Tarihimizin 1960 ve 1980’i arası, darbeler ve müdahaleler yönünden epey zengin. O dönemi yaşamayıp sürekli “siz ne gördünüz ki” denenler olarak, gördüklerimizi geçen sene Haziran’da anlatmıştık.
Bizim o yılları yaşamamış olmaktan yana bir eksiğimiz yoktu. Fakat muhtemelen, darbe mağduru olmak Türkiye’de politika yapmanın şanı olduğundan, tüm darbelerin kendileri yokken yapılıp bitirilmiş olması bizim politikacılarda bir eksiklik yarattı. Sokağa çıkarken yanına gaz maskesi almaya vatandaşı kendin mecbur bırakıp, sonra o vatandaşı darbecilikle suçlamanın mantıklı başka bir açıklamasını bulamıyorum.
Eskiden askerin gelip yönetime el koyması olarak bildiğimiz ve postal sesiyle ilişkilendirdiğimiz her şey, şimdi bize sivil kanattan ve zaten yönetimde olanlar tarafından geliyor. Burada bir kavram karmaşası görünmüyor mu?
Bu karmaşayı çözmeden, istediğimizin ne olduğunu nasıl tespit edeceğiz?
İktidarın darbe algısının gerçek bir algı dahi olmadığı artık izah gerektirmeyecek kadar açık, peki muhalefetin algısını da değerlendirmek gerekmiyor mu?
İsimlendirmeyi isabetli yapmadığımız zaman, aslında tartışma zeminini kaydırmış olmuyor muyuz?
İktidar, malum, geçerli oyların yarısına dayanarak tüm toplum üzerinde istediği gibi tahakküm kurabileceğinden çok emin – ve aslında, bunun insanlık dışı bir fikir olduğunu anlamaya dahi muktedir değil. Anayasa Mahkemesi kararının “cumhurbaşkanının partisine” uymamasını “milli iradeye saygısızlık” olarak gören bir zihniyete saygı duymamız beklendiği sürece, anarşizme her geçen gün daha da yaklaşıyor olmalıyız.
Bir iktidar kendini oya dayandırıyorsa, oy için her şey mübahtır ve sandığı tek kudret olarak kabul etmeyen herkes de darbecidir. Öyle ki, deniz gözlüğüyle darbe yapabilir hale geldik ve darbe yapılmakta olduğunu anlamak için Hasan Mutlucan’ı dinlemek gerekmiyor. Rıza Sarraf gibi, kapıda yirmi kameranın dizili olduğunu görünce bir darbeye kurban gittiğimizi derhal anlayıveriyoruz.
Asıl ilginç olan, darbe lafzını muhalefetin de kullanıyor olması. Bunun tabii ki farklı bir yönden yapıyor, örneğin Anayasa Mahkemesi kararına değil fakat hükümetin yargıya olan müdahalesine darbe diyor. Evet bunlar sözlük anlamıyla birer darbedir, doğrudur, fakat siyasi hayatımızda artık bir terim haline gelmiş bu kelime, olanları karşılamaya artık yetmiyor.
Mehmet Altan’ın verdiği darbe tanımı, iktidarın yaptığı şeye birebir uygun: “Darbe, devletin hukuksal zeminini çökertmek ve hukukun ‘suç’ saydığı fiilleri, hukukun o suçları yargılamasına zorla mani olarak işlemektir.” Eğer böyle diyeceksek, evet, hükümet tarihin en büyük darbesini yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir.
Fakat resim bence daha korkunç. İktidarın yaptığı, darbe gibi somut bir tarihle gelen ve yıllar sonra işkence müzeleri kurduracak olan bir şey değil. Yapılanın işkence olduğunu dahi düşünmeyecek bir toplum oluşturmak.
Uzak olmayan bir gelecekte, HSYK’nın yapısının değiştiği tarihi hatırlamayacağız. Sulh ceza hakimliklerinin kurulduğu günü bilmeyeceğiz. Operasyon günlerini belki hatırlayacağız evet ama bu günler o kadar çok olacak ki, hangisinde neyi anacağımızı şaşırıp, bir süre sonra günleri de önemsizleştireceğiz. Çünkü zaten hayatımız onlarla geçiyor olacak. Ölülerimizi hep anacağız ama yenileri gelmeye devam edecek.
Bu darbe değil. Son derece vahşi bir dönüşüm.
Üstelik, ikna yoluyla olan ve pek çok insanı memnun eden bir dönüşüm.
Toplumsal ayrışmanın ve devlet zorbalığının övünç kaynağı haline gelmiş olmasının hiç umursanmadığı bir dönüşüm.
Sokağa çıkma yasağının olmadığı çünkü artık oturduğun yerden yaptığın konuşmaların bile her hecesine kadar bilindiği; gözaltında “kaybedilmen” gerekmeden sokakta öldürülebildiğin; yaptığın savunmaya dikkat etmen gerekmeyen çünkü zaten o an orada olmanın bile cübbenle gözaltına alınmaya yettiği bir dönüşüm.
İşçiyi tekmeleyen başbakan danışmanının “ayağım acıdı” diye rapor alabildiği ve bunu herkesin unuttuğu bir yerde yaşıyoruz artık. Bizi döverek öldüren esnafın arkasında duruluyor.
Bunlar darbeden farklı şeyler, başka bir yer haline geliyoruz.
İnsanların cinsel hayatlarının sonuçlarına karışılacak cüretin bulunması darbe değil, çok daha sapkınca ve izah edilemez bir şeydir.
“Darbe” ifadesi, iktidar sahiplerine intikamla bağlantılı olarak içten içe bir tatmin yaşatıyor dahi olabilir. Bence salt bu yüzden bile kullanılmasa yeridir.
Kaldı ki, darbe diyerek en basit şekilde yönetime el koyma ve sistemi tamamen bertaraf etme işlerini kast edeceksek, birincisi bunu zaten “yönetimde olan” yapıyor. Zaten mesele de, kendisi dışında hiçbir yaşam formuna alan bırakmak istememesi. İkincisi, sistem bertaraf edilmiş değil. Tüm diktatörce değişiklikler, mevcut sistemin mümkün kıldığı yollardan gidilerek yapılıyor ve buna karşı kimsenin pek bir şey dediği de yok.
Hasılı, darbe, yeni Türkiye’de iktidar dışında herkesin yaptığı tek şey. En büyük ve belki de tek ortak noktamız.
Nitekim müebbetle yargılanan çArşı sanıklarına sorulan sorular, hepimizin en az bir kere darbeye teşebbüs etmiş olduğunu açıkça ortaya koydu. Mahkeme başkanı sanığa soruyor: “Telefonda direniyoruz demişsin?”
Darbe girişimi delili ve müebbetle yargılanmanın gerekçesi olarak, telefonda “direniyoruz” demek…
Yani tamam, pankart yapmak için kullandığımız boya maskesini polisler tutanağa “gaz maskesi” olarak yazabilir ve evimizde gaz maskesi bulundurmak da darbeciliktir. Bunu anladık.
Fakat tam da geçen sene bu zamanlar yaşadığımız 17 Aralık dalgasının takipsizlik kararının, tam da çArşı duruşmasının olduğu gün ve "Takipsizlik kararı usul ve yasaya uygundur" gibi altı boş bir gerekçeyle kesinleşmiş olması darbe değildir.
Olamaz. Çünkü bu karar, bir özel televizyon dizisinin oyuncularının darbecilikle itham edildiği hukuk sistemi içinde gayet olağandır. Üstelik, o sistemi yıkmaya değil sağlamlaştırmaya yarayandır.
Hükümet darbe yapmıyor; yaptığı şey darbe değil. Dönüştürme, mahvetme, yok etme.
Darbeyi biz yapıyoruz. Her gün. Hükümeti, patlaması mümkün dahi olmayan bir iki fişeği evde bulundurarak korkutan biziz.
Korkmuyor, titriyor. Yargının “Buradan örgüt çıkmaz, bu bir taraftar grubudur” dediği kişileri, bu karardan sadece birkaç hafta sonra, hükümeti devirmeye adanmış bir terör örgütü üyesi olarak gösterecek kadar.
Siz ’80 sonrası kuşağı darbe bilmez sanadurun. Yarı ömrünüzün her bir gününe, “en az üç darbe” sıkıştırmış durumdayız…
@goksungokce