04 Temmuz 2024

Sinan Ateş cinayetinden taşan skandallar: Utanmayanların öpücüğü

Görmek isteyen görüyor, geriye kalanlar kalabalık. Geriye kalanlar da konforlu yaşam alanını bırakmamak için haksızlıklara, adaletsizliklere göz yuman büyük bir kalabalıktan ibaret… Mutlu olsun onlar, keyifleri kaçmasın. Ama bilsinler ki bir cinayet sanığının, sanık sandalyesinden gönderdiği utanmaz öpücük de yarattıkları ülkenin sonucu…

Soldan sağa Sinan Ateş ve Hasan Ferit Gedik

Bugün aktif ve kritik bir devlet görevinde bulunmamasına rağmen korumalarla gezen, silah ruhsatı alan, çakarlı araçlarla gezen kim varsa hepsinden duyacağınız ortak yalanlar var:

“FETÖ, PKK, DHKP-C beni tehdit ediyor, namlunun ucundayım…”

Bu kişilerin söz konusu örgütler için en ufak bir öneminin olmaması da bir yana, bu komik ve büyük yalanın başka kanıtları da var.

Tek bir tehdit almamaları misal… Araştırın, göreceksiniz…

Ama burası Türkiye, anahtar sözcükler her zaman iş görür.

* * *

Sincan’da bu hafta başı görülmeye başlanan Sinan Ateş cinayeti davasının önemi, sadece bir eski Ülkü Ocakları Başkanı’nın Ankara’nın göbeğinde öldürülmesi ve bu cinayetin üzerinin örtülmesi için siyasetin, bürokrasinin seferber olmasından ibaret değil.

Bu dava, daha ilk duruşmada, devletin kritik noktalarındaki insanları çırılçıplak hale getiren, günahlarını görünür kılan bir özelliğe sahip olduğunu gösterdi.

Nasıl mı?

* * * 

Hasan Ferit Gedik, 2013’te, henüz 21 yaşında, İstanbul Gülsuyu’nda, mahallede uyuşturucu satılmasına karşı düzenlenen yürüyüşte faşist bir çete tarafından öldürüldü.

Sinan Ateş cinayeti davasında, fütursuzca gazetecileri tehdit eden, durmadan sağa sola laf atan, başına neyin ne kadar geleceğini son derece iyi bildiğinden gayet rahatça yalan söyleyen Doğukan Çep, bu cinayeti işleyen isimlerden biri. Gazetecilere dönüp öpücük gönderebilmesi rahatlığının kaynağı bu…

Bu cinayetten sonra diğer iki sanıkla birlikte aldığı ceza 35 yıl 4 ay…

Sinan Ateş cinayeti duruşmasında ise hukuki durumunu, “Firariydim ama besmele çekip tatile gidiyordum” diyerek açıkladı.

Dışarıya nasıl çıktı peki? Nasıl firari hale geldi?

Pandemi izniyle…

Slogan atsanız, terör suçlusu sayılıp aynı dönemde çıkamayacaktınız cezaevinden ama Doğukan Çep ve benzerleri rahatça salıverildi.

Devletin bize katillerin neden bu kadar kolayca salındığını açıklama yükümlülüğü yok mu? Tek gerekçe cezaevlerini ferahlatmak, daha çok öğrenci, daha çok solcu, daha çok işçi tutuklamak olabilir mi?

Bu mu ceza adaletiniz?

Bu mu yarattığınız toplum düzeni?

Bu kadar mı mühim sizler için o koltuklar?

* * *

Ama nasıl saklandı ki böyle bir isim, bunca zaman?

Bunu da sözlerinde bulmak mümkün…

Şöyle dedi Sinan Ateş duruşmasında:

"2013 yılına dönmem lazım. 2013 yılında İstanbul Gülsuyu’nde Gezi olaylarında kırmızı fularlı kız Ayşe Deniz Karacagil, Sinan Sağırlı, Cebrail Günebakan’ı vurduk. Bunlar MLKP terör örgütü üyesi. En son ESP’nin derneğine giriyoruz 10 kişiyi vuruyoruz. O zaman ESP’nin başında Figen Yüksekdağ var eş başkanı da Selahattin Demirtaş. Gazi mahallesinden oradan buradan DHKP-C’liler geldiler mahalleye yürüyorlar. Hasan Ferit Gedik ölüyor. Gedik sosyalist bir gençmiş, uyuşturucuya karşı yürüyormuş. Biz yakalandık, yargılanmaya başladık. Google Hasan Ferit Gedik yazın Allah için tabutun üstüne bakın. DHKP-C bayrakları. Biz bunları vurmuşuz, yargılanmaya başlamışız. Ayşe Deniz Karacagil, Gezi’ye gidiyor, Gezi de ağaç içinmiş ya. Ayşe Deniz Karacagil Gezi’den sonra Kandil’e gidiyor. Karayılan’ın yanında fotoğrafları var, Karayılan kızları sever. Sonra Ayşe Deniz Rakka’ya gidiyor, orada ölüyor. Vurduğum Cebrail Günebakan ve Sinan Sağırlı da 'Kobani’ye gideceğiz' diye Suruç'a gidiyor. Halbuki bunlar MLKP’de silah eğitimi alıyor. Çocuklara hediye götüreceğiz diye Amara Kültür Merkezi’nde pankart açmışlar, orada IŞİD öldürüyor. Bu şekilde davalarım düştü. CHP’nin milletvekilleri gelir, davalarımı sever."

* * *

Aslında şunu demek istiyor elbette: “Biz bu devlet için teröristleri vurduk kardeşim…”

Çep’in anlatımına bakarsak, şu tablo çıkıyor ortaya:

İstanbul’da bir savaş varmış, devletin askeri, polisi yenilmiş, savcısı, hâkimi yok olmuş, vatanı korumak bunlara kalmış… Onlar da işe nedense Gülsuyu’nda uyuşturucu çetelerine karşı çıkan gençlerden başlamış. Gerekeni yapmışlar. Terörist öldürmek sevapmış!

Tabuta örgüt bayrağı konuluyorsa, 21 yaşındaki bir çocuğun öldürülmesi meşru görülebilirmiş. Alkışlamamız, dua etmemiz lazımmış…

* * *

Çep, bir çırpıda kimleri vurduğunu övünerek anlatıyor.

Anlatacak tabii, cinayet işleyip, bu kadar insanı vurup da dört beş yılda serbest kalabilmek az iş değil.

Ama bunu nasıl başardığını, Sinan Ateş duruşmasından çok önce de görmek mümkün.

Hasan Ferit Gedik dosyasına baktığınızda bunu net biçimde görüyorsunuz. Üşenmeyin, küçük bir tarama yapın. Aynı çetenin 2013’ten önce de sonra da polisle nasıl ilişkiler geliştirdiğini, işlerini nasıl çözdüğünü, “ülkücüyüm” demenin ne kapılar açtığını göreceksiniz.

* * *

Hasan Ferit Gedik davası görülürken, Doğukan Çep’le birlikte yargılanan sanıklar, arkadaşları, dostları, cezaevinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir mektup gönderdiler. Afrin operasyonu sırasında yazılmış olan mektup, besmele ile başlıyor, şöyle devam ediyordu:

 

“Sizin de cezaevlerinde emirlerinizi bekleyen ak değil ama kara da olmayan, şehadet şerbetine susamış, bir emriniz ile Afrin’de ve tüm hain yuvalarında savaşmaya hazır olan neferlerinizin olduğunu bilmenizi isteriz. Bir emrinizi bekliyoruz.”

* * *

Bu kadar, bu kadar kolay aslında.

Biraz kalabalık, biraz, “biz bu vatan için ölürüz” sözleri, biraz hamaset, biraz tehdit yeterli. Ve bir de devletten yardım alıp, insanların adreslerini isteyip, dövmeli, vurmalı, korkutucu olmalısınız. Sırtınızı sıvazlayan pek çok kişi olacak.

* * *

Gedik’in cenazesi, çıkartılan engeller nedeniyle üç gün boyunca defnedilemedi.

Vurulduğunda üzerinde olan kıyafetleri kaybedildi.

Olay anına ilişkin kamera kayıtlarının bir bölümü silindi.

Çete üyelerinin zaten dinlenen şahıslar olduğu, polislerle ilişkilerinin önceden bilindiği, haklarında hiçbir önlem alınmadığı ortaya çıktı.

Bu kadar ağır suçlara rağmen Doğukan Çep gibi bir isim tahliye edildi.

* * *

Sinan Ateş cinayeti, aslında Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı gibi bir görevde bulunan, devlet nezdinde bile “dokunulmaz” sayılan bir ismin, bizzat bu ideolojiden geldiğini söyleyen insanlarca öldürülmesi nedeniyle çarpıcı. Cinayetin siyaset bağlantısı ve bunun açığa çıkmaması için gösterilen olağanüstü çaba nedeniyle ilgi çekici.

Ama asıl çarpıcı olan, bu devletin kime nasıl baktığını göstermesi.

Bu devlet tek bir ideolojiye mensup kişilere mi ait?

Bu ülke onların mı?

Anayasaya yazın, yasalara koyun bilelim… Yanıtları elbette biliyoruz da malumun ilanını istemek de hakkımız…

* * *

Doğukan Çep’in savunmalarını esas alırsak, Sinan Ateş’e, Hasan Ferit Gedik dosyasından aldığı cezanın kaldırılması için iki kez 200 bin lira verdiğine, buna rağmen bir gelişme olmayınca ve Ateş telefonlarına çıkmayınca bacağından vurmayı kararlaştırdığına inanmamız gerekiyor.

Olamaz mı, mümkün elbette.

Ülkü Ocakları Başkanlığı yapmış birine karşı bu eylemin yapılmasının örneği yok ama mümkün.

Ama devamında da şuna inanmamız gerekiyor.

Tam da aynı sıralarda Sinan Ateş’in adresinin bulunması için Ülkü Ocakları’ndan birilerinin emniyetten yardım aldığına…

Bu insanların tek derdinin Sinan Ateş’in evinin önüne pankart asmak olduğuna…

Ne hikmetse tetikçinin sadece bacaktan vurmak için iki polis tarafından Ankara’ya getirildiğine…

Tetikçinin çakar lambalı araçla kaçırıldığına…

Bütün bu davanın FETÖ organizasyonu olduğuna…

Ama bir yandan da Ateş’in aslında olay sırasında yanında bulunan kendi arkadaşları tarafından öldürüldüğüne…

Hepsine aynı anda inanmamız gerekiyor.

* * *

Oysa resim bize başka bir şey söylüyor.

Ateş’in yakınlarının açıkça dillendirdiği bir cümleyi…

“Bize bile bunu yapabilenler, sizlere neler yapmaz.”

Neler yapmadılar ve hala öylesine kendilerini haklı görüyorlar ki akıl almaz…

Uzağa bakmaya gerek yok, kapasitesi her yıl daha da artan cezaevlerine bakın.

Kimlerin cezaevinde tutulup, kimlerin serbest kaldığına…

Kimlerin tutuklandığına ve kimlerin dokunulmaz olduğuna…

Göreceksiniz…

Görmek isteyen görüyor, geriye kalanlar kalabalık.

Geriye kalanlar da konforlu yaşam alanını bırakmamak için haksızlıklara, adaletsizliklere göz yuman büyük bir kalabalıktan ibaret…

Mutlu olsun onlar, keyifleri kaçmasın.

Ama bilsinler ki bir cinayet sanığının, sanık sandalyesinden gönderdiği utanmaz öpücük de yarattıkları ülkenin sonucu…

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Kör kayıkçının bile gördüğü cinayeti aklama davası ve kapatılan Açık Radyo

Gelinen nokta gösteriyor ki bu dava Gülsuyu çetesindeki isimlerin cezalandırılması ile bitirilmeye aday. Onlar da ellerindeki kritik bilgilerle cezaevinde çok fazla kalmayacaklarını düşünüyordur muhtemel… Ve cezaevinde rahat edeceklerini…

Pınar Selek'le ilgili mühim bir istihbarat "başarısı": "Bu filmde oynamayı reddediyorum"

"Hayatımın bir polisiye filmine dönüşmesini sevmiyorum ve istemiyorum. Açıkça benim verdiğim adres ortadayken, gizli yaşıyormuşum, bir örgüt evi varmış gibi adres bulmalar... Şu çalışmaya bakın!"

Hafızasız, tel tel dökülen bir toplum, tadı kaçmış bir çete ve ölen bir tetikçi: Yalçın Özbey

Özbey 2009 yılında sessizce Türkiye’ye geldi, babasını ve annesini ziyaret etti. Ne büyük talih değil mi? Hem yaptıklarına rağmen suç ortakların Çatlılar gibi kahraman olarak anılacaksın hem yurtdışında olmadık suçlara karışacaksın hem huzurla memleketine döneceksin. Bir başka ülkede olsa Özbey’in ölümü üzerine dosyalar açılır, aydınlatılmamış, bugün işlenen cinayetlerin taşlarını döşeyen cinayetlerin neden cezasız bırakıldığı tartışılırdı