Hadi gelin hakikati konuşalım.
Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı olan 10 Ekim Katliamı, bu ülkede yaşayanların büyük bir bölümünün umurunda bile olmamış, aksine ölenlerin kendilerini bilerek öldürdüğüne kadar varan komplo teorileriyle karşılanmıştır.
Ölenlerin, hemen ertesi gün, stadyumda, üstelik milli maçta ıslıklarla protesto edildiklerini zaten biliyoruz.
Ancak dünyanın hiçbir yerinde herhalde, 104 kişinin hayatını kaybettiği bir katliamı anmak için gelenlere her yıl polisin “müdahale etmesi” normal değildir.
Alana sadece belli kişilerin girmesine izin verilmesi normal değildir.
Alana anıt yapılması için yıllarca kampanyalar düzenlenmesi normal değildir.
Tıpkı katliamdan sonra “kokteyl terör” gibi saçmalıklarla top çevrilmesi gibi…
Basın toplantısında bakanların sorulara gülerek karşılık vermesi gibi…
* * *
Ölenlerin barış talebi için bir araya gelmesi elbette bütün bunların sebebi.
Ankara Garı önünde, 10 Ekim 2015’te barış talebi için bir araya gelen binlerce insanın ortasında iki canlı bomba kendini patlattı.
Canlı bombaların belli bir merkezde yetiştirilmeleri, ailelerin ihbarlarına rağmen yakalanmamış olmaları, üzerlerindeki bombalı yeleklerle bin kilometre yol gelip engellenmemeleri, taksiyle toplanma alanına kadar gelebilmeleri…
Öncesinde saldırıyla ilgili hiçbir istihbaratın alınmadığının açıklanması, ardından kısa süre önce IŞİD’in terör saldırısı düzenleyebileceğine yönelik gelen istihbaratın ilgili birimlere dağıtılmadığının anlaşılması…
Yaralıların üzerine gaz sıkılması, ambulansların önünün polis araçlarıyla kapatılması…
Hiçbir kamu görevlisinin yargılanmaması…
Gerçek sorumluların yakalanmaması…
Baştan sona rezaletler manzumesi…
* * *
Uğur Mumcu, bombalı suikast sonucu öldürüldükten sonra, Danıştay 10. Daire, terör saldırıları ile ilgili çok kritik bir karar verdi.
Mumcu, kendisi için koruma tahsis edilmesini istememişti.
Terör saldırısına uğrayacağına yönelik bir ihbar yoktu.
Buna rağmen Danıştay, devletin bu durumda bile sorumluluğu bulunduğunu, “kusursuz sorumluluk”, “sosyal risk ilkesi” gereği, olayda ağır hizmet kusurunun doğduğunu karar altına aldı.
* * *
Yıllar geçiyor, her şey gibi Danıştay da değişiyor!
10 Ekim’de yakınlarını kaybedenler, ardı ardına tazminat davaları açtı.
İdare mahkemelerinin büyük bölümü, bu davalarda başvuruları haklı buldu ve yakınlarını kaybedenlere maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar verdi. Bu kararların dayanağı da Mumcu kararındaki gibi içtihatlardı.
Ancak bu davalardan birinde, istinaf mahkemesi, şaşırtan ama aslında şaşırtmayan bir karara imza attı.
10. İdari Dava Dairesi’nin verdiği karara göre, 10 Ekim katliamında ölenlerden Seyhan Yaylagül’ün eşine 15 bin, iki oğluna 10’ar bin, küçük oğluna 270 bin maddi tazminat ödenmesi, toplam 900 bin manevi tazminata hükmedilmesi yanlıştı.
İstinaf, kendisine göre yanlış olan bu kararı da “devletin sorumluluğu” ile açıkladı.
* * *
İstinaf Mahkemesi, özetle şu gerekçeleri bildirdi:
- Terör saldırısı yapılacağına dair istihbarat bulunmaması...
- Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığının saldırıdan kısa süre önce il emniyet müdürlükleri, terörle mücadele şubelerine gönderdiği yazılarda IŞİD’in uluslararası ses getirecek çapta eylem yapma kararı aldığı, seçtiği grubu eğitime tabi tuttuğu, canlı bomba eylemi dahil bir dizi eylem planladığı yönündeki istihbarat yazısının somut bilgiler içermemesi…
- Bu istihbarat yazısının ilgili birimlerce paylaşılmamasının ihmal anlamına gelmediği… Zira somut, açık bilgi içermediği, zaman ve kişi yönünden belge bulunmadığı, belgenin olaya ilişkin istihbarat anlamı taşımadığı…
* * *
İstinaf Mahkemesi, bununla yetinmedi…
Arama noktalarından canlı bombaların nasıl geçebildiği, güvenlik ihmali olup olmadığı yönündeki soruları yanıtlarken, “olay öncesinde ve esnasında davalı idare/idareler tarafından gerekli emniyet tedbirlerinin alındığı, önleyici ve güvenliğe yönelik bomba, alan aramalarının yapıldığı idarenin/idarelerin bu hususlara ilişkin hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır” ifadelerini kullandı.
İki ayrı kontrol noktasından geçilerek girilen alana canlı bombalar ellerini kollarını sallayarak giriyor ancak gerekli emniyet tedbirleri alınmış.
104 kişi saldırıda hayatını kaybediyor ancak gerekli emniyet tedbirleri alınmış.
Bir değil iki canlı bomba eylem yapıyor ama gerekli emniyet tedbirleri alınmış.
* * *
10 Ekim’de alanda bulunan herkes, ambulanslara yol açmak isteyen kalabalığa polisin müdahale ettiğini, bu sırada yerlerdeki yaralıların üzerine gaz sıkıldığını biliyor.
İstinaf’a göre bu da normal.
Şöyle diyor kararında:
“Olay sonrasında emniyet mensuplarınca biber gazı kullanıldığı iddiaları hakkında ise gaz kullanımının bu konuda sertifikalı güvenlik görevlileri tarafından gerekli görüldüğü için yapıldığı…”
Bundan sonra bir bombalı saldırıda yaralanırsanız ve üzerinize gaz sıkılıyorsa korkmayın!
Zira nefes alamıyor olsanız da mühim değil. Nefes alamamanız, sertifikalı güvenlik görevlileri tarafından gerekli görüldüğü içindir!
* * *
Ambulansların önüne polis araçlarının konulduğu ve sıkılan gaza rağmen tepki gösteren kalabalığın gayretiyle yolun açıldığını da herkes gördü alanda.
Ancak İstinaf’a göre bu da normal.
“Davalı idarenin/ idarelerin olay sonrası emniyet tedbirleri ve sağlık hizmetleri yönünden hizmet kusurunun bulunmadığı anlaşılmıştır.”
* * *
Hiç olmazsa devlet olmaktan, önlem almaktan kaynaklı bir ihmal yok mu, kusursuz sorumluluk, diğer ilkeler…
İstinaf’a göre bu da yok…
Şöyle diyor:
“Devletin, yetki alanındaki bireylerin güvenliğini sağlamak hususunda pozitif yükümlülüğü bulunmakla birlikte, bu yükümlülüğün, dava konusu olayda olduğu gibi, idari faaliyetle doğrudan nedensellik bağı bulunmayan ve temelde insan davranışlarının önceden bilinemez veya öngörülemez oluşuyla bağlantılı olarak meydana gelen toplumsal olaylarda, idarelerin oluşan gerçek zararı tazmin etmekle yükümlü kılınmalarını gerektirecek biçimde yorumlanmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu itibarla; Ankara Tren Garı’nda meydana gelen terör olayı neticesinde oluşan zararda idarenin/idarelerin hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluğunu gerektirecek herhangi bir işlem ya da eyleminin olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”
İstinaf, bu gerekçelerle annelerini kaybeden çocuklara, eşini kaybeden babaya toplam 32 bin lira maddi tazminat ödenmesine hükmetti. Manevi tazminatın da “zenginleşmeye yol açamayacağı” gerekçesiyle toplam 130 bin TL olabileceğini belirtti.
* * *
Danıştay 10. Daire, kısa süre önce İstinaf Mahkemesi'nin bu kararını virgülüne dokunmadan onadı ve kesinleştirdi.
Ankara’nın ortasında bir katliam, ölen 104 insan, yaralanan yüzlerce insan, yakınları, arkadaşları, dostları…
Devletin kusuru yok, kimsenin kusuru yok…
Demek ki terör örgütü üyeleri, canları istediğinde gelip Ankara’nın orta yerinde öldürebiliyorlar insanları.
Mesele sadece canlarının isteyip istememesi…
Mesele sadece kendi kararları…
Böyle not düşelim tarihe…
Canları istedi ve gelip onlarca insanı öldürdüler diye…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|