22 Temmuz 2014

Naif kararlar ve acı gerçekler

Bugünlerde İsrail ürünlerini boykot etmek bir kısmımız için adeta “vatani görev” haline geldi. Coca Cola içmek, Netenyahu’ya kadeh kaldırmak gibi bir şey oldu.

Dünyayı değiştirmek hepimizin istediği, ama hiçbirimizin muktedir olamadığı bir şey. Gözümüzün önündeki çirkinliklere bireysel kararlarımızla müdahale edeceğimize inanarak, kimimiz kendimizi bozmamaya, kimimiz de dostlara alışverişte görünmeye çalışıyoruz. Ama ara sıra, bu çaba üzerimize tam oturmuyor. Belediyelerden iftar sofralarına, bütün kara parçalarında – Afrika dahil – mi bilmiyorum.

İstanbul Mecidiyeköy’den bildiriyorum, Büyükşehir Belediyesi binalardaki tabelaları teker teker indiriyor. Başlangıcı FEM Dershanesi ile yapmıştı ve bunu çok manidar bulmuştuk, sonra baktık ki ne var ne yok toplayıp kaldırdılar.

Yetkililer bu konuda çok açık: Tabelalar kaldırılacak, çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2005 tarihli İlan, Reklam ve Tanıtım Yönetmeliği öyle söylüyor. Sorulara gelelim:

Bu yasağın amacı ne? – “Mevcut görüntü sizce güzel mi? Yasağın amacı şehrin ve siluetin korunması.”

Kamu kurumu niteliğindeki yerler ne olacak? – “Yönetmelik özel kamu ayrımı yapmıyor. Neresi olursa olsun, tabelasını kaldıracağız.”

Peki müdahale ettiğiniz alanda neden bir tek Saadet Partisi’nin tabelasını bıraktınız? – “Onu da sökeceğiz.” (Bekleyelim bakalım.)

Aslında “2005 tarihli yönetmeliğin uygulamasına 2014’te geçmiş olmanızın özel bir sebebi var mı” diye de sormak isterdim ama olmadı. Zaten o sorunun muhatabı farklı.

Büyükdere’deki tabelaların bir kısmı kalktı ama ben pencereden bakınca bir imar şaheseri filan görmüyorum. Belediye’ye giderken geçtiğim Merter ve Zeytinburnu caddeleri, sokak tabelalarına kadar kaldırsanız dahi, hayal ettiğiniz Avrupa sokakları gibi olmayacak.

Diğer taraftan, siluet deyince akla hemen İstanbul’un siluetini bozan ve başbakanın da “rahatsızlığını belirttiği” üç gökdelen geliyor. Bu konuda 2011’de yazılmış şu paragrafı hatırlatmama izin verin:

“İstanbul’un tarihi alanlarını kapsayan Tarihi Yarımada Yönetim Planı’na ait ‘Yönetim Alanı’ sınırları içinde kalan inşaatlarla ilgili olarak İBB’nin ilgili Koruma Bölge Kurulu’na danışması gerekiyordu. Proje kurulun onayına sunulmadığı gibi hafriyat sırasında Arkeoloji Müzesi uzmanları da yer almadı[1].”

Şimdi ise, 2014 yılının son derece çapraşık, plansızlıklar içinde, tarihi dokusunu kaybetmiş, son ağaçlarının küçük bir kısmı vesilesiyle milyonlarca insanın sokağa çıktığı, büyücek bir kısmının ise üçüncü köprünün ve havalimanının altında kaldığı bir şehrin, üç beş tabelayla kurtarılacağına inanmak büyük naiflik.

Ama naiflik sadece belediyemizde değil, fıtratımızda da var. O kadar çok var ki, bazen ipin ucunu kaçırıp dünyayı bizzat o kişisel önlemlerimizin kurtardığını filan düşünüyoruz.

Örneğin, bugünlerde İsrail ürünlerini boykot etmek bir kısmımız için adeta “vatani görev” haline geldi. Coca Cola içmek, Netenyahu’ya kadeh kaldırmak gibi bir şey oldu. Bu arada biz bu içeceği Irak Savaşı zamanında da boykot etmemiş miydik, şimdi bu Cola firması neci tam olarak? Katliam zamanlarında içmeyerek dünyayı kurtarabileceğimiz bir tür sıvıysa eğer, bayağı kutsal bir şey olmalı.

Boykot edilecek ürünler listesine baktığınızda, siz de “E ne yapacağız o zaman?” demiyor musunuz? Bunlardan kaçınmak için market markalarına yönelmek düşünülebilir, ama kimi marketler için de hükümete yakın diyorlar. O halde, aldığınız ürünün İsrail’le silah veya askeri eğitim anlaşmasına dönüşmemesinin garantisi var mıdır? Nitekim biz Feysbuk’ta listelerimizi paylaşaduralım, rivayet o ki, İsrail’le bozulamayacak olan ilişkilerimiz var. Kaldı ki başbakan da pek bozuyor gibi durmuyor zaten, işin aslına bakarsanız. Gazze’yi vuran jetlerin yakıtının dahi Türkiye’den geçtiği haberlerinin başını alıp gittiği şu günlerde bile.

Intel, Microsoft ürünleri, Facebook ve Google da boykot edilmeli deniyor. Bu boykotu internet ortamında, hem de boykot edilecek ürünlerin alternatifini dahi bulmaksızın duyurmak, ironiye nefis bir örnek.

Boykotun en acı tarafı, iftar sofralarında yaşanıyor. Bütün gün oruçlu ağzımızla boykot çağrısı yaparken lütfen biraz daha düşünelim; Coca yerine Le Cola, Danone yerine Tikveşli, Sana yerine Vita, Calve yerine Tat vs. alarak donattığımız iftar soframızda[2], salatamızdaki domatesin tohumu nereden geldi dersiniz?

Hepsi İsrail’den geliyor diye bir şey yok tabii. Fakat örneğin, sadece 2011 yılında, İsrail’den neredeyse 20 milyon dolarlık domates tohumu satın almışız[3].

Sadece tek bir ürünün tek bir yıldaki 20 milyon dolarına karşı, 50 sentlik içecekle mücadele etmek oldukça romantik bir yöntem. Tıpkı, ziyan edilmiş sekiz bin yıllık bir şehri birkaç tabela sökerek kurtaracağını düşünmek gibi.

Belli ki Don Kişot’luğu da kimseden öğrenecek değiliz.

 

@goksungokce

 

[2] İnternette “boykot edilen ürünler” diye arayarak bulduğum ürünlerdir.

[3] Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği, “Türkiye-İsrail Tohumluk Dış Ticareti” http://tsuab.org.tr/upload/Sekt%C3%B6r%20Raporlar%C4%B1/Temel%20Veri%20ve%20Fig%C3%BCrler-%C4%B0srail.pdf

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz