07 Ocak 2023

Türk aile yapısını korumak üzerine: "Çekiyorsunuz ama yayınlamıyorsunuz"

Trans kadın cinayetlerinin cezasız bırakılması bugüne dair bir sorun değil. Ancak bütün bu düzenlemeler, bütün bu propagandalar daha kötü günlerin habercisi

Koca koca bir mahkeme, koca koca hakimler…

Toplanmışlar ve bir trans kadını döverek öldüren katilin cezasında neden indirim yapıldığını, mühim cümlelerle kararlarında anlatıyorlar.

"Maktülün travesti olduğu ve kendisine ilişki teklif ettiği için o kızgınlıkla darp ettiği' şeklindeki ifadesinin doğru olma ihtimali."

Trans kadın ilişki teklif etmiş, aniden öfkelenen adam, tahrik altında olduğu için döverek öldürmüş.

Bu kadar.

O kadar okul, o kadar kanun, o kadar eğitim… Hepsi bu kadar, hepsinin sonu bu kadar.

* * *

2015'te, İstiklal Caddesi'nde gaz bombaları ve tazyikli suya karşı direnen trans kadın Hande Kader, haykırıyor kameralara:

"Çekiyorsunuz ama yayınlamıyorsunuz…"

O vahim mahkeme kararı, bu haykırıştan kısa bir süre öncesine ait.

Ve Hande Kader'in vahşice öldürülmesinden 1,5 yıl kadar öncesine.

Kader, İstiklal Caddesi'ndeki o haykırışından yaklaşık 1 yıl sonra, tecavüze uğradı. Kader'e işkence yaptı katiller. Ardından yetinmeyerek yakarak öldürdüler.

Altı yıldır açık dosyası.

İstiklal Caddesi'nde Hande Kader'le birlikte gaz bombalarının karşısında dimdik duran Didem Akay, iki yıl sonra, 2018'de yaşamına son verdi.

Hande Kader ve Didem Akay'ın İstiklal Caddesi'ndeki fotoğraflarıyla gündeme geldikleri 2015'te bir başka trans kadın, Eylül Cansın son vermişti hayatına.

İntiharından hemen önce, 5 Ocak 2015 tarihli kayıtta, gözyaşları içerisinde anlatıyordu, kendini yenik saydığı mücadelesini:

"Bugün benim en güzel günüm. Herkese teşekkür ediyorum. Yapamadım çünkü insanlar bana izin vermedi. Çalışamadım, bir şeyler yapmak istedim yapamadım. Anladınız mı? Bana çok engel oldular. Beni çok mağdur ettiler. Herkesi Allah ile baş başa bırakıyorum. Şu an Boğaz Köprüsü'ne doğru gidiyorum."

Gitti… 03.30 sıralarında köprüden bıraktı bedenini. Ortaköy sahiline yakın bir yerde bulunduğunda cenazesi henüz önünde yaşanmamış bir hayat vardı.

Eylül Cansın, 5 Ocak 2015'te, henüz 23 yaşında, ötekinin de ötekisi olarak geçirdiği hayata, tek varlığı olan köpeğini annesine emanet ederek, annesinden, "Sakın kızma ona, baktığında beni gör" son dileğinde bulunarak veda etti.

Bir intihar değil, cinayetti.

Fuhuş çeteleri, onların yancıları, onları koruyanlar, hiçbiri ama hiçbiri yargılanmadı.

* * *

Ankara'da bir süredir AKP'nin hazırladığı, MHP'nin desteklediği anayasa değişikliği teklifi tartışılıyor.

AKP'nin tipik bir taktiğidir, desteklenmesini istediği bir düzenlemenin yanına mutlaka ama mutlaka muhalefeti köşeye sıkıştıracağını düşündüğü bir başka düzenleme ekler.

Muhalefetin yapısı belli günün sonunda. Öyle insan hakları, evrensel hukuk çok da yüksek sesle savunulamaz.

Seçim geliyor sonuçta… "Hata yapmayalım, geçsin gitsin, bakarız" anlayışının muhalefeti hücrelerine kadar esir aldığını bilen iktidar, meydan okur bu düzenlemelerle:

"Sıkıysa karşı çık."

* * *

Oysa karşı çıkılamaz diye bakılan düzenleme tek kelimeyle ifade edilebilir: Komedi.

Yakında gündeme gelecek ve yeniden tartışacağız.

Başörtüsüne anayasal güvence sağlamak gerekçesiyle Meclis'e verilen teklifin ikinci maddesinde, Türk aile yapısını korumak için, bugüne kadar aksi yaşanmış gibi, evliliklerin sadece kadın ve erkek arasında yapılabileceği düzenlemesi de yer alıyor.

Gerekçesi, düzenlemenin kendisini bir yana bırakacak kadar vahim:

"Türk toplumunun temeli olan aile yapısını korumak ve aileye yönelik her türlü tehlike, tehdit, saldırı, çürüme ve sapkınlığa karşı tedbir almak devletin asli görevidir."

Madde gerekçesinde devam ediliyor:

"Maddeyle, yalnızca kadın ve erkek olmak üzere iki farklı cinsiyetten bireylerin birbiriyle evlenerek evlilik birliğini oluşturabileceği açıkça düzenlenmekle, bunun dışındaki hiçbir birlikteliğin evlilik birliği olarak kabul edilmeyeceği ve evlilik birliğinin eşler arasında yani kadın ve erkek arasında eşitliğe dayandığı kabul edilmiş olmaktadır. Böylece aile ve evlilik kurumunun her türlü tehlike, tehdit ve saldırılar ile sapkın akımların dayatmalarına karşı korunması amaçlanmaktadır."

* * *

Korkulan düzenleme bu.

En temel insan haklarına aykırı olduğu yüksek sesle söylenemeyen bir garip metin.

Ne zamandır, kocaman insanlar gerçekten de LGBTİ+ diye bir örgüt olduğunu, gökkuşağı bayrağını kullandıklarını, bu örgütün organize biçimde insanları kandırdıklarını, bu nedenle insanların eşcinsel olacaklarını, Türk toplumunu büyük bir tehlikenin beklediğini düşünüyor.

Fıkra gibi ama "büyük oyun" diye nitelendirilen bu durumu engellemek için anayasa değişikliği yapılıyor.

AB'den en çok fon kullanan kurumların başında gelen İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı gibi kurumlar, batı ülkelerinin Türk aile yapısını bozabilmek için bu konuda fon verdiğini, tehlikenin kapıda olduğunu söylüyor. 

* * *

En çok korkulan da bu düzenlemenin ve yapılan propagandanın insan haklarına aykırı olduğu dile getirildiğinde, birilerinin, "sapkınlık propagandası" diye yazması, başka bir suça imza atarak, insanları toplumun önüne atması.

Ancak hakikatten bahsetmek, buradan ayrılmamak gerekiyor.

Bütün bu propagandalardan sonra kiralayacak ev bulamayan, işlerinden edilen, toplumun dışına, en dışına itilen insanlar, böyle bir gerekçeyle yapılacak anayasa değişikliğinden sonra iyiden iyiye tehlikeyle karşı karşıya kalacaklar.

Yolda yürürken, iş ararken, okula giderken saldırıya uğramaları, "sapkın ve çürümüş" diye nitelendirildikleri için iyiden iyiye meşruiyet kazanacak.

Henüz böyle bir anayasa maddesi yokken, "olsa olsa böyledir" diyerek cezalarda indirim yapan, katilleri, saldırganları koruyan mahkemeler cezasızlık politikalarını sistematik olarak uygulayacak.

Kâhin olmaya gerek yok.

Bir seçim uğruna, insanların mezarları kazılıyor.

Olmayan suçlar üretilip, gencecik insanların hayatları çalınıyor.

* * *

"Kutsal aile yapısını" başka biçimde korumak mümkün.

Misal, Ankara'da herkesin bildiği sırlarla ilgili harekete geçilebilir.

Birbirlerini kasetlerle tehdit edip, zarar görmemek için susmak konusunda ortaklaşanların kimlikleri deşifre edilebilir.

Sürekli odaları dolu bazı otellerin kimler tarafından ne amaçla kullanıldığına bakılabilir.

Küçük çocuklarla evliliği, ilişkiyi meşrulaştırmak için dini kullanan, bu konuda bin takla atanlara yönelik kararlı operasyonlar düzenlenebilir.

Bir çocuğun istismara uğradığını bilip, iki yıl boyunca harekete geçmeyen siyasiler ve bürokratlar hakkında işlem yapılabilir.

İş vaadiyle gençleri kandırmaya çalışanlar, topluma sürekli aksi yönde mesajlar verip gayet çok eşli yaşayanların gerçekte ne oldukları anlatılabilir.

Özel hayat, bizi ilgilendirmez denilebilir bazı başlıklar için. Ancak bu kriter de ancak başkalarının hayatıyla bu kadar ilgilenmeyenler için geçerli olabilir.

* * *

Trans kadın cinayetlerinin cezasız bırakılması bugüne dair bir sorun değil.

Ancak bütün bu düzenlemeler, bütün bu propagandalar daha kötü günlerin habercisi.

Farklı görülen, ötekileştirilen, nefret söylemine maruz bırakılan hemen herkes için artık alarm zilleri çalıyor.

LGBTİ+'lara yönelik davalar, soruşturmalar çoktan başladı.

Ancak bir de süren hayat var.

O hayatın içerisinde bütün bunları alkışladığında alkış alacağına inananlar var.

Şiddeti kutsayanlar, şiddet uyguladığında ceza almayacağını bilenler var.

Gökkuşağının bütün renkleri değil, bir örgütü ifade ettiğini sananlar var.

Tereddütte yaşayanlar, iki yüzlü bir hayatın üstünü örtmek için yapmadıklarını bırakmayanlar var.

Bilip de saklayanlar, çekip de yayınlamayanlar var.

Bütün bunlara karşı, insanları savunmak, herkes için yaşam hakkını savunmak gerekiyor.

Ve seçimden sonra değil, şimdi konuşmak gerekiyor.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Görevlerin “kusursuz” yapıldığı, “uzman ellerin” yaralılara gaz sıktığı katliam

10. İdari Dava Dairesi’nin verdiği karara göre, 10 Ekim katliamında ölenlerden Seyhan Yaylagül’ün yakınlarına toplam 900 bin manevi tazminata hükmedilmesi yanlıştı. İstinaf, toplam 32 bin lira maddi tazminat ödenmesine hükmetti. Manevi tazminatın da “zenginleşmeye yol açamayacağı” gerekçesiyle toplam 130 bin TL olabileceğini belirtti. Danıştay 10. Daire, İstinaf Mahkemesi'nin kararını virgülüne dokunmadan onadı

“İnsan insan derler idi…”

İnsan olmanın bir tanımı yapılacaksa ya da bir başka insan için çabalamaksa biraz da insan olmak, o tanımın içine kenar süsleriyle olabildiğince süslenerek konulmalıdır Hüsnü Öndül’ün ismi şimdi…

Ömrümüzden çalan “suçlar” ve kapanmayan yaralar

Bütün ömrü boyunca hak mücadelesi vermiş insanlardan Nimet Tanrıkulu, dört gün gözaltında kaldıktan sonra, 18 saat süren savcılık ve hakimlik sorgusunun ardından yeniden tutuklandı. Ne soruldu peki? Tanrıkulu’nun açık seçik yaptığı Süleymaniye ve Erbil seyahatleri…

"
"