Devletlerin ve bu ülkenin kodlarında, kendine bağlı çalışanların ellerini serbest bırakma eğilimi vardır.
Kendi koydukları kuralları uygulamayı istemezler. Toplumsal sözleşmeden anladıkları, tek taraflı imzalanmış bir mukaveledir. Kendileri sözleşmenin sahibi, kalanlar ise kurallara uymakla yükümlü fanilerdir.
Dahası, yapılanı suç olarak görmeme halidir. Basit bir slogan atan vurulabilir, taşlı-sopalı bir eyleme katılan biri yasalardaki cezası birkaç yıl hapis olsa da öldürülebilir.
Cezasızlık kültürü de işte bu kodlardan gelişir.
Ve devletin isimlerini derin derin bütün defterlere kazıdığı bazı isimler, cezasızlık kültürüne karşı mücadele eder.
Vurulmuş çocukların avukatlığını üstlenir, işkence görmüşlerin, daha gün yüzü görmeden öldürülmüş bebeklerin, unutturulmaya çalışılan kötülüklerin mağdurlarının, hepsinin...
Bu mücadeleyi verenlere 'terörist' diyenler dahil, bugün hâlâ biraz olsun demokrasiden, hesap sormadan, hukuk devletinden söz edilebiliyorsa, o insanlar sayesindedir.
28 Kasım 2015’te, Dört Ayaklı Minare’nin ayaklarının dibinde, herkesin gözü önünde vurularak öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, işte o cesur insanlardan biridir.
***
Elçi'nin öldürülmesinin üzerinden üç koca yıl geçti.
Gizlilik kararı bulunan soruşturma öylesine 'gizli' ki savcılık bile kapağını fazla açmıyor.
Cinayet öncesinde inanılmaz olaylar yaşandı.
Diyarbakır gibi devletin sürekli teyakkuzda olduğu bir kentte bunca 'ihmalin' bir araya gelebilmesi ve bununla ilgili hiçbir yaptırım uygulanmaması da anlaşılmazdı.
Elçi cinayetinden hemen bir gün önce polise saldırı düzenleyen 2 YDG-H'linin bindiği taksiyi polis durdurdu.
Taksidekiler kendilerini durduran iki polisi öldürerek basın açıklaması yapılan sokağa girdi ve burada çıkan çatışmada Elçi öldürüldü.
Avukatların çabası ve alınan ifadeler, o taksinin zaten takipte olduğunu, Balıkçılarbaşı gibi kentin en yoğun bölgelerinden birine gelene kadar trafik yoğunluğu gerekçesiyle müdahale edilmediğini, trafiğin kesilerek müdahale yolunun seçilmediğini açığa çıkarttı.
***
Elçi ise tüm bunlar yaşanırken, operasyonlarda ve çatışmalarda zarar gören Dört Ayaklı Minare’nin ve kültürel mirasın korunması konusunda basın açıklaması yapıyordu.
İddiaya göre, bölgedeki onlarca kamera, Elçi’yi vuran silahı kayda alamadı. Polislerin olaydan sonra verdiği ifadelerin özü de aynıydı:
“Ben ateş etmedim, başka ateş edeni de görmedim.”
***
Olaydan sonra ilk keşif, aynı gün saat 15.00'te gerçekleştirildi ama yarım kaldı. İkinci ve kapsamlı keşif olaydan tam 110 gün sonra yapıldı.
17 Mart 2016'daki yapılan bu keşiften sonra bilirkişi raporu ise sadece iki günde yazıldı.
Ve rapor yazılırken, tıbbi belgeler, otopsi bulguları, fotoğraf ve videolar dosyada yoktu, hepsi Adli Tıp’ta bekliyordu.
Eksik belgelere rağmen, raporda çok iddialı bir yorum yapıldı, dosya kapatılmak istendi:
"Ölümüne neden olan atışın, hangi silahtan, hangi açıyla, kişinin hangi vücut pozisyonuyla gerçekleştiğinin tıbben ve fiziken bilinemeyeceği..."
Soruşturmayı soranlara suç işlemişler gibi yanıtlar verildi: "Ne malum, belki de örgüt vurdu."
Örgüt vurduysa örgüt, polis vurduysa polis, bir başkası vurduysa bir başkası.
Cinayetin üzerinden zaman geçtikçe, gizli tanıklar ortaya çıktı. “Elçi’yi biz vurduk, merkezden talimat geldi, ortalığı karıştırmak istedik” ifadeleri bazı gazetelerin manşetlerini de süsledi.
Gerçek olmadığı çok belliydi.
Bu tip bir soruşturma ne kadar zor olabilir değil mi?
Buna rağmen hiçbir ilerlemenin yaşanmadığı üç koca yıl geçti.
*
Aylardır hiçbir ilerlemenin olmadığı dosya açısından İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun hazırladığı rapor büyük önem taşıyordu.
Tüm görüntüleri aylarca izleyen, Adli Tıp’tan görüş alan müfettişlerin tespitleri düğümü çözebilirdi.
Diyarbakır Barosu ve avukatlar, 3 yıldır savcılık dosyasına girmeyen bu raporun akıbetini kısa süre önce İçişleri Bakanlığı’na sordu.
Bakanlıktan, raporun tamamlandığı, Diyarbakır Başsavcılığı’na ve ilgili mülki idareye gönderildiği ancak adli nitelik taşıması nedeniyle avukatlara verilemeyeceği söylendi.
Savcılık ise buna rağmen ısrarla raporun dosyaya gönderilmediğini bildirdi. Raporun akıbeti belirsiz.
***
Diyarbakır Barosu ve avukatlar, bunun üzerine harekete geçti. İngiltere’deki Londra Üniversitesi Adli Mimari Bölümü ile anlaşıldı, eldeki tüm kayıtlar buraya gönderildi.
Uzman kuruluş, eleme yöntemiyle sonuca gitmeye karar verdi, zira görüntülerin bütününden düğümü çözmek mümkün değildi.
Olay yerinde hangi yönden yapılan atışların Elçi’nin ölümüne yol açamayacağı tek tek araştırılmaya başlandı. Elene elene seçenekler çok aza indi.
Çember daraldı. İngiltere’den gelen raporda, hangi noktadaki atışların ölüme yol açmış olabileceği, -seçenekler çok aza indirilmiş olarak belirtiliyor.
Diyarbakır Barosu, Elçi’nin ölüm yıl dönümü olan 28 Kasım’da, önce savcılığa raporu ve görüntü analizlerini sunacak, daha sonra bunları kamuoyu ile paylaşacak. Savcılığa net biçimde, “Artık elinde şu sayıda şüpheli var, al ve soruştur” dilekçesi verilecek.
Bu aşamadan sonra Elçi’yi vuran kişinin saptanması güç değil. Gönülsüz ilerleyen soruşturmada sorumlunun bulunması için küçücük birkaç çaba yeterli.
Dosyanın Elçi’nin mücade ettiği cezasızlık anlayışıyla mı yoksa bir ülkenin ancak adalet üzerinden büyüyebileceğine yönelik hukuk felsefesi tezlerine göre mi sonuçlandırılacağını birlikte göreceğiz.