Yanı başımızdaki ülkenin aşama aşama ne hale geldiğini canlı yayınlarda izledik.
İnsan her şeye alışacak ve her şeyi normalleştirebilecek kadar edepsiz bir varlıktır.
Suriye savaşı boyunca yaşananlar da böyleydi.
Bir zamanlar güzelliğinden bahsedilen Halep’in, Şam’ın nasıl yerle bir edildiğini, Ezidi kadınların köleleştirilmesini, soykırıma uğrayan halkların yaşadıklarını, satılan çocukları, öldürülen çocukları, infaz edilen insanları, tamamını normalmiş gibi izledik.
Tıpkı şimdi olup bitenleri izlediğimiz gibi.
* * *
Hemen her gün Esad rejiminin ne kadar da acımasız olduğunu, insanlara neler yaptığını gösteren örnekler gözümüzün önüne seriliyor.
Aynı Esad iktidarının görkemli günlerindeyken, kimliksizleştirilen, yok sayılan, hak iddiasında bulunduğunda cezaevine atılan insanlar görünmez kılınmışlardı. Kimliklerine kırmızı nokta konulanlar, toprak ve ev sahibi olma hakkı bulunmayanlar, hepsi olağandı…
Şimdi ise dünyanın terör örgütü saydığı bir yapının meşrulaştırılma çabasını izliyoruz. HTŞ’nin ne kadar modernleştiğini anlatıyor biri, bir diğeri bu ülkedeki kadınların HTŞ’den korkmadığını…
Dünya böyledir. İnsanlar duruma göre vaziyet alırlar.
* * *
Türkiye de böyledir.
İktidarlara karşı insanların yaşadıklarını anlatan, hakkı yenilenlerin, haksızlık edilenlerin yanında duran insanlar düşmanlaştırılır.
Tek bir iktidar dönemine mahsus değil. Her dönemde düşman sayılır bu insanlar. Başlarına geleni mutlaka hak etmişlerdir. Huzuru kaçırmışlardır. İşleyen tekere çomak sokmuşlardır.
Günü gelene kadar.
Sonra öyle bir gün gelir ki ayrımsız herkesin hakkı için mücadele eden bu insanlardan iki çift laf etmeleri istenir… Haksızlığın dile getirilmesi için o insanların yine öne çıkması, bağırması istenir.
Dünya böyledir.
* * *
Nimet Tanrıkulu, bütün ömrü boyunca hak mücadelesi vermiş insanlardan biri.
Öyle yeraltıyla, illegal yapılanma ve örgütlerle değil.
Açıktan, doğrudan, tamamen demokratik haklarını kullanarak…
Ama yaşadıkları tam da bu ülkenin ve belki bütün ülkelerin hak arayanlara, ötekilerin haklarını savunanlara karşı bakışını özetliyor.
Nimet Tanrıkulu
* * *
İnsan Hakları Derneği’nin kurucularından Nimet Tanrıkulu, işkenceyle ilk tanıştığında henüz genç bir kadındı.
Bilgisine başvurulacağı söylenerek götürüldüğü Gayrettepe’de, 12 Eylül işkencesi ile tanıştı. Üniversiteye hazırlanan bir öğrenciydi.
İşkencede dişi kırıldı, kolunu kullanamaz hale geldi. Saçları köklerinden kopartıldı, elektrik işkencesi ile sınandı. Metris Cezaevi’ne konulduğunda yürüyemez haldeydi ve hakkındaki suçlamanın ne olduğu bile belli değildi.
İlk duruşmada tahliye edildi.
İşkence Tanrıkulu’nu yıldırmadı, aksine işkence ve hak ihlalleriyle mücadeleye ömrünü adamasına yol açacaktı yaşadıkları.
İHD’nin kurucuları arasında yer aldı, uzun yıllar yöneticiliğini yaptı.
Feminist mücadeleye ömrünü adadı.
İdam cezasına, cezaevlerinde tek tip elbiseye, gözaltında kayıplara, faili meçhullere karşı mücadele etti, kampanyalara katıldı.
Cumartesi Anneleri’yle birlikte 90’lı yıllardan itibaren sokaktaydı.
Barış için Kadın Girişimi’nin kurucularından biriydi. 78’liler Girişimi ile birlikte 12 Eylül rejimi ile hesaplaşılması için mücadele etti.
* * *
Elbette bu kadar ağır “suçları” işleyen birinin rahat kalması düşünülemez.
Hakkında bugüne kadar 30’u aşkın dava açıldı.
Susurluk döneminde ölüm tehditleri ile karşılaştı.
Defalarca darp edilerek gözaltına alındı.
İnsan hakları savunucuları ile yaptığı telefon görüşmelerinden, açıktan üyesi olduğu Demokratik Toplum Kongresi’ndeki faaliyetlerinden dolayı da yargılanıyor. Bu davalarda Kürtçe bilmeyen, okuyamayan Tanrıkulu’nun, telefonda Kürtçe yaptığı söylenen konuşmaları tartışıldı.
İtirafçılar böyle bilgi vermişti ve gerçek bir kılıfa sokulmak isteniyordu.
* * *
Feminist Gece Yürüyüşü nedeniyle de gözaltına alındı, Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla da…
Cumartesi Anneleri’yle de gözaltına alındı, İHD kampanyaları nedeniyle de…
Bitmek bilmeyen bir bedel.
Şimdi yeniden tutuklandı. Dört gün gözaltında kaldıktan sonra, 18 saat süren savcılık ve hakimlik sorgusunun ardından…
Ne soruldu peki?
Tanrıkulu’nun açık seçik yaptığı Süleymaniye ve Erbil seyahatleri…
İtirafçılar, bu seyahatlere yönelik yine benzer iddialarla dosyayı zenginleştirmişlerdi!
* * *
Tanrıkulu cezaevinde.
Şaşırmıyoruz değil mi?
Nasıl gazetecilerin tutuklanmasına, yazarların, öğrencilerin, sivil toplum örgütü temsilcilerinin tutuklanmalarına şaşırmıyorsak buna da şaşırmıyoruz elbette.
O insanın ömrüne ne olduğunu, o insanın sadece hak mücadelesi yaptığı için yaşamı boyunca ödemek zorunda kaldığı bedellerin neler olduğunu düşünmeden, aklımıza bile getirmeden, şaşırmadan geçiyoruz üzerinden.
Bir ülkeyi içten içe kemiren, yok eden en büyük sorun adalet sorunudur.
Suriye’de olanlara bakalım.
Artık adaletin sağlanması mümkün mü bu ülkede?
Kim adaletli olabilir ve kim bugünün geçmişten, geçmişin de farklı örneklerden iyi olduğunu söyleyebilir, düşünelim.
Hak savunucusu diye üzerinden geçilip gidilen insanlar, hiçbir karşılığı olmadan o ütopik adaletin peşinden koşuyorlar.
Ülkelerin bir gün adaletsizlikten bu hallere düşmemesi için.
İnsanların üzerinde herkesin kişisel adaletini sağlamaması için.
Ve adaletli bir ülke için…
Bedeli işkence, bedeli davalar, bedeli cezaevi oluyor…
Tanrıkulu yeniden cezaevinde, bu ülkeyi sevmenin yeniden bedelini ödüyor.
Birileri kayıp yakınları aradığı için yine gözaltına alınıyor.
Birileri iki basın açıklaması nedeniyle tutuklanıyor…
Birileri işkencenin hesabını sorduğu için darp ediliyor…
Normalmiş gibi sürüyor hayat ve adalet günden güne uzaklaşıyor.
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|