08 Eylül 2019

'İşte ben buradayım' diyen gösterişsiz birkaç deli

Toplumun karşısına saygın kıyafetlerle çıkıp "akıllıca" sözler eden gazetecilerin, yazarların, entelektüellerin yapamadığını, tuhaf kılıkları, afili şapkaları, stilize el kol hareketleriyle her bakımdan sıra dışı görünüm veren çocuklar "Susamam" diyerek başarmış görünüyor. Bazen böyledir… Zamanda sıçrama yaratan büyük atılımlar delice olandan gelir

"Halk yığınlarının içinden çıkan biri(leri), çağının bütün karanlık uyarılarının yalnızca kendisine yöneltildiğini kabul edecek ve ayağa kalkarak, 'İşte ben buradayım!' yanıtını verecektir."

Tarihçi Jules Michelet, korku ve yıldırma siyaseti altında bitkin düşmüş Orta Çağ dünyasından parlak bir Rönesans yaratacak olan âlim ve sanatçıların müjdesini veriyor bu sözleriyle... Kendiyle birlikte bütün bir çağı ayağa kaldıracak olan Abelard'dan, Dante'den, Kepler'den söz ediyor büyük tarihçi.

Üç gün önce, yine böyle birkaç deli, çağlarının bütün karanlık uyarılarını ve hakaretlerini üzerlerine alınıp, 'İşte ben buradayım!' diyerek ayağa fırladı.

Susamam, dediler.

Ve popüler kültür alanını bir anda politize ettiler.

Toplumun karşısına saygın kıyafetlerle çıkıp akıllıca sözler eden gazetecilerin, yazarların, entelektüellerin yapamadığını, tuhaf kılıkları, afili şapkaları, stilize el kol hareketleriyle her bakımdan sıradışı görünüm veren bu çocuklar başarmış gibi görünüyor. Şarkının tıklanma sayısı ve sosyal medya paylaşımlarıyla toplum bir anda cuşu huruşa geldi çünkü. (Ama bazen böyledir işte… Akıllıca görünen işler dururken zamanda sıçrama yaratan büyük atılımlar delice olandan gelir. Aristo, öğrencilerinin zamanını 158 eski kentin anayasasını inceleterek harcarken, bir serserinin tavırlarına sahip olan İskender, Helen İmparatorluğu'na ulaşmıştı.)

Demokrasiye uzak toplumlarda kültür neredeyse zorunlu olarak politize bir alandır zaten. Politik muhalefetin güçten düşürüldüğü ya da tümden imkânsızlaştığı noktada devreye kültür girer.

Toplumun demokratik muhalefetiyle söyleyemediği söz, romanlarda, filmlerde, şarkılarda dile gelir.

Üç gün önce o sözler bir popüler kültür ürünüyle, rap şarkısıyla dile geldi. Lime lime olmuş, her yerinden dökülen hayata karşı artık bir sabrın kalmadığını söylüyordu o sözler.

Tarihsel imkân

Herkesin bildiği gibi, bugün pazarın ve endüstrileşmenin kemirici etkisiyle başı dertte olsa dahi, dünyada ortaya çıkışı itibarıyla politik bir karakter taşır rap müzik. Türkiye'ye gelişinde de ilkin büyük kentlerin yoksul mahallelerine yerleştiği için bizde de blues gibi, rock gibi sistem karşıtı protest bir müzik olarak kabul edilmiştir. Kültürün liberal eleştirisi rap'te kenara itilmişlerin ve en alttakilerin kültürel kimliğinin dile gelişine hayran olmuş, bunun verdiği duyguyla da bu müziği hep toplumsal heterojenliğin dile gelişi olarak tespit etmiştir.

Susamam'da da çevreden trafiğe, adaletten kadın cinayetlerine dek rapçilerin kendi çağlarının ve toplumlarının bütün açık yaralarına, bütün karanlık uyarılarına, insana ve hayata dair bütün hakaretlerine güçlü bir isyan var. Bu, çok net bir politik tavırdır.

Aslında politize görünen kültürel isyanlar, genellikle belli bir kültürel kimlik üzerine oturduklarından, esasen kendi için özgürlük talebiyle dile gelirler. Sistem de kendisine uzun boylu sataşıp bulaşmadıkça, demokratik bir vitrin gereği, sistem içerisinde küçük adacıklar olarak yaşamalarına müsaade eder. O yüzden, topyekûn bir özgürleşim için gereken şeyin sistemden tümüyle yakayı sıyırmak, yani insanın kendinden özgürleşimini sağlamak olduğu düşüncesiyle, bu türden isyanların uzun süreli ve kalıcı olacağına ya da etkin dönüştürücü bir rol oynayacağına pek ihtimal verilmez.

Bunda haklılık payı da vardır.

Şarkı, sanki bunu düşünmüş ve tedbir almış gibi, topluma bir çağrı içeriyor:

Gel, gün olur hapsolur bu suçlu cümleler

Yenilir hiç olurum fark etmezler

Susma, susamam

Korkma yanıma gel

Fakat bu o kadar kolay olmayacaktır. Kendileri ayağa fırlamıştır ama bütün bir çağı ayağa kaldırma gücü yoktur kültürün. Bu güç tek başına bilimde de yoktur, düşüncede de yoktur. Bu ancak mevcut toplumsallığın tarihsel imkânlarıyla söz konusu olabilir.

Sanatçının yalnızlığı

Abelard'ın, Dante'nin, Kepler'in, kendileriyle birlikte çağlarını ayağa kaldırabilmiş olmaları, çağlarının tarihsel ve toplumsal açıdan ayağa kalkabilecek durumda olmasındandı. En azından, onlar "Ben buradayım!" dediklerinde, arkalarında "Yalnız değilsin" diyebilecek bir sınıf desteği, burjuvazi vardı. Avrupa'da uzun süre kilisenin ve feodal siyasetin dar kalıpları içinde kalan sanat, bilim ve düşünce inisiyatifi, modernleşme dinamizminin toplumsal hayata kazandırdığı yapısal özellikler sayesinde daha 13. yüzyıldan itibaren siyasal otorite karşısında etkin bir konum edinmeye başlamıştı.

Deliliğe Övgü'nün yazarı Erasmus, Papa'nın ölüm fermanına karşı Anderlecht kentindeki komünün davetiyle hem canını kurtarabiliyor hem de yeni şeyler yazabileceği yeni bir ortama kavuşuyor, yazdıklarını okuyup dinleyen yeni insanlar bulabiliyordu.

Sınıflar arası mücadele sanatçıya bu fırsatı veriyordu. Burjuva beğenisinin saray sanatını aşındırmakta olduğu 17. yüzyılda Molière, bu fırsata müteşekkir olarak, yobaz rahiplerin, cimri aristokratların hicvedildiği, ama tek bir burjuvanın dahi maskaralaştırılmadığı oyunlar yazıyordu.

İktisadi ve sosyolojik sebeplerle Devlet Baba'nın karşısında tarih boyunca muhalif ve güçlü bir sınıfın varlık gösteremeyişinin bir sonucu olarak bizde sanat ve sanatçı böyle bir toplumsal sınıf desteğinden hep yoksun kalmıştır. Siyasal otoritenin hoşuna gitmeyen âlimler, ozanlar, eğer Hallac-ı Mansur, Pir Sultan, Nef-î gibi öldürülmedilerse, ölüme çok yakın bir hayat yaşamak zorunda bırakıldılar. Daha şanslı olanları, (Yunus, Eşref, Neyzen gibi) işi mecnunluğa vurup kendi iç dünyalarında tecrit bir hayat yaşadılar.

Bu bakımdan Michelet'nin "İşte ben buradayım!" diyerek bir başına ayağa fırlamış kahramanlarına en çok bizim sanatçılarımız benzer. Çünkü tarih boyunca böyle deyip ayağa fırladıklarında, arkalarında bu cüretlerine destek verecek toplumsal bir zümre, bir sınıf görememişlerdir.

Bugün de göremezler.

Bu sebeple, burunlarını "üzerlerine vazife olmayan işler"e soktukları için, kültürel isyancılarımızın başı siyasal otoriteyle hep belaya girmiştir. Edimleri, politik görüşten ziyade, ahlâksal bir temele oturuyordu.

Ama devletimiz "ahlâk 'nasıl mutlu oluruz' değil de, 'kendimizi nasıl mutlu olmaya layık bir insan haline getirebiliriz' sorusuna yanıt veren bir şeydir" diyen Kant'ı tahsil etmemiş olduğundan, bizim sanatçılarımız, edimlerini ahlâksal bir temele oturttukları andan itibaren, çoğunlukla, mutluluğun kendilerinden esirgendiği bir hayatı yaşamak zorunda kaldılar.

Bugünkü de tahsil etmiş gibi görünmüyor. Susamam için ya da onunla aynı anda aynı etkiyle ortaya çıkan Ezhel'in Olay'ı için çok yakın gelecekte bir savcılık soruşturması açılmasını ummamak için hiçbir neden yok.

Muhalefet alıştırması

O yüzden aslında bu topraklarda isyanın her türlüsü tam bir deliliktir. Ve Erasmus'a gönülden inanıyoruz ki, akıllı olduğunu iddia eden dünya karşında delilik gerçek bir erdemdir.

Fakat bu çocuklar bunu erdem olsun diye yapmadılar -çünkü insan erdemlerinden sergi açmaz-. Tanıdık bir inat duygusu bu, çağın yaralarını göstermeyi sürdürme inadı! İçten gelen bir sorumluluk hissidir bu ve genellikle kendini gösterişsiz biçimde ortaya koyar. Yine öyle oldu.

Susamam'da ve Olay'daki niteliğiyle rap müzik, zorba dünya karşısında onuru kırılan, ama henüz o dünya içinde ele geçirilmemiş küçük hayat alanlarının sahibi olduğuna inanmak suretiyle bir parça da isyan yaşamak isteyen adama, yani bize, hepimize en yakışan uğraşlardan biri. Ve gösterişsiz birkaç delinin ortaya koyduğu bir direniş sanatı olarak kıymetlidir. Ama işte toplumumuzun tarihsel koşulları da ortadayken, hepsi budur, topu tomarı bu kadardır.

Güçlü bir toplumsal muhalefetten yoksun günümüz Türkiye'sinde Susamam ve Olay sevinilecek hadiselerdendir. Bu şimdilik bir muhalefet alıştırması. Fazlasını istemek için, sanatın bütün dallarında olduğu gibi müziğin de gelişecek güçlü bir toplumsal muhalefetle bağ kurabilmesi gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Hayvan doğasıyla barışınca insan, 'insan' olacak!

İnsan türünün, insana götüren hayvanlık ile bu hayvanlıkta bedenleşen insanlığın diyalektik gerilim alanı olduğuna dair bakış, insanın ne yaratılmış mükemmel bir tasarım, ne de doğa tarafından dayatılmış umutsuz bir vaka olduğunu kabul eder. İnsan "kendini yaratmış" bir varlıktır

Büyük Madenci Yürüyüşü'nün öğrettikleri

İnsan mutlak bir varlık değildir. Belki çıkarcı, belki dayanışmacı, belki bencil, belki paylaşımcıdır

Kırk yıllık tevazu

Toplumun küçük bir kesimi bir "direniş sanatı" türü olarak "şenlikli muhalefet"i sürdürmekteyken, toplumun geneli de, bu sanatın bir başka türü olarak, "kendini aldatmaya bırakmış" olabilir