Trump da İsrail-Filistin meselesinde Amerika’nın her iki tarafa da eşit mesafede durması gerektiğini savundu.
Özellikle Trump gibi, tarihi olarak İsrail’i desteklemiş, Amerikan Hristiyan toplumunun radikal kanadını temsil eden Evanjeliklerin oylarını arkasına almış bir adayın İsrail konusunda takındığı bu tutum önemli.
Daha da önemlisi, bu tutumuna rağmen, ön seçimlerde Evanjeliklerin oylarını almaya devam etmesi.
Aslında 2016 başkanlık seçimlerinin bir kez daha açığa çıkardığı bu durum yeni değil. Amerikan siyasetinde ve toplumunda bir süredir bu eğilimin emarelerini görüyoruz.
Obama ve İsrail başbakanı Netanyahu arasında herkesin gözü önünde yaşanan gerginlikleri hatırlayalım.
En hatırda kalanı Netanyahu’nun İran ile yürütülen nükleer müzakereler sırasında, Beyaz Saray’a haber vermeden Kongre’ye verdiği anlaşma karşıtı konuşmaydı.
Netanyahu’nun protokolü bütünüyle göz ardı ederek, Amerikan başkanına saygısızlık etmesi ve Amerikan dış politikasına direkt müdahalesi sadece Demokratları değil Cumhuriyetçileri de sinirlendirmişti. Pek çok Demokrat Netanyahu’nun Kongre’deki konuşmasına katılmamıştı.
Netanyahu’nun Obama ile Kongre üzerinden çekişmesine Amerika’daki Yahudi toplumun verdiği tepki de bir süredir yaşanmakta olan kırılmayı gözler önüne serdi.
İsrail’in mevcut hükümetine yakınlığıyla bilinen pek çok grup Netanyahu’nun ziyareti konusunda Obama’nın yanında yer aldı.
Yahudi lobisinin en güçlü ayağı olan AIPAC’in içinden dahi farklı farklı sesler yükseldi.
Özellikle Demokrat parti içinde İsrail karşıtı söylemler daha sık duyuluyor.
Trump’un İsrail’le ilgili söyledikleri, Cumhuriyetçiler içerisinde de, o kadar yüksek sesle dillendirilmese de, benzer eğilimlerin başladığını gösteriyor.
Siyasette yaşanan bu durum aslında toplumsal bir dönüşümü yansıtıyor.
2015 yılında yapılan kamuoyu yoklamaları, Demokratlar, özellikle de liberal Demokratlar arasında, İsrail-Filistin meselesinde, İsrail’e karşı Filistin’i destekleyenlerin sayısının bir önceki yıla oranla yüzde 10 artarak çoğunluğu temsil ettiğini söylüyor.
Cumhuriyetçi tabanın ise artık dış politikada İsrail’e öncelik vermediğini, ‘İsrail’e mesafeli politika gütmeliyiz’ diyen adaylara da oy verdiğini gösteriyor.
Bu değişimi Yahudi lobi grupları arasında da görmek mümkün. Artık Yahudi lobi camiasını bütünüyle AIPAC gibi tutucu gruplar kontrol etmiyor. JStreet gibi liberal gruplar genç nesil arasında hızlıca güçleniyor.
Yani artık kabaca ‘Yahudi toplumu’ ya da ‘Yahudil Lobisi’ olarak niteleyeceğimiz yekpare bir grup yok.
Ve Amerikan dış politikasını bu grupların tercihlerine bakarak anlamak/anlamdırmak mümkün değil.
2016 Amerikan başkanlık yarışı, Amerika-İsrail ilişkilerinde yeni bir dönemece girildiğinin en son örneği…