31 Ocak 2015

İsmi güvenlik, cismi dikta, faili devlet

Bizim kulluğumuz ise, bildiğimiz ismi “güvenlik paketi” olan yeni kanunla iyice perçinlenmek üzere.

Nasıl bir yer haline geldiğimizin izahı zor, durumun analizi de pek kolay değil. Akıl ve mantıkla alakamızın kesilmekte olduğunu zaten biliyorduk, ama her ne için “yok artık o kadar da değil” dediysek hepsi bir bir başımıza geldi. Öyle ki, artık başımıza gelenlere şaşıranlara şaşırarak yaşıyoruz.

Gündemimiz çok fazla yoğun, birinden bahsedince diğerine sıra gelmemesi çok büyük risk. Ali İsmail'i öldürenlerin iyi halinden 23 Nisan'la ilişkilendirilen başbakanlık makamına kadar, “devletimiz” hakkında söylecek çok fazla şeyimiz var.

Diğer taraftan, bu devlet bize öyle şeyler yapıyor ki, “devlet” kavramının kendisine bakmaya fırsatımız olmuyor.

Acaba biz, hani hep “devlet geleneği” ile övünmeyi öğrenerek yetişiyoruz ya, işte bu övünmeyi biraz abartıyor olmayalım?

Başımıza bunca işi zaten dilimizde “âli” ile sıfatlanmış devlet tamlaması açmadı mı? Gelenler değişti, ama gidenleri her defasında aratmadı mı? Üstelik bu gelenler, gidenlerin bıraktığı devletten ve onun vatandaşlık geleneğinden faydalanmadı mı?

Madem bunların hepsine evet, o zaman gözümüzü artık devlet dediğimiz şeyin kendisine çevirmenin çoktan zamanıdır. O kadar çoktan ki, gecikeli yüz yıllar oldu.

Devlet algısının en tehlikeli hale geldiği yerlerden biri, kanunlardaki “kamu” ifadeleridir. Tabii kanunu devletsiz devleti kanunsuz düşünemez olduğumuz için aslında buna değinmeden geçmemek de lazım; devleti var eden şey kanun, kanunu var eden devlet, hukuk bunun neresinde belli değil.

Eskiden küçük toplumların kendi iç dinamikleriyle kendiliğinden oluşan yaşama kuralları, şimdi kocaman devletlerin en keskin kılıcı ve adaletsizliği meşrulaştırmanın en meşru yolu haline geldi.

Bu ontolojik meseleyi şimdilik beklemeye alıp, konumuza dönelim. Dünyanın en tehlikeli şeyi, bir kanunda kamu güvenliği, kamu menfaati, kamu düzeni, genel ahlak gibi kaygıların özellikle üzerinde durulması olabilir. Nitekim bizim tüm kanunlarımızda da öyledir. Kamu düzenine aykırı bir iş varsa, akan bütün sular durur ve ne olursa olsun, o işin “icabına” bakılır. Çünkü “kamu düzeni” bunu gerektirmektedir.

Peki buna kim karar verir?

Kamu düzenini devlet koruyorsa, bir edimin kamuya ve devlete karşı suç olduğuna devletin kendisi karar verecekse, kişiyi bu devletten koruyan nedir? Hukuk mu? Hani şu kanundan ibaret görülüp yine doğrudan devletin yaptığı “şey?” Yok ki öyle bir şey. Biz var olduğuna inandığımız kırıntıların peşinden koşarak, devletin kendi yarattığı şeye bir gün elbet saygı göstereceği yönündeki yüksek beklentilerimizle, kendi cirmimiz kadar yer yakmaya devam ediyoruz.

Komşumuzda bir seçim oluyor, o seçimi güzel görünen insanlar kazanıyor ve bu bizi çok mutlu ediyor. Yunanistan'ın toplumsal ve politik iklimini bilmeden bu seçim hakkında konuşmak bence anlamlı değil, ama yeni kabine de neticede korunması gereken bir devletin başına geçiyor.

Devlet devlettir, onu algılayan da vatandaşın kendisidir, başında kim olduğu tali bir meseledir. Vatandaşın devlet algısını hafifletmeyecekse, başta oturacak hiçkimse, bir başkasından evla değildir. Biri kardeşlik söylemiyle ve gülümseyerek, diğeri ötekileştirip kin kusarak, ama neticede aynı şeyi dikte eder: “Devlet tektir, vatandaş ise onun kulu olmaktan ibarettir.”

Bizim kulluğumuz ise, bildiğimiz ismi “güvenlik paketi” olan yeni kanunla iyice perçinlenmek üzere. Öyle ki, bırakın başındakileri atlatıp devletin kendisine bakmayı, hatta bırakın başındakileri, o baştakilerin emir eri haline gelmiş bir polis memuruna bile tek söz edemeyeceğimiz günler çok yakın.

Anlatmak çok uzun sürer ama en ufak bir mübalağa olmaksızın şöyle özet geçebilirim; örneğin Kadıköy'de oturanlar olarak, Bahariye'den eve giderken sıklıkla maruz kaldığımız biber gazından korunmak için burnumuza tuttuğumuz toz maskesi bizim için tutuklanma sebebi olabilir.

Tutuklama öncesi bir gözaltı aşaması oluyor malum, gözaltı kararımızı yüzümüze gazı sıkan polisin kendisi verebilir.

Bu gözaltı kararı, hakimin önüne 48 saat sonra ancak gidebilir.

Terör örgütü nedir bilmiyorum, ama eğer o esnada terör örgütünün destekçisi olduğunuzu belli eden bir haliniz varsa, kırmızı bir fular mesela, cezanız artırılabilir. Gerçi artık siyah beyaz forma da terör destekçiliği sayılabilir, siz ona da dikkat edin.

Belki öyle bir “süpermensinizdir” ki, kurşun geçirmez sahne kostümleri, gaz maskeleri ve dev kaskları bulunan polis beyefendileri cebinizdeki sapanla etkisiz hale getirmek sizin fıtratınızda vardır. Tebrikler, tutuklandınız. O son bilyeyi cebinize koymayacaktınız.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ne şekilde dokundunuz bilmiyorum zira bu başı sonu belli bir formüle bağlı değildir. Devlet kendisine neyin dokunduğunu söylerse alıp kabul ederiz. İşte o kabul üzere, genel güvenliğe aykırı olarak artık tweet mi atmış ne yapmışsanız, polis tamamen kendi kararıyla sizin tüm iletişiminizi kontrol edebilir. Bundan sonra telefonda konuşurken aklınızda olsun, şifreler icat edin, ama sonra aman diyeyim şifrelerinizi unutmayın. Yanılıp şaşırıp “anlamadım babacım” filan derseniz, sizden önce babanız yanabilir.

Bu dinlemeleri mahkemeye götürmenin filan da bir anlamı yoktur. Çünkü emniyetin veya istihbaratın verdiği dinleme kararı, artık sizin bulunduğunuz yerin hakiminin değil, devletin seçtiği belirli bir hakimin onayından geçecektir. Denetim mercii ise yine başbakanlık olduğundan, kimi kime şikayet ediyorsunuz tam olarak?

Polisimize bu tür yetkiler verilir de vali durur mu, basar kahkahayı. Bu kanunun yürürlüğe girmesiyle “only vali can judge me” gibi bir durum olacak; kendisi polise “suçun aydınlatılması ve failin bulunmas için gerkeli tedbirlerin alınması” hususunda emir verme yetkisini kazanacak. Ne zaman? Tabii ki “lüzumu halinde.” Lüzum ne zaman? Kamu düzenini ve güvenini korumak gerektiğinde.

Suçun aydınlatılmasını valinin üstlendiği bir devlet anlayışına ve hukuk sistemine uyanmak üzereyiz. Tüm bunların dayandığı şey ise, devletin bütünlüğü ve kamunun güvenliği.

Varlığımızı kendimizden büyük bir şeye dayandırma güdümüzü kırmadıkça, insan olmaktan daha üst bir kimlik bulunamayacağını göremeyip, korunmayı birtakım tekinsiz kurguların muğlak insafına bıraktıkça, bir sabah kendimizi dev bir tutukluya dönüşmüş olarak bulmamız dünyanın en olağan şeyi. Belki bu tutuklulukta demir parmaklıklar olmayacak. Ama zaten o parmaklıkların en tehlikelileri, görünmeyenleri.

Bu kanunlar, devletler, koruyuculuk kisvesiyle tabi kılmalar... Hepsi geçer. Hepsinden kurtulunur. Biz birbirimizi sevmeyi bir başaralım, dünyayı o güzellik kurtarır zaten.

*

Not: 31 Ocak günü saat 14:00'te, Galatasaray Lisesi'nin arkasındaki Cezayir Restaurant'ta Özgürlükçü ve Demokrat Avukatlar'ın bu güvenlik paketiyle ilgili bilgilendirme toplantısı var. Herkese açık.

@goksungokce

 

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz