11 Temmuz 2014

Müslümanlıkta bir dünya markası…

Dine dönenlerden son haber, Cenk & Erdem olarak bildiğimiz ikilinin Erdem’inden geldi

İnsanların yüzlerini dine dönmelerinde elbette bir sakınca yok; bu tamamen kişinin hissiyle ilgili bir şey. Ben asıl, herkesin kendi hissini “fizik kanunu” sanmasına bayılıyorum.

Dine dönenlerden son haber, Cenk & Erdem olarak bildiğimiz ikilinin Erdem’inden geldi. Erdem Bey 37 yaşında Arapça öğrenip, Kuran’ı orijinalinden okumuş ve hayatını artık buna göre yaşamaya karar vermiş. Mübarek olsun, umalım ki içine sinen bir hayat sürsün. Fakat şüphesiz, verdiği röportajda düşünenler için ibretler var. (Röportaja buradan ulaşabilirsiniz: http://t24.com.tr/haber/cenk-ve-erdemin-erdemi-nasil-dindar-oldu,263741)

Erdem Bey, lütfen alınmayın. Fakat sizin yansıttığınız yaklaşımlar konusunda kafamda deli sorular var, müsaadenizle paylaşmak isterim.

Röportaj, “İnançlı ama dindar olduğunu sanan bir zavallıydım.” denerek başlıyor. Kişinin kendi sanrı halini bu şekilde nitelemesi kendi bileceği iş tabii. Öte yandan, birileri lütfen Erdem Bey’i uyarabilir mi, kullandığı sıfat kendisini dindar olarak niteleyen herkese gidiyor. Tabii eğer bunun zaten farkındaysa, o apayrı bir konu.

Buradan çıkan ibret: Kendinize dindar diyorsanız önce Erdem Bey’e bir görünün. Belki zavallısınızdır.

Kuran okumaya başlamasını da, “Sonra bir gün bir akrabam laf söyledi Kuran’a. Ayetlerde kabul edilemeyecek şeyler olduğunu anlattı. Ben de sinirlendim ama o an savunamadım.” diyerek anlatıyor. İlk gençliğin başları için son derece makul bir gerekçe bu, insan içindeki yarışmacı ruhun pençesinde olduğu günlerde böyle şeyler düşünebilir. Fakat Erdem Bey bunu düşündüğünde 37 yaşındaymış. Bu “imandaki haklılık” saplantısıyla o kadar yıl yine iyi geçmiş. Ortadoğu’da bir mücahit de olabilirdi.

Hayır bir de kime neyi kanıtlıyoruz ben onu anlamadım ki. “Kuzen, ayetlerde kabul edilemeyecek şeyler var.” “Yok. Çünkü ben kabul ediyorum, demek ki kabul edilebiliyor.” E tamam konu kapandı işte, ne yapalım inandığımızı noterden tasdik mi ettirelim?

Buradan çıkan ibret: Dinen neye inanılabilip neye inanılamayacağını tayin eden bağzı üstün insanlar var. Ve sen, buna herkesi ikna etmek zorundasın. Çünkü iman bunu gerektirir.

Zaten Erdem Bey de, “Dinde zorlamanın hiç bir çeşidi olamaz. Siz gerektiği yerde doğruyu söylersiniz, gerisine karışmazsınız.” diyerek, hem gerektiği yeri hem de doğruyu isabetle teşhis edebildiğini gözler önüne seriyor. Tebrikler.

“Karşımdaki adamın dediği doğruysa ben ne yapacağım diye düşündüm.” demiş.  Erdem Bey’in dilemmasını anlıyorum, bunu uzun zaman ben de düşündüm. Bulduğum cevap, Tanrı adına cevap yetiştirmenin bana ve kimseye düşmediğiydi. Ama ben zaten en fazla zavallı olabiliyorum değil mi, pardon.

Erdem Bey, dine yönelmesi konusunda “Ben hep en iyi yapabileceğim şeylere girmişimdir, en iyisi olmaya çalışmışımdır.” demiş. Buna gelen soru tam isabet: Dinde en iyi olmak nasıl bir şey?” Cevap ise, inilebilecek en derin detaya kadar gidebilmekten bahsediyor.

Buradan çıkan ibret: Din, teknik detaylara hakim olarak sergilenen bir sahne sanatıdır. Ne kadar detay, o kadar performans.

Bir de tabii şöyle bir ibret var, Erdem Bey’in en iyi yapabileceği şey olarak dini seçmiş olması. Benim en iyi yapabildiğim iş ise, sabahları metrobüste oturarak gidebilmek. O da ilk duraktan biniyorum diye. Vizyon başka şey azizim.

Erdem Bey’in Arapça konusundaki başarısı takdire şayan; kendisi akademik makale yazabilecek seviyeye geldiğini belirtiyor. Bu noktada, röportajın bence en can alıcı noktasına geliyoruz:

“Benim yaptığım şey Allah’ın gönderdiği kitabı anlamaktı. Ama ondan da önce onun gönderip göndermediğinden emin olmalıydım.”

Buradan çıkan ibret: N’aber Erdem Bey, Allah nasıl?

Hayır bir de diyor ki, “Bu meali yazan adam hata yapıyor olabilir kaygısından Arapça öğrendim. Ve bütün meallerde hata var.” Bahsettiği şey Kuran olmasa, neredeyse “Hmm kitabı direkt kendi yazmışsa demek ki; oradan biliyor…” diye düşüneceğiz. Bu tabii ki olacak bir şey değil, ama belki kitabın kendisine de vahyolduğunu düşünüyor olabilir. Belki bu özgüveninin kaynağı budur. O halde ben olsam şunu da düşünürdüm, Allah’ın peygambere vahyettiği ile Erdem Bey’e ettiği ya farklıysa? Neticede arada 1500 yıl var, olur mu olur? Bence bunu bir sorsun kendisine, madem arada kırmızı telefon var…

Röportajı yapan Ezgi Başaran, bazı dini adetler için “sosyal ve kültürel olgular” demiş ki çok güzel bir ifade. Kandil geceleri, vefat edenin arkasından Yasin okunması, yedi yemeği filan buna örnek gösterilebilir.

İşte Erdem Bey’in bunlara dair yorumu, hepsinin yanlış olduğu yönünde. Çünkü hiçbirinin Kuran’da yeri yokmuş.

Buradan çıkan ibret: Din, aslında manevi bir inanç ve sosyal boyutu olan bir kültür unsuru değildir. Laboratuvar ortamında oluşur, bilimsel kanunlara dayanır, deniz seviyesinde ve oda sıcaklığında muhafaza edilmelidir. İnanırken üniforma giymeli, kullanma talimatı dışına çıkmamalısınız.

Neden? “Çünkü doğru değil. Bu ritüellerde Yahudiliğin, şamanizmin, Uzakdoğu felsefesinin etkileri var.” Adam Vahhabi çıktı Rıza Baba!

Erdem Beyciğim, hakkınızda böyle konuşuyorum diye lütfen bana kırılmayın. Ama bana bunları düşündüren sözler tamamen sizden sadır oluyor. Yazarken inanın ki “Acaba ayıp ediyor muyum” diye samimi bir endişe duyuyorum.

Fakat siz şunu söylerken hiçbir endişeye kapılmamış; kerameti anlaşılamayan özgüveninizi saygısızlığın sınırlarını zorlamak için kullanmaktan hiç çekinmemişsiniz:

“Mesela ben Mevlana’nın İslam ile ilgili olduğunu sanırdım. Hiç değilmiş. Tasavvuf da öyle. Bu insanların uydurduğu bir felsefe ve İslam’la zıt aslında. Vahdet-i vücud gibi Allah’a şirk koşmaya tekabül eden şeyler var tasavvufta.”

Hadi tasavvufu hiç anlamadınız ki zaten öyle olduğu belli. Tanrı’nın her şeyde ve her şeyin Tanrı’da olduğu fikrini şirkle bir tuttunuz. Tamam o da öyle olsun, belli ki bunu sizinle konuşmanın hiçbir anlamı yok. Fakat, yahu ben mesela Hristiyan olsam, “Mevlana anne tarafından Vatikanlıymış” filan diye bir söylenti yayarım ki Hazret bir ucundan bana da dokunsun diye. Sizin bu beğenmemeniz… İlginç.

Çarşamba günü bu yazıya başladığımda Twitter hesabınızı merak etmiştim. Baktım, hatta size “mention” da attım. Çünkü başa tutturulmuş tweet’iniz beni açıkçası şaşırtmış ve bir şeyler söylemeye zorlamıştı. Şimdi (perşembe) alıntı yapmak üzere tekrar baktım, hesabınızı kilitlemişsiniz. O yüzden, bahsettiğim tweet’i paylaşmayacağım. Endişeniz olmasın.

Fakat keşke kilitlemeseydiniz. Muhtelif zavallıların sizden alacağı o kadar çok ders var ki…

@goksungokce

 

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz

"
"