İslami terörün yoğun olarak yaşandığı ve devletlerin bu terörü engellemek için hiçbir samimi çaba göstermediği zamanlar yaşıyoruz. Biri El Kaide deyip bir ülkeye saldırır, diğeri sınırından geçen silah dolu istihbarat kamyonu hakkında haber dahi yaptırmaz, berikinin Afrika’da karışmadığı iş kalmaz…
Bu esnada da üç tane katil gider, Fransa’da hayata karikatür çizerek tutunan 12 insanı katleder.
Müslüman örgütlerin yaptığı çok katliam var, bunların hiçbiri inkar edilmedi ve hepsinden gurur duyuldu. İslamofobi-fobisi bunların her birinden sonra mutlaka gündeme geldi, “gerçek İslam bu değil” temalı kaç tirad dinledik sayısı belli değil.
Fakat konu, İslamın ne olduğu değildi ve hiç olmadı. Çünkü dinin, belirli bir kimliği olamazdı.
Bu noktada, geçmişimizde yoğunlukla bulunan bir kimlik sorununu hatırlayalım. “Sen Türksün ve Türklük böyle bir şeydir” diye özetlenebilecek yaklaşımı “totaliter elitizm” olarak görenler yine biz değil miyiz? Peki fiilen gerçekleşeni beğenmeyip “gerçek İslam bu değil” diyerek yeni tanımlar peşinde koşmanın bundan farkı nedir?
Böyle kimliklerin aslında ne olduğu, çok anlamsız bir soru. Çünkü bunlar hep sonradan oluşturulmuş soyut sıfatlar ve belirli bir içeriğe sahip olmaları mümkün değil.
Peki siz, o “belirli içeriklere” neden inanıyorsunuz? Milliyet de bu, müminlik de. Buna neden şaşırıyorsunuz? İçeriği siz mi oluşturdunuz; herkesi koşulsuz seven sayanla kafa kesenin insanlığı elbette bir değildir, ama imanını neye göre ölçüyorsunuz? Bu ikisinden birinin sizden daha az mümin, daha az milli, daha az “ait” olduğuna kim karar veriyor?
Tek mesele İslamiyet veya din de değil. Kitlesel aidiyet böyle bir şeydir, dinin karşısına aynı oranda koyacağınız başka bir kimlik de sizi aynı sonuca götürecektir. Siz “kendinize” ait olmadıkça, varlığınızı bir üst kimliğe dayandırdıkça, ilişkilerinizi o üst kimlik üzerinden sürdürdükçe, insanlara bu içeriği belirsiz etiketler üzerinden değer verdikçe ya da vermedikçe, lütfen dürüst olalım, ilk taşı kendinize atmanız gerekir.
Aksini ispatlamaya ne kadar çalışsanız da yapamazsınız, çünkü bu ispatlanabilecek bir şey değildir: Birinin aykırı gördüğünü öldürme hakkını kendinde bulabiliyor olması da, yaradılanı yaradandan ötürü sevmek gibi, dine dahildir.
Eğer siz ikincisini hakim kılamıyorsanız, belki sorun yöntemdedir? Belki de artık yüzünüzü semaya olduğu kadar insana da çevirme zamanınız çoktan gelmiştir, belki de aidiyeti soyutluklar üzerinden değil somut kişisel ilişkilerimiz çerçevesinde düşünmeliyizdir – o da ille düşüneceksek... Dinler ilk indiğinde zaten çok sınırlı bir çevrede etkin olduğundan “din kardeşi” kavramı pratik bir anlam ifade etmiş olabilir, ama artık o kardeşlik dinden değil komşuluktan kaynaklanıyor olsa gerektir.
Muhtemelen akrabalardan oluşan küçük grupların bağlanma şekilleri, nasıl oldu da yedi milyarlık dünyada birer katliam gerekçesi haline geldi? Aldığımız yol bir arpa boyu bile mi değildi?
Gelelim şu “emperyalizmin oyunları” meselesine.
Tamam bunlar hep emperyalizm oyunları olsun kabul de, neden hep müslümanlarla oynanıyor bu oyun? Bunu kendinize hiç sormuyor musunuz?
“Efendim Batı dünyası kendini hedefte gösterir mi hiç?”
Tabii ki göstermez ama soru bu değildi, tekrar soralım: Kendinizle neden oynatıyorsunuz?
Son yıllarda İslam adına yapılmayan katliam kalmadı, Malatya’daki Zirve Yayınevi’nden tutun Madrid’deki tren istasyonuna kadar. Her defasında bunun arkasında “emperyalist güçler” oldu. Peki siz neden hep bu güçlerin önünde oldunuz? Katilin hiç mi suçu yok?
O katiller, sizin de yaşadığınız ülkenin her yerinde elini kolunu sallama cüretini nereden aldı?
Son dergi katliamı için “hak ettiler, kışkırttılar ve cezalarını gördüler ” diyenler de mi emperyalist güçlerin başının altından çıktı? Elinizdeki akıllı telefonlarla metrobüs beklerken yazmıyor musunuz onları siz? Aynı anda Avrupa’da birileri, metroya inerken “katil müslümanlar” diye tweet attığında, birbirinizden tam olarak hangi noktada farklı olacaksınız? İşin kötüsü, siz birbirinizi öldürmeye çalışırken asıl ölen yine biz olacağız.
Siz benim tanrım seninkini döverden öteye geçemeyen abes kavgalarınızı sürdürürken, on iki yaşındaki çocuğunun parçalarını eteğinde toplayan annenin manevi tazminat talebi reddedilecek.
İşte bu yüzden korkuluyorsunuz. Ne olduğu belirli olmayan ve kimsenin ölçemeyeceği kimliklere adanıp, gözünüzün önündeki somut dünyaya kendinizi kapattığınız ve bunu gayet “asil” bulduğunuz için.
Kişisel bir korku değil, hangisi olursa olsun, bir taraf her gün öldükçe bunu umursamayan diğer taraftan gerçekten çok korkuyorum.
Varoluşu herhangi bir şeyin gerisinde tutan herkesten korktuğum gibi.
@goksungokce