02 Eylül 2023

Yedi aydır bulunamayan cenazeler, genişlemeyen soruşturmalar ve Hatice Can

Yaşamını insan hakları mücadelesine adamış avukat Hatice Can, 6 Şubat’taki depremde, kendisi gibi yaşamını başkalarının haklarını korumaya adamış eşi Mithat Can’la birlikte, otuz yılı aşkın süredir oturdukları Rana Apartmanı’nda enkaz altında kaldı

Günler geçer, insanlar unutur…

Kızar unutur, sevinir unutur, oturur unutur, kalkar unutur, öfkelenir unutur, sakinleşir unutur…

İnsanlar unutur.

Unutmayanlar kapılarını o büyük yalnızlıkla birlikte dünyanın geriye kalanına kapatmak zorunda kalanlardır. Hayatları asla bir daha eskisi gibi sürmeyecek olanlar.

Bu yüzden unutmamak bir borçtur, o anki öfkeyi, haksızlığı, adaletsizliği, çaresizliği…

Unutmamak o insanları yalnız bırakmamak için bir yükümlülüktür.

Ve adaletin sağlanması için bir önkoşuldur.

Avukat Hatice Can’ın o kocaman gülüşlü fotoğraflarından biri var sosyal medya sayfasının başında.

Site uyarı veriyor: Bugün Hatice Can’ın doğum günü.

Yaşamını insan hakları mücadelesine adamış avukat Hatice Can, 6 Şubat’taki depremde, kendisi gibi yaşamını başkalarının haklarını korumaya adamış eşi Mithat Can’la birlikte, otuz yılı aşkın süredir oturdukları Rana Apartmanı’nda enkaz altında kaldı. Enkazda, nerede olduklarını bulmak çok zaman aldı. Zaman aldı zira şimdi unutturulmak istense de Antakya’da, diğer kentlerde olduğu gibi kurtarma ekipleri yoktu, araç yoktu, ışık yoktu…

Asi Nehri’nin kenarındaki Köprübaşı’nda yıkılan evlerden feryatlar yükseliyordu.

Avukat oğlu Eren Can, o dönemde anne ve babasına ulaşılabilmesi için çırpınıyor, mesaj üzerine mesaj paylaşıyordu hesabından:

"Asker var ama ekipman yok, hilti yok. Sağ insanlar var sesleri geliyor ama el yordamıyla çıkarılamıyor. Annem babamdan halen haber alamadık."

6 Şubat’taki bu mesajından iki gün sonra da çaresizlikle mesajlarını paylaşıyordu:

"Gelen kepçe temizliği yeterince yapamadı ve vinç giremedi. Vinç geniş bir yol istiyor ve bizim burada da enkazdan yol daralmış durumda. Ekipler bir süre çalışıp verimli olamayınca yakın bölgede başka yerlere geçtiler. Kepçe bekliyoruz vince yol açması için."

Hatice Can ve Mithat Can, Rana Apartmanı’nda enkaz altında kaldı

Hatice Can ve Mithat Can, kurtarılamadılar. Depremde yaşamını yitirenler arasına eklendi isimleri.

Ancak o uzayıp giden listeler, listeden ibaret değil… Her biri bir hayat, her birinin kaybı, onlarca insanın yaşamının da kaybolması, 6 Şubat’tan önceki gibi devam etmemesi anlamına geliyor.

Tam olarak ne zaman düştü deprem gündemimizden…

14 Mayıs seçiminin kaybedilmesi, deprem bölgesindeki bazı kentlerden Erdoğan’ın zaferini kutlayanların görüntülerinin gelmesiyle mi?

Ya da Maraş başta olmak üzere deprem kentlerinin büyük bölümünden iktidara büyük destek verilmesiyle mi?

Ya da öncesinde mi?

Misal İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in altılı masadan önce kalkması, sonra oturmasıyla mı?

HDP ve TİP taraftarlarının birbirlerine olmadık laflarla yüklenmesiyle mi?

Tam olarak ne oldu da bir anda deprem hayatın normallerinden biri haline geldi…

*

Doğru, iktidarı ölümüne destekleyen insanlar da var deprem bölgesindeki kentlerde. Muhalefeti ölümüne destekleyenlerin olduğu gibi…

Devrimciler var, şeriatçılar var, sosyal demokratlar, merkez sağcılar… Çocuklar var, kadınlar var, savaştan kaçanlar var. Kediler, köpekler, kuşlar var.

12 Mart’ta işkenceli sorgular döneminde tanışan, 12 Eylül’de birbirlerinden ayrı biçimde işkenceli sorgulardan geçirilen ve birbirlerini bir an unutmayan, hapis yatan ve yeniden buluşan, yaşamlarını insan hakları mücadelesine adamış Hatice ve Mithat Can da vardı.

Gezi’de hayatını kaybeden Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan’ın avukatı Hatice Can.

İntihara sürüklenen Onur Yaser Can’ın, işkence gören gençlerin, faile meçhule kurban gidenlerin avukatı…

Son olarak barış istediği için 73 yaşında gözaltına alınan İHD Şube Başkanı eşi Mithat Can’ın avukatı…

6 Şubat’tan bu yana oturdukları binanın yıkımına ilişkin soruşturmada bir ilerleme kaydedilmedi.

Yıkılan yüzlerce binanın soruşturmasında bir ilerleme kaydedilmediği gibi…

*

Deprem bölgesini adım adım gezen Halkın Hukuk Bürosu’na bağlı avukatların gözlem raporu, yedi ay sonra gelinen noktayı anlatıyor:

-Depremin hemen sonrasında bölgeye gelen insani yardımlar bugün itibariyle neredeyse tamamen son bulmuştur. Çadırlarda, konteynerlerde, hasarlı binalarında yaşamak zorunda bırakılan depremzede halkımız -özellikle bakıma muhtaç insanlar başta olmak üzere- gıda vs. erzak yetersizliğiyle karşı karşıyadır. Yemek dağıtımı yapılan noktalarda kimi zaman kilometrelerce kuyruk oluşmaktadır.

-İçme suyu ve temiz su tedarikinde ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Temiz su temin edilebilen noktalarda yine uzun kuyruklar oluşmaktadır.

-Bakanlık tarafından 2023-2024 döneminde deprem bölgesindeki eğitim öğretime başlanacağı duyurulsa da bölgede eğitim-öğretimin başlaması için gerekli altyapı ve teknik imkânlar yeterlilikten yoksundur. Özellikle Hatay'daki okulların neredeyse tamamı hasarlıdır. Konteyner okullar henüz kurulmamış, bölgede çalışan veya çalışacak olan eğitimcilerin barınma sorunlarına yönelik çözüm içerikli herhangi bir adım atılmamıştır.

-Yerleşim yerlerine ve tarım arazilerine yakın yerlere ayrıştırmadan yığılan enkazların yarattığı asbest tehlikesi devam etmektedir. Önlem almak bir kenara hala enkazlar bu bölgelere dökülmektedir.

-7 ayın sonunda hala kayıp cenazeler bulunmaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri depremin hemen ardından enkazdan çıkarılan cenazelerin tam bir kargaşa içerisinde ve sağlıklı bir teşhis yapılmaksızın cenazelerin ailelere teslim edilmesi ve kayıp cenazeler olmasına rağmen enkazların hızla kaldırmasıdır. Bu sorumsuz anlayış yüzlerce aileyi mezar hakkından mahrum bırakmıştır.

-Deprem soruşturmaları il bazında farklı usullerle yürütülmektedir. Örneğin Hatay'da her ölen kişi ve her yıkılan bina için birer soruşturma açılarak cenaze soruşturmalarının apartman soruşturmalarına birleştirilerek derlenmesi usulü izlenmektedir. Soruşturmaların böyle bürokratik bir şekilde yürütülmesi dosyada tutuklu bulunan müteahhit ve diğer sanıkların uzun tutukluluk sebebiyle tahliye olması tehlikesini birlikte getirmektedir. Bu sebeple deprem soruşturmaları bir an evvel sonuçlandırılarak kovuşturma aşamasına geçilmelidir.

-Deprem soruşturmalarında AFAD, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Belediyeler vs. sorumlu olarak gösterilmemektedir. Oysa deprem öncesindeki ve sonrasındaki ihmallerde doğrudan sorumluluk bu kurumlardadır. Soruşturmaların bu kurumlara sorumluluk atfederek genişletilmesi gerekmektedir.

-Deprem soruşturmalarında savcılar tarafından ilgili kurumlara yazılan yazılar büyük oranda cevapsız kalmakta, bu da soruşturmaların önünü tıkamaktadır.

-24 Şubat tarihinde yayınlanan Olağanüstü Hal (OHAL) Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne dayanılarak yapılan acele kamulaştırma, geçici kamulaştırma ve kamulaştırmasız el atma işlemleri tam anlamıyla bir hukuksal zorbalığa dönüşmüştür.

-Yeni yerleşimler için hazırlanan projelerin konumları, yürütülme usulü ve bir an evvel inşaatlara başlama çabası deprem sonrası şehirleşmenin tekrar başlaması isteğinden çok başka birtakım amaçlarla hareket edildiğine işaret etmektedir. Öncelikle kamulaştırılan veya el koyulan bölgeler büyük oranda Arap Alevi nüfusun bulunduğu, zemin etüdü yapılmayan ve deprem açısından uygun olmayan tarım arazilerinden oluşan kırsal bölgelerdir. Bu işlemlerin bölge demografisini değiştirmeye yönelik olduğu açıktır.

-7 ayın sonunda hala kaldırılması beklenen yüzlerce bina enkazı vardır. Hasarlı binaların içinde yaşamak zorunda kalan insanlara önceden herhangi bir bilgilendirme yapılmadan, tamamen yıkım ihalesini alan müteahhidin isteğine göre ve barındıkları hasarlı evleri yıkılan depremzedelere barınma imkânı tanınmadan yıkım yapılması depremzedeleri sokakta bırakmıştır.

-Özellikle Maraş’ta deprem soruşturmalarını yürüten savcıların görevlerinden hiçbir gerekçe açıklanmadan alınması ve başka görevlere verilmesi soruşturmalara siyasal iktidar tarafından müdahale edildiğini göstermektedir.

*

6 Şubat depremlerinin üzerinden yedi ay geçti. Binlerce insan yeni bir hayata başlayabilmek izin mücadele ediyor.

Binlerce insan eski hayatlarına biraz olsun yaklaşabilmek için sabırla bekliyor.

Binlerce insan gözyaşı döküyor.

Cenazelerini bulamayanlar arıyor, bulanlar anlamaya çalışıyor.

Unutmamak bir borç.

Zira unutmamız, normalleştirmemiz isteniyor.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çam ağaçları ve yılbaşı bilmeyen mahpus çocuklar

Eğitimevlerinin yapısı çocuklara daha uygun ama eğitimevine gidebilmek, davanın sonlanması, cezanın kesinleşmesi ile mümkün. Davalar öylesine uzuyor ki çocuklar 18 yaşını aşıyor ve eğitimevi görmeden, cezaevinde büyümüş oluyor. Koşullar ağır. Son 10 yılda cezaevlerinde 11 çocuk intihara sürüklenmiş…

615 bin “işkencesever”le yeni bir yıl…

Ağır işkence yöntemleriyle Diyarbakır Cezaevi’nin 12 Eylül döneminde tarihe geçen komutanı Esat Oktay Yıldıran’ın canlandırıldığı bir filmin görüntüleri ve bu tip insanlara ne kadar ihtiyaç olduğunu belirten, özlem dolu bir ileti sosyal medyada paylaşıldı; birkaç saat içerisinde 615 bin beğeni aldı… Esat Oktay Yıldıran yaşıyor elbette, binlerce kişide yaşatılıyor üstelik…

Görevlerin “kusursuz” yapıldığı, “uzman ellerin” yaralılara gaz sıktığı katliam

10. İdari Dava Dairesi’nin verdiği karara göre, 10 Ekim katliamında ölenlerden Seyhan Yaylagül’ün yakınlarına toplam 900 bin manevi tazminata hükmedilmesi yanlıştı. İstinaf, toplam 32 bin lira maddi tazminat ödenmesine hükmetti. Manevi tazminatın da “zenginleşmeye yol açamayacağı” gerekçesiyle toplam 130 bin TL olabileceğini belirtti. Danıştay 10. Daire, İstinaf Mahkemesi'nin kararını virgülüne dokunmadan onadı

"
"