TBMM Genel Kurulu’nun kürsü bölümünün merdivenleri kan içinde…
DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Koçyiğit’ten akan kan bu…
Elleri dert görmesin değil mi? Ferasetli çoğunluğun yorumu bu…
*
Ana akım televizyonlarda altyazı: Meclis’te kavga…
Ortada kavga falan yok, her zaman olduğu gibi kendi gücüne değil kalabalığın gücüne güvenerek insanlara saldıran bir topluluk var.
Bu kez hedef kürsüden gerçekleri haykıran Ahmet Şık...
Sadece kabadayılık yapmak için milletvekili yapılan, tek işlevi el kaldırmak, muhterem büyüklerine kafa sallamak, işaret ettiklerine saldırmak olan bir grup, Şık’ın sözlerine tahammül edemiyor... Edemezler de zira gerçeğin karşısında söyleyebilecekleri hakaret dışında bir sözleri yok.
Ne diyor Ahmet Şık?
Bekir Bozdağ’ın TBMM’yi tam da TİP Milletvekili Can Atalay’la ilgili Anayasa Mahkemesi kararının okunması beklenen oturumda yönetmesinin hukuksuz olduğunu…
Ne diyor Ahmet Şık?
“Hepinizin toplamının şu memlekete Can Atalay kadar hayrı dokunsa ömür boyu şükür namazı kılacak insanlarsınız…"
*
Bir de çocuk gibi sosyal medyada, “O dayak yedi, bu dayak yedi” diye yazanlar var.
O kalabalığın hoşuna gidecek cümleleri sıralayan, kendi başlarına yürümekten korkan “siyasiler.”
Gerçek anlamda tek başına yürüyemeyen insanlardan bahsediyoruz. Kavga ederken kalabalık, yürürken kalabalık, konuşurken kalabalık…
Oysa yolu soldan geçenlere önce şu anlatılır: Önce kendin ol, kendi bilincinle ve gücünle konuş, kendi gücünle kavga et…
Arkana devleti al efelen, arkana kalabalığı al efelen, arkana iktidarı al efelen… Ne cesaret, ne feraset?
*
Peki neden bu kadar tantana?
AKP ve MHP’nin hukuku kendilerine uydurma çabasından.
Anayasaya göre uyulması zorunlu Anayasa Mahkemesi kararını uygulamamak için hukuk icat etmelerinden.
Şimdi bu durumu, Anayasa Mahkemesi’nin kendi içtihadına bağlı olmamakla, süper temyiz mahkemesi olmakla savunuyorlar.
İçtihat aynı… Uygulama ise AKP ve MHP nedeniyle farklı…
Bu ülkede kimse hakikati konuşmak istemiyor.
Bu kadar karmaşık bir durum yok ortada.
Can Atalay’ı içeride tutmaya dayalı icat edilmiş bir hukuk var.
Tıpkı Osman Kavala’yı, Selahattin Demirtaş’ı içeride tutmak için hukuk icat edilmesi gibi…
Ama gözleri gibi vicdanları da kararmış insanlar isme göre hukuk icat edilmesinden mutlu.
Bir koltukta bir dakika fazla oturabilmek için her şeye göz yummaya gönüllü.
Can Atalay milletvekilidir. Haksız yere cezaevinde tutulan, anayasaya göre de vekilliğinin iadesi zorunlu, seçilmiş bir vekildir.
Ağzını terörizmle açıp kapayanların başka bir sermayesi olmadığından bunca çileyi çekiyor bu ülke…
Can Atalay da o çile çekenlerden birisidir.
*
Kulislere indiğinizde ise adaletten, değerlerden uzaklaşmaktan, öze dönmekten bahsediyorlar en çok. En çok bağıran en çok şikâyet eden oluyor.
Oysa yüzlerine gerçekleri haykıranlardan değil, birbirlerinden, yanlarında oturanlardan korkmalılar… İktidar ortaklarından, sıra arkadaşlarından…
Mesela şunları sorgulamalılar:
Geri gönderme merkezlerine baronları korumak, onları oradan çıkarmak için telefon açanlar kimler?
Ankara’nın göbeğinde öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in katillerini korumak için telefon trafiği yürütenler kimler?
Başkasının hakkı olan işlere yakınlarını sokmak için kuyruğa girenler, işlerini hemen yapmayan bakan ve belediye başkanlarını Cumhurbaşkanı’na şikâyet edenler kimler?
Ballı araziler ve ihalelerde istedikleri sonuç çıkmayınca Beştepe’nin yolunu tutan, bazı bakanların görevden alınmasını ısrarla isteyenler kimler?
“Öze dönmeye” kim engel oluyor, kim bu trafiğin dışında kalabilmiş?
*
Peki Can Atalay ne yapmış?
İşkenceye uğrayan öğrencilerin avukatlığını yapmış.
Soma’da madencilerin ailelerine dert ortağı olmuş, avukatlıklarını yapmış.
İşçilerin, emekçilerin davalarını gönüllü olarak almış.
Çevreyi, insanı, emeği korumak için oradan oraya koşuşturmuş.
Gezi’deki suçu ne?
Hiç, kocaman bir hiç. Terörist diyenlerin eylemlerine ve Can Atalay’ın eylemlerine yakından bakın… Korkmadan yakından bakın. Net biçimde göreceksiniz.
Can Atalay’ın, Selçuk Kozağaçlı’nın, Betül Vangölü’nün avukatların içeride tutulmasının bir nedeni var.
Bunca sahipsiz insan sahipsiz kalsın diye avukatlar cezaevinde.
Başka hukuki hiçbir açıklaması da yok.
*
Meclis’te yine kavga çıktı…
Bu suya sabuna dokunmayan başlıklar hakikati ifade etmiyor.
Tıpkı satırlı, bıçaklı saldırıya uğrayan öğrenciler kendilerini savunduklarında atılan, “Kampüste gerilim” başlıkları gibi.
Gerçeğin üzerinin örtülmesinin bir yöntemi bu.
Saldıran, durmadan saldıran, sürekli saldıranlar var. Ve bir de cesaretle karşı çıkanlar.
İkisinin durumu aynı değil.
Eşitlik ve adalet kavramları ancak bir arada kullanıldıklarında anlamlı…
Ve gazetecilik de gerçeği yazdığında…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|