08 Ekim 2014

Bu soruların neresindesiniz?

Ulusalcılık, milliyetçilik veya muhafazakarlık, tam da yüceltir göründüğü “değerlerin” içini boşaltmaya bu yüzden bu kadar açık

Dünyada anlamanın zor olduğu çok fazla şey var. Michalengelo’nun o heykeli nasıl yapabildiğini, izafiyet teorisini ya da o kızın o çocukta ne bulduğunu… Bir sürü şeyi anlamayabiliriz. Ama hepsinin bir açıklaması vardır.

Peki, yanıbaşında ölene duyarsız kalmak nasıl anlaşılabilir, bunun nasıl bir açıklaması olabilir?

Ölen tek bir kişi olursa yardım edilir de, bir halk topluca katledilmek istenirken görmezden gelmek caiz midir?

Dokunma mesafesinde olduğunuz biri yok olma tehlikesi altındayken önceliğiniz onu kurtarmak mıdır, yoksa onu yok etmeye çalışan adamın sözde gerekçeleriyle uğraşmayı daha mı mantıklı bulursunuz?

Birinin hayatta kalmak için “sizin” yardımınıza ihtiyacı varken, aklınıza ilk gelen ne olur? Ne yapabileceğinizi mi düşünür, “ne hali varsa görsün” mü dersiniz?

Hatta daha da beteri, yoksa onu öldürmeye ahdedenlere destek mi verirsiniz?

Siz, kendiniz, bizzat siz, şahsen. Bu soruların neresindesiniz?

Pazartesi gecesi sadece Türkiye’de de tüm dünyada binlerce insan, bu soruların neresinde olduğunu sokaklara çıkarak gösterdi. Bu gösterinin, dünyada muhtemelen öyle olmamıştır ama, bizim buradaki sonucu da bol bol biber gazı ve gözaltı oldu. Ertesi gün, eylemler devam ediyor ve aynı şeyler yine yaşanmakta. Hatta şu an Türkiye’nin iki şehrinde sokağa çıkma yasağı uygulanıyor ve müdahalelerde ölenler var.

Halbuki perşembenin gelişi te cumadan belliydi.

Soruyu tekrar sormadan önce, iki gündür sokakta olma sebebimizi gayet “öz” bir şekilde ve olanca basitliğiyle hatırlayalım.

Katilimiz olan IŞİD’in ismini, pek çoğumuz ilk olarak Mayıs 2013’teki Reyhanlı saldırısını üstlendiğinde duyduk. Sonra da Emniyet Genel Müdürlüğü “Hayır canım onlar yapmaz öyle şey” diyerek konuyu kapattı. İhale en son kimde kaldı bilmiyoruz, ama o vakitler Emniyet bu katillerin epey arkasında durmuştu. O zaman El Kaide’nin bir kolu gibiydiler, ama sonra El Kaide bunlardan “elini yıkadığını” açıkladı.

Bundan sonra karşımıza tek başlarına çıkıp, Sünni olmayanların (mecazen değil gerçekten) kafalarını kesmeye, kestikleri kafalarla (mecazen değil gerçekten) futbol oynamaya, dini mekanları ve türbeleri (mecazen değil gerçekten) havaya uçurmaya başladılar. O andan itibaren neler olduğunu zaten hepimiz duymaya başladık. Çünkü ilerliyorlar ve “bu tarafa” gelmeye devam ediyorlardı.

Konuyu bize ilk bağlayan da, Türkiye’nin bu terörist örgüte yardımda bulunduğu söylentileri oldu. Ki hiç de mantıksız söylentiler değildi bunlar, çünkü eskiden “kanka” olan Erdoğan’la Esad’ın arası epey bozulmuştu. IŞİD de hem Esad’a, hem de çözüm sürecinde olunduğu söylenen Kürtlere epey sorun çıkaran bir örgüttü. Nitekim İstanbul’un göbeğinde dahi IŞİD’e yardım standları kurulduğunu, bu insanların şehirde rahat rahat gezip toplu taşımada bizimle yan yana dolaştığını, hastanelerimizde tedavi olduklarını, Türkiye’nin turizm tanıtımlarında kullanılan “Turkey welcomes you” sloganının kanlı canlı örnekleri olduğunu hep gördük ve duyduk.

Sonra artık devlet rengini açıkça gösterdi. Türkmen, Şii, Süryani, Ezidi, Kürt, her bulduğunu katlederek ilerleyen bu katil sürüsü, bizim hükümetin gözünde “öfkeli gençler” olarak tanımlandı. Bu katliam Esad rejiminin doğal sonucuymuş, bu katiller de o rejime tepki duyan öfkeliler grubuymuş gibi ifade edildi. Bunu yapan da penguen medyası filan değil, direkt hükümetin kendisi oldu.

Önüne geleni katletmeyi vacip sayan, binlerce insanın yerinden eden, halkları göçe sürükleyip artık “var olma savaşına” mecbur bırakan bu katil sürüsünü “öfkeli gençler” olarak anan zihniyet, Gülsüm Anne’yi terörist diye yuhalatmış zihniyetti.

Basılmamış kitabı bombadan tehlikeli gören, camiye ayakkabıyla girilmesinin darbe teşebbüsü olduğunu ciddi ciddi düşünen, üstünden deniz gözlüğü çıkanın gözaltına alınmasını gayet yerinde bulan insanlar, kestiği kafayla futbol oynayan katil sürüsüne “Ne olacak canım, öfkeli gençler işte…” diyerek yaklaşıyordu.

Tüm bunlar olurken IŞİD’e karşı savaşan birileri elbette vardı, onların en sağlamı da YPG, yani Kürtlerdi. Zira dünya henüz bu konuda bir şeyler yapmaya ihtiyaç duymamıştı. Evet birileri ölüyor, birileri toprağından sürülüyor, aç kalıyor, sokakta yaşıyor, bedenini satıyordu. Ama bu kimse için sorun değildi; sadece bizim buralarda, o da sadece Türkmenler için, cılız bir tepki verildiğiyle kaldı.

Sonra o öfkeli gençler, Kobanê’ye geldi. Kobanê denen yer, resmi adıyla Ayn-el Arab, bildiğimiz Urfa’nın ilçesi olan Suruç’tan bağırsan duyulacak bir yer. Yani bir tür, “köprüden önce son çıkış” gibi. Aslında bizim sınırdan ellerini kollarını sallayarak gelip geçtiklerini gösteren çok fotoğraf var, ama o çıkışı da geçerlerse artık bu “kayıt dışı” ilişki farklı bir mecraya sürüklenecek.

Tabii öyle olunca bizimkiler telaşlandı, öfkeli gençler birden “terörist” oluverdi, ABD hemen bir müdahale ayarladı vesaire. Bölgedeki Kürtler ise, ABD’nin müdahalesinin çok da samimi olmadığını, istese çok daha vurucu hamlelerde bulunabileceğini aktarıyor.

Yanıbaşında katliam yaşanırken kafayı yine internetlere filan takmış olan büyük ustamız, derhal bir tezkere işine girdi. Söylenen amaç, IŞİD’i karadan müdahale ile vurmaktı.

Ama IŞİD’le mücadele etmenin, yani insanları kurtarmanın, yani halkları yok olmanın eşiğinden çekip almanın… Adını koyalım, şu an oturduğunuz duvarın hemen diğer tarafındaki komşunuz Ayşe Abla’yı kurtarmanın elbette bir koşulu vardı. Evet, duvarın diğer yanındaki Hasan Abi can çekişiyordu ama siz onu kurtarmak için kurallar koyuyordunuz.

Diyordunuz ki, ben aslında IŞİD’i değil, onun tepki olarak doğduğu Esad’ı yok etmek istiyorum. Tüm bunlar olurken Ayşe Abla namlunun hemen ucunda. Kafasına dayalı bir silah var. Siz ise karşısına geçip, “Ama Esad…” diyorsunuz.

“Kardeşim kurtar beni ölüyorum” deniyor. Siz oturduğunuz yerden, “Kurtarsam ne olacak ki, IŞİD gider başkası gelir” diyerek resmen dalga geçiyorsunuz.

Daha da mide bulandırıcı olanı, “Kardeşim kurtar beni ölüyorum” deniyor, belki bunu açıktan söylemiyorsunuz ama, ölmekte olanın YPG’li, Kürt, Alevi… yani zaten “çok hoşlanmadığınız” taraflardan olması sizde bir serinlik yaratıyor.

Bu sizce insanca bir şey mi?

Gezi’de bütün yayınını sokaklara harcayan televizyon kanalının, dün binlerce kişi Kobanê için sokaktayken belgesel yayınlaması affedilebilir mi?

Daha dün, IŞİD’i protesto eden 50 kişilik HDP grubunun neredeyse bin vatandaş tarafından kuşatılmasının insanlıkla bir ilgisi nasıl olabilir?

Bu yazıyı yazarken Kadıköy’den yine gaz fişeği sesleri geliyor. İnsanlar “komşumuzu öldürme, öldürene göz yumma” dediği için geliyor bu sesler.

Ulusalcılık, milliyetçilik veya muhafazakarlık, tam da yüceltir göründüğü “değerlerin” içini boşaltmaya bu yüzden bu kadar açık. Çünkü ben “komşumu öldürme” dedikçe, sen beni de öldürmeye kast ediyorsun.

Yazının başındaki sorulara tekrar ve tekrar dönersek…

Siz, kendiniz, bizzat siz, şahsen. Bu soruların neresindesiniz?

@goksungokce

 

Yazarın Diğer Yazıları

Avukatların mesleki kuşak çatışması

Yargının, hukukun ve mesleğin geldiği halden genci yaşlısı bütün avukatlar şikayetçi. Her baro seçim döneminde de aynı şey oluyor; "üstatlar" sorumluluğu gençlerin ilgisizliğinde, gençlerse "üstatların" bu düzeni aslen kendilerinin var etmiş olmasında buluyor

Hayvanları Koruma Kanunu neye çare oluyor ki?

Devletin kurumlarından ve kendi seçtiğimiz belediye başkanlarından bile görmediğimiz feraseti, yalnızca hayatta kalmaya çalışan hayvandan bekleyebilir miyiz, kabahati hayvanda bulunca sorun çözülmüş olacak mı? 

Danıştay’ın gerekçesi: “Başkan ne derse o olur"

Çoğunluk şunu demiş oluyor; cumhurbaşkanı istediği yetkiyi kendisine yine kendisi verir, bu yetkiyi uygun gördüğü zaman yine kendisi kullanır ve biz sadece oturup izleriz

"
"