10 Ekim 2024

Semih Çelik yaşasa ne olacaktı?

Semih Çelik, iki genç kadını katledip, ardından intihar etmese de çok fazla değişen olmayacaktı, iyimser bir tahminle 12 yılda serbest kalabilecekti. Semih Çelik yaşasa, bu kötülüğü bir biçimde, bir aşamada yine yapabilecekti

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşuyor:

“İnsanlarımızın hayatını güvenle hissedebilmesini sağlamak için ne gerekiyorsa yapacağız. Belirli suçlarda infaz hükümlerinin, alınan cezanın yüzde 10'u cezaevinde geçirildikten sonra işlemeye başlaması sağlanacaktır. Mesela 5 suç kaydı olan birinin, diğer davalarının bitip sabıka kaydına işlenmesi beklenmeden tutuklu yargılanmasının önü açılacak. Tutukluluk süresi, kişinin işlediği suçlar ve alacağı cezalarla orantılı belirlenecek."

Yapılacak bu düzenlemelerin katillere değil gazetecilere, hırsızlara değil fikirlerini açıklayanlara, tacizcilere değil onlara karşı eylem yapanlara uygulanacağından kuşku duymayan var mı?

Bugüne kadar çıkartılan bütün örtülü af yasalarına, covid izni dahil, itinayla “terör suçları vs. kapsam dışındadır” yazılması besliyor bu kuşkuyu elbette.

Bakmayın öyle “terör suçları” yazmasına. Öyle yazılınca bir şeymiş gibi algılanıyor… Yapılanları yazan gazeteciler bu kapsama alınıyor, basın açıklaması yapanlar bu kapsama alınıyor, iki sosyal medya mesajı yazanlar bu kapsama alınıyor.

12 yılda dört kez infaz düzenlemesi yapıp, bütün suçluları dışarıya salıp şimdi yeniden toplamaya çalışmak da büyük beceri!

* * *

Semih Çelik’in iki genç kızı öldürüp intihar etmesinin ardından inceller, psikopatlar, suç makineleri tartışılıyor.

Suç işleyenler marjinal gruplarla sınırlıymış gibi, bir suç patlaması olmamış, her gün yeni bir olay yaşanmıyor gibi. Kutsal aile yapımızda hiç böyle şiddet eylemleri görülmüyor gibi…

Öldürülen İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil, her an öldürülebilecek, yaralanabilecek, taciz edilen, huzursuz, rahatsız edilen, istenildiğinde edilebilecek kadınlardan ikisiydi…

İkbal Uzuner (solda) ve Ayşenur Halil (solda)

* * *

Aile neden taşınmadı, neden şikâyet edilmedi, neden şu yapılmadı, neden böyle olmadı diye sorular birbirini izliyor…

Semih Çelik bu cinayetleri işlemese ve herkes hayatta olsa da çok bir şey değişmeyecekti.

Semih Çelik

Diyelim mi genç kadınlardan biri ardı ardına Semih Çelik’i şikâyet etti… Olacakları anlatalım…

Öncelikle bu genç kadınlardan biri taşınmış olsa bile Çelik, avukatı aracılığıyla dosyayı inceletebilecek ve adres bilgilerine ulaşabilecekti. Özel bir gizlilik kararı alınmadıysa kendisinin de inceleme hakkı var. Gidip kimin ihbarda bulunduğunu görüp, bütün adreslerini alabilir…

* * *

Diyelim ki ısrarlı ihbarlar üzerine Semih Çelik hakkında uzaklaştırma kararı verildi. Bu durumda da kimse güvende olmayacaktı.

Küçük bir örnek:

2019’da Eskişehir’de Ayşe Tuba Arslan sokak ortasında öldürüldü.

Ayşe Tuba Arslan

Öldürüldüğünde katil Yalçın Özalpay hakkında açılmış onlarca dosya vardı.

Arslan, 23 şikâyet, 4 koruma kararı, 13 soruşturma sonunda hiçbir sonuç alamadı ve öldürüldü. Sıfır yaptırım nedeniyle hayatını kaybetti.

Elbette böyle olacak zira sistemin işleyişinde sorun.

Uzaklaştırma kararına uyulmadığında kadınların karakola bildirimde bulunması gerekiyor. Buna karşı insaflı bir mahkemeye denk gelirseniz birkaç günlük hapis cezası dışında bir yaptırım yok.

Uygulamaya baktığınızda bunu da göremiyorsunuz. Polis, savcılık, yargı kılını bile kıpırdatmıyor. Bir noktadan sonra kadınlar, karşıdakini öfkelendirmemek adına ihbarda bulunmak bir yana görüşmeyi bile kabul ediyor.

* * *

Diyelim ki kadınlar korunmak için sığınmaevine yerleşmeyi talep etti ve olmaz ya hemen yer bulunarak bir yere yerleştirildi.

Nereye yerleştirildiği bilgilerinin gizli kalması gerekiyor ancak öyle olmuyor. Hangi kente giderse gitsin, şiddet faili kadının izini bulabiliyor ve sığınmaevinin yolunu tutuyor.

Bu bilgiler nereden sızıyor, neden sızıyor, araştıran yok…

* * *

İkbal Uzuner ya da Ayşenur Halil, kapsamlı suç duyurularında bulunsalar da durum değişmeyecekti.

Zira koruma kararı verilse bile, uygulamada aktif bir koruma sağlanmıyor. Kadının şiddet göreceğini düşündüğü bir anda karakolu araması ve polis istemesi gerekiyor. Polis gelene kadar olana bitene yapacak bir şey yok…

* * *

Taş kuşa değmiş olsa ve Semih Çelik hakkında dava açılmış olsa ya da tutuklama kararı verilse de değişen olmayacaktı.

Mevcut infaz rejiminde Çelik’i uzun süre cezaevinde tutabilmenin yolu yok. Taciz, tehdit gibi suçlar söz konusu olduğunda cezaevinde bile yatılmıyor neredeyse…

Suçlu bulunsa ve 6 yıl ceza alsa birkaç gün dışında cezaevinde kalmayacaktı. Zira 6 yılın şartla salıverme süresi 3 yıl. Ve cezasının bitimine 3 yıl kalanlar denetimli serbestlikle serbest bırakılıyorlar…

* * *

Semih Çelik, o tarihte çocuk yaşta olmasa ve 2020’de cezaevine konulmuş olsa da bir şey değişmeyecekti.

Zira önce Çakıcı affı sonra da Covid izni, cezaevinde tutulmasını engelliyordu.

Çakıcı affı sayesinde bir anda cezası bitmiş olacaktı.

Daha ağır cezası mı var?

O zamanda Covid iznine alınacak, 3 yıl boyunca izin süresi uzatılacak, sonra da kalan cezası denetimli serbestlik kapsamına alınacaktı. Çekmiş sayılacaktı cezasını…

* * *

Semih Çelik, iki genç kadını katledip, ardından intihar etmese de çok fazla değişen olmayacaktı.

Bakmayın siz vahşetin ve tepkinin büyüklüğü nedeniyle harekete geçilmiş gibi yapılmasına…

Bugünkü infaz rejimine göre, mahkemede iki boyun bükse, genç kadınların kendisine gönderdiği mesajları paylaşsa, mağduru oynasa alacağı ceza, muhtemel yapılacak indirimlerle ki mutlaka yapılır, 20 yılın biraz üzerinde olabilirdi.

Şartla salıverme süresi de bu durumda sadece 14 yıl olacaktı.

14 yılın iki yılı da denetimli serbestlikte geçeceğinden yeni bir gelişme olmazsa, iyimser bir tahminle 12 yılda serbest kalabilecekti. Covid izni benzeri gelişmeler olsaydı bu cezayı da yatmayacaktı.

30-31 yaşında hayatına kaldığı yerden devam edecekti. Yasada yazan “28 yıl yatar” ifadeleri aldatmasın. Onlar sözde siyasi hükümlüler için…

* * *

Semih Çelik, cinayetlerden sonra serbest kalmasa ve infaz rejimi böyle olmasa bile muhtemel birkaç yıl sonra çıkartılacak bir afla hayatına devam edecekti.

Ancak bütün bunların olması tek başına ceza infazı ile ilgili değil.

Evlerden başlayan, sokaklarda süren, emniyette devam eden, yargı ile boyutlanan, cezaevleri ile sonuçlanan ve her aşaması tel tel dökülen bütün bu uygulamalar, kafa yapısından kaynaklanıyor.

* * *

"İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmemizin kadın hakları ve kadına yönelik şiddetle mücadelede en ufak bir menfi etkisi olmamıştır. Türkiye'de kadına yönelik şiddetin çelikten kalkanı söz konusu sözleşme değil, 6284 sayılı kanundur" diyor Erdoğan… Kısmen haklı… Zira İstanbul Sözleşmesi’ne ölümüne direnen bir yargı söz konusu. Haksız olduğu konu ise 6284’ün de doğru düzgün uygulanamaması… Şeref, namus, “o da böyle yapmasaydı” sözleri ile “kader kurbanı” tesellileriyle katillerin sürekli pışpışlanması…

* * *

Semih Çelik yaşasa, bu kötülüğü bir biçimde, bir aşamada yine yapabilecekti.

Gencecik kızlar hayatlarını kaybetti.

Aileleri, artık asla eskisi gibi olamayacakları bir yaşama mahkûm edildi…

Onbinlerce, yüzbinlerce aile gibi…

Gelsin bakalım yeni infaz düzenlemeleri, kimi, nasıl engelleyecek göreceğiz…

Kadınların elinden, uygulanmasa bile İstanbul Sözleşmesi güvencelerini aldıktan, ellerine güvencesizlikten başka bir şey bırakmadıktan sonra bakalım neler, ne kadar düzeltilebilecek.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Görevlerin “kusursuz” yapıldığı, “uzman ellerin” yaralılara gaz sıktığı katliam

10. İdari Dava Dairesi’nin verdiği karara göre, 10 Ekim katliamında ölenlerden Seyhan Yaylagül’ün yakınlarına toplam 900 bin manevi tazminata hükmedilmesi yanlıştı. İstinaf, toplam 32 bin lira maddi tazminat ödenmesine hükmetti. Manevi tazminatın da “zenginleşmeye yol açamayacağı” gerekçesiyle toplam 130 bin TL olabileceğini belirtti. Danıştay 10. Daire, İstinaf Mahkemesi'nin kararını virgülüne dokunmadan onadı

“İnsan insan derler idi…”

İnsan olmanın bir tanımı yapılacaksa ya da bir başka insan için çabalamaksa biraz da insan olmak, o tanımın içine kenar süsleriyle olabildiğince süslenerek konulmalıdır Hüsnü Öndül’ün ismi şimdi…

Ömrümüzden çalan “suçlar” ve kapanmayan yaralar

Bütün ömrü boyunca hak mücadelesi vermiş insanlardan Nimet Tanrıkulu, dört gün gözaltında kaldıktan sonra, 18 saat süren savcılık ve hakimlik sorgusunun ardından yeniden tutuklandı. Ne soruldu peki? Tanrıkulu’nun açık seçik yaptığı Süleymaniye ve Erbil seyahatleri…

"
"