Başkan babamızın belirli mesleklerle sorunu olduğunu uzun zamandır biliyoruz. Doktorlar, avukatlar, eczacılar, mimarlar, mühendisler… Kimse başına gelenlerden memnun değil.
Doktorun tedavi edip avukatın savunması, “koşullara bağlı” bir şey haline geldi. Hayatımızda, insan sağlığından ve savunma hakkından daha değerli (!) şeyler var artık.
Hukukun koşula bağlanması ve savunmanın değerinin düşürülmek istenmesi, kendini en çok ceza yargısında gösterdi. Müvekkilini savunduğu için cezaevine giren çok fazla arkadaşımız oldu. Meğer “yanlış insanları” savunuyormuşuz, hukukun kimin için olduğuna da başkan karar verecekmiş.
Fakat mayıs ayında, sadece avukatları da değil, vekalet ilişkisiyle çalışan tüm meslek mensuplarını ilgilendiren yeni bir tüketici kanunumuz oldu. Tam ismi Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun. Tüm değişikliklerden söz etmek uzun ve detaylı bir çalışma gerektiriyor, ben şimdilik avukat ve doktorlara dokunan hususlardan başlayayım. Konu diğer meslekler için de geçerli olabilir ama en göz önünde olanlar bunlar.
Önce eskiden beri mevcut olan durumu anlatalım. Diyelim ki avukatınızın görevini yerine getirmemesi sebebiyle dava kaybettiniz ya da hekim hatası yüzünden aylarca hasta yattınız. Böyle durumlarda, hem meslek odasına, hem savcılığa, hem de hukuk mahkemesine gidebilirsiniz.
Beraat etmemiş veya iyileşmemiş olmanız, bu kişilerin kusurlu olduğunu tek başına göstermez. Tüm veriler incelenir, hekimin veya avukatın gerekli özeni gösterip göstermediğine bakılır. Olası riskler konusunda bilgilendirilmiş misiniz, bunları kabul etmiş misiniz, yoksa bir yalana mı maruz kalmışsınız, bunların hepsi değerlendirilir. Eğer bu kişiler kusurluysa, alacakları ceza meslekten çıkarılmalarına kadar gidebilir.
Bu kişilerle olan hukuki ilişkimiz, satış sözleşmesi değildir. Bir ürün ya da tüketeceğimiz bir hizmet satın almayız.
Eser sözleşmesi de değildir, çünkü avukata veya hekime bir eser meydana getirmesini sipariş etmeyiz.
Hizmet sözleşmesi de değildir, çünkü o işçiyle kurulan sözleşmedir. Bu kişiler ise işçi olmaz.
Aramızdaki, tam olarak vekalet sözleşmesidir. Yani “Ben kendimi savunmak / iyileştirmek için, mesleki bilgine güvenerek seni vekil kıldım” demiş oluruz.
İşte yeni TKHK, vekalet sözleşmesinden doğan sorunların tüketici mahkemesinde çözüleceğini belirtmiş. Yani avukatımıza veya doktorumuza tazminat davası açmak istiyorsak, eskisi gibi asliye hukuk mahkemesine değil, tüketici mahkemesine gitmemiz gerekiyor.
Peki bunun sakıncası ne?
Birincisi, tüketici mahkemesinde dava açmanın çok daha kolay oluşu. Avukatlar olarak bizi zaten anne babamız dışında pek kimse sevmiyor, hekimler deseniz hasta yakınlarının şiddetine maruz kalabiliyorlar. Bir de şimdi haklarında öylece açılıveren davalar başlayacak.
İkincisi, kanundaki “hizmet sağlamaktan haklı sebep olmaksızın kaçınamama” kuralı. Peki bir avukat için, bu “haklı sebep” denen şeyin tanımı nedir? “Üzgünüm ama kendime göre prensiplerim var, bu davada avukatlık yapamam” demek yeterli mi mesela? Yoksa avukatın davasını almak istemediği vatandaş gelip “Olaydan sana ne kardeşim, parasıyla değil mi!” dediğinde haklı mı olacak? O zaman hepimizi devlet memuru yapın madem, zaten kuvvetleri iyice birleştirmeye meyillisiniz…
Hekimler ise, mesleklerinin TKHK’dan bağımsız olan doğal niteliği sebebiyle zaten hasta seçemiyor. Biz üstlenmeyi kabul ettiğimiz davalarla kişilerin yaşam koşullarını kurtarabilirken, onlar hepimizin direkt yaşamını kurtarıyor. Yalnız araya şunu da sıkıştırayım, cennet vatanımızda hekimin insan ayırmasını sorunlu görmeyen tıp fakülteleri de mevcut[1].
Kanundaki sakıncalar muhtelif. Örneğin idari para cezaları. Kötü hizmet sunmak TKHK’ya aykırıdır ve idari para cezası gerektirir; peki verilen mesleki hizmeti hangi idari memur nasıl değerlendirecektir? Mesleğine ve uzmanlığına yıllarını vermiş kişinin yeterliliği hakkında, idari memur nasıl karar verecek henüz bilmiyoruz. O yüzden, şimdilik avukatına veya doktoruna dava açmak isteyenleri ilgilendirecek bir konudan söz edelim.
Kanun, başka bir maddesinde “yalnız tüketici işlemlerine” uygulanacağını belirtiyor. Yani konunun sizin işyerinizle veya ticari faaliyetinizle ilgili olmaması lazım.
O halde şunu soralım; avukat veya hekimden isteyip de tam alamadığınız yardımı ne için istiyordunuz?
Şirket misiniz? O halde “tüketici” olamazsınız, çünkü tacirsiniz. Sizi asliye hukuk mahkemesine alalım. Yoksa ticaret mahkemesi mi dersiniz? Ben demem. Ama tüketici de demezdim.
Sorun boşanma veya velayet davası mı? Bundan ticari bir menfaat elde etmeyeceğinize göre, adres tüketici mahkemesi.
Peki bedeninizin kazandığınız paraya direkt etkisi olan bir işte çalışıyorsanız? Örneğin resim veya heykel sanatçısısınız, ellerinizde dünyalar gizli. Eğer hekim hatası yüzünden ellerinizi rahat kullanamaz hale gelirseniz (Allah korusun) şimdi ne olacak? Eskiden asliye hukuk mahkemesine gider tazminatınızı alırdınız. Tamam tazminatı yine alırsınız da, dava nerede görülecek? Yanlış yere gidip bir iki sene de öyle kaybetmeyin?
Miras paylaşımıyla ilgili bir dava mı bu? Tüketici gibi duruyor, ticari bir iş değil sonuçta. Fakat hadi ben kalkıp “Davacı tarafın sahibi olduğu şirket borca batıktır, mirasla ilgili davayı kazanması halinde alacağı parayı ticari işleri için kullanacağı da açıktır. O sebeple bu davanın da ticaret mahkemesinde görülmesi gerekir.” dersem? Hiç de saçma değil. Öyle kanuna böyle cevap.
Yeni TKHK da, son yıllarda çıkan pek çok kanun gibi, içinden çıkılır gibi değil. Bu tip sorunlar arttıkça, hukuk insanlarına düşen görev de artıyor.
Belki Türkiye Barolar Birliği’nin bu görev adına yaptığı şeyler de vardır. Lakin pek duymuş değiliz.
@goksungokce