Geçtiğimiz perşembe günü yayınlanan torba kanunu biz hep Soma üzerinden anıyoruz. Fakat bu bir “torba” kanun ve içinde Soma’yla ilgili - ilgisiz pek çok şey bulunuyor. Buna rağmen öyle anılması ise algı yönetimine iyi bir örnek.
İçine baktığımızda, yasamayla aynı şey haline gelmiş olan yürütme organının “torbanın ağzını büzmeyerek” her şeye elini attığını görüyoruz. Yetmiyor, yargıyı adeta “aradan çıkaran” yeni kanun maddelerini okuyor ve dehşete kapılıyoruz.
Öyle bir kanun ki bu, kendisinden bahsedince torba kanun kavramının sevimsizliğini de zaten anlıyorsunuz.
Sözkonusu 6552 sayılı kanunumuz, 114 maddelik.
Bunlardan en fazla on tanesi doğrudan Soma ile ilgili.
Değişiklik yapılan kanun sayısı 66, kanun hükmünde kararname sayısı ise dört.
Değişikliğe uğrayan toplam 71 metnin içinde, İş Kanunu’ndan tutun, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a ve oradan Tapu Kanunu’na kadar, akla gelmedik bir sürü mevzuat bulunuyor.
Bu değişikliklerin hangisi için kim çalıştı, bilmiyoruz. 71 ayrı kanun değişikliği komisyonu mu kuruldu, kimlerin görüşleri nasıl alındı, konuyla ilgili bir sürü bürokrat nasıl bir çalışma içinde oldu, hangi hukukçu ne kadar dikkate alındı… Genel kurulda oy kullanan kaç tane vekilin, bu kanunlardan haberi vardı? Bilmiyoruz.
Tek bildiğimiz, bu torba kanun dediğimizin adeta bir “genel işlem şartı” olduğu ve ya tümüyle kabul ya da tümüyle reddedilebileceği. Yani cumhurbaşkanının, gerçi bu zaten düşünülemez ama onaylamayacağı tutsaydı, “Tamam Tüketici Kanunu değişikliklerini onaylıyorum ama Mera Kanunu’na biraz daha çalışın” deme imkanı yoktu.
İşte torba kanun, bu yüzden sorunlu bir şeydir.
Son kanunumuzdaki Soma değişikliklerini az çok biliyoruz, çünkü en çok onlar haber oldu. Fazla mesai ücreti artırıldı, mesai saatleri düşürüldü, erken emeklilik imkanı getirildi… Peki acaba, belki bir ihtimal, madenlerdeki iş güvenliğini ve denetimleri sıkılaştıran bir şeyler de var mıydı?
Kanun çok uzun, 114 madde. Gözümden kaçmış olduğunu umarak, böyle bir düzenleme göremediğimi söylemek durumundayım.
Yani diyor ki devlet, “Senin güvenliğini sağlayamıyoruz ama bak iki kat mesai ücreti veriyoruz, şimdi sus ve ölmeye devam et.”
Gündelik hayatımızla ilgili ilgisiz pek çok değişiklik var. Örneğin, Bakanlar Kurulu’nca kentsel dönüşüm proje alanı olarak ilan edilen yerlerin de doğrudan hazine adına tescili düzenlenmiş.
Pardon, yargı denetimi mi?
Eğer Türkiye’de yürütmenin yargıyı tasfiye sürecinden bahsedeceksek, bunun en bariz adımlarından biri bu kanundur da diyebiliriz. Anayasa değişikliği, HSYK seçimleri, savcıların sürekli tayin edilip durmaları da ayrı ayrı çok önemli şeyler, ama kanunlar yoluyla ülkedeki hukuk kültürü değişiyor. Bunları gazetelerden okumuyor, başımıza geldikçe öğreniyoruz. Neyin ne zaman değiştiğini, eskiden nasıl olduğunu, neden böyle yapıldığını sormuyoruz. Öyle balıklar oluyoruz ki, içinde yüzdüğümüz denizi görmüyoruz.
Bu kanun, yargıyı aradan çıkarma eğilimi göstermesi açısından (tekrara düşüyorum ama) dehşet verici bir metin.
Örneklere İş Kanunu ile başlayabiliriz. Ki bu değişiklik, devletin taşeron sistemine olan sevgisini de ortaya koyuyor.
Kanuna göre, alt işveren kendisini bakanlığa bildirir ve müfettişler de oradaki alt işverenlik durumunu inceler. İncelemenin amacı, gerçek bir taşeronluk ilişkisi olup olmadığını, yani işverenlerin danışıklı olup olmadığını tespit etmektir.
Eskiden bu rapora itiraz süresi 6 günken, şimdi 30 güne çıkarıldı. Ayrıca, yine eskiden bu rapora itiraz edecekseniz dava açardınız ve mahkemenin kararı kesin olurdu. Şimdi ise kesin olamıyor, temyiz imkanı verildi. Kamu idarelerinin rapora itiraz etmesi ve mahkeme kararını da temyiz etmesi de zorunlu tutuldu.
Temyiz hakkı elbet tek taraflı değil, teorik olarak rapora işçilerin itiraz etmesi de mümkün. Umalım ki bu hak pratikte de işçiler lehine kullanılsın.
Artık idari makamları, mahkeme kararını temyiz etmeyi zorunlu tutan bir kanun maddemiz var. Üç erkin birbirine nasıl dolaştığını görmek için muazzam bir örnek bu. (Çok güzel sınav sorusu da olur.) Yasama, yürütmeyi yargının kararlarına itiraz etmeye zorunlu kılıyor.
Başka bir değişiklik de, kimi mahkeme kararlarına uyulmamasını “soruşturulamaz” kılıyor.
İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesi der ki, eğer bir kamu görevlisi görevden alma – atama – nakil vb. işlemlere maruz kalıp dava açmışsa, bu davada da hakkında olumlu karar çıkarsa, öncelikli olarak kendi kadrosuna geri atanır. Eğer o kadro karardan önce dolmuşsa, kazanılmış haklarına uygun olan başka bir kadroya atanmalıdır.
Yeni kanunumuz, bu memurun atanma süresini “iki yıl içinde” olarak belirlemiş. Yani siz görevden alma kararına karşı davanızı açıp kazandınız, yeniden atanmak için iki yıl bekleyebilirsiniz. Hatta iki yıl geçtikten sonra dahi, hiçbir sonuç elde edemeyebilirsiniz. Çünkü yine yeni kanun aynen şöyle diyor:
“Bu fıkranın üçüncü cümlesinde belirtilen işlemlerle ilgili mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi ceza soruşturma ve kovuşturmasına konu edilemez.”
Mahkeme karar vermiş ne gam…
Sıradaki örnek İnternet Kanunu’ndan gelsin. Şu meşhur 5651 sayılı ve daha yakın geçmişte “sansür yasası” ile değiştirilmiş olan.
Erişimin engellenmesi kararının 24 saat içinde uygulanması gerekiyordu. Yani an itibariyle alınmış bir karara rağmen, erişimin ertesi gün aynı saate kadar devam etmesi mümkündü. Artık değil, çünkü süre dört saate indi.
Bunun yargıyı aradan çıkarma konusuyla ilgisi ise şurada; öncelikle artık kimi hallerde engelleme kararını doğrudan ve şahsen TİB başkanı verebiliyor. Bu karar erişim sağlayıcılara iletiliyor, erişim 24 değil dört saat içinde engelleniyor. Fakat başkan tarafından verilen kararın hakim onayına sunulacağı süre 24 saat. Karar ise 48 saat içinde açıklanabiliyor.
Dört saat içinde tüm erişimi engelliyorsunuz, bunu zahmet edip ancak 24 saat sonra hakimin önüne koyuyorsunuz, hakim de bunu 48 saat düşünebiliyor öyle mi? 72 saatte bir hükme bağlayamadığınız içeriğin dört saat içinde engellenmesi gerektiğine sizi ikna eden hukuk nedir?
Kanun çok uzun ve sayfalarca yazıya konu olabilir. Fakat son örneği de savunmanın ayakbağı olarak görüldüğü emaresine ayırarak şimdilik ara verelim.
Malum, ÖSYM denince artık akla gelen bir sürü kötü anı var. İşte muhterem yürütme organımız bunu da düşünerek yardım elini ÖSYM’den esirgememiş.
İdari Yargılama Usûlü Kanunu’nda “ivedi yargılama” diye bir hüküm var, bazı belirli işlerin daha çabuk karara bağlanmasına ilişkin. Örneğin 60 günlük dava açma süresi burada 30, savunma süresi 30 değil 15 gün.
Yeni kanun, ÖSYM sınavlarına açılacak davaları da ivedi saymış. Bu bile tek başına açıklanmaya muhtaçken, uygulanacak sürelere lütfen bakalım:
Savunma süresi üç gün (Bir kereye mahsus olarak üç gün uzatılabiliyor.)
Karar verme süresi on beş gün
Temyiz süresi beş gün
Temyize cevap beş gün
Savunmanızı üç gün içinde veriniz ki dostlar alışverişte görsün.
Bu torba kanun, Erdoğan’ın başbakanlığı sırasında hazırlanıp cumhurbaşkanlığı sırasında onaylandı. Yani yazan ve onaylayan aynı kişi oldu.
Etrafımızı sarıverecek,
Bir Erdoğan ki asla bitmeyecek,
Her şey bir anda çok Tayyip gelecek,
İşte biz o gün tükeneceğiz.
@goksungokce