03 Haziran 2023

Kaldığı yerden mücadeleye devam: Onur Yaser Can için adalet!

Onur Yaser Can dosyası da inatsız yürümeyen, büyük bir inada rağmen cezasızlıkla sonuçlandırılmak istenilen, bu mümkün değilse en hafif cezayla geçiştirilmeye çalışılan bir dosya…

Adalet mücadelesi kesintisizdir.

Bu topraklarda iyiden iyiye böyledir.

Biraz olsun bu mücadeleye omuz verenler iyi bilirler ki iktidarlar değişse de ve bazen demokratik alan biraz daha genişlese de cezasızlık politikası kesintisiz biçimde uygulandığından, adalet arayışı bitmez.

Bu kadar dar bir zeminde bitmesini beklemek ise iyiden iyiye gerçeklik duygusunu yitirmek anlamına gelir.

* * *

Ama inat var, sonuç alana kadar çabalamak var.

Onur Yaser Can dosyası da inatsız yürümeyen, büyük bir inada rağmen cezasızlıkla sonuçlandırılmak istenilen, bu mümkün değilse en hafif cezayla geçiştirilmeye çalışılan bir dosya… Onur Yaser Can'ın emniyette gördüğü işkence nedeniyle intihara sürüklenmesinin ardından önce annesi de oğlu gibi yaşamına son verdi ardından da babası yaşamını kaybetti.

2010'da Onur Yaser Can'ı kaybettikten sonra birkaç yıl içerisinde annesi ve babası ile de vedalaşmak zorunda kalan ve onlardan aldığı mücadeleyi inatla sürdüren kardeşi Ezgi Sevgi Can anlatsın:

"13 yıldır süren bir adalet mücadelesinin sonucunda abimi intihara sürükleyen ve ölümüne sebep olan biri amir 4 polis ilk defa yargı önüne çıktı.

Avukatlarımla birlikte yaptığımız ısrarlı talebimiz ve takibimiz üzerine eksik bir iddianameyle, sadece resmi evrakta sahtecilik suçundan açılsa da 30 eylülden bu yana yeni bir dava süreci başladı ve 13 yıldır sistematik olarak korunan bu polisler ilk defa mahkeme heyeti önüne çıktılar. Onur Yaser'i bizzat yakalayan ve işkence altında sorgusunu yapan polisler, annem ardından babam bu adaletsizliğe dayanamayıp bu hayattan koptuktan sonra, ben tek tek bütün ailemi kaybettikten sonra, o da eksik bir iddianameyle yargı önüne çıktılar.

* * *

O yüzden şu an mücadelesini verdiğim şeyin adına adalet demek bile aslında bana eksik geliyor çünkü sonucunda en iyi karar bile verilse, o adalet dediğimiz şey benim hayatımda hiçbir şekilde yerini bulamayacak. Ama ailemi tek tek elimden alan bu bir avuç işkenceci polise hesap sorabilmek ve bir şekilde kırıntı da olsa adaletin peşine düşmek sadece benim değil hepimizin ihtiyacıydı sanırım. Her duruşmada da bu adalet ihtiyacının, hesap sorma ihtiyacının ne kadar ortak olduğunu, bu kadar acı, zor bir hikâyenin ortasındaki insan olarak etrafımda bu dava vesilesiyle oluşan sevgi ve dayanışma halkasının birbirimize nasıl iyi geldiğini gördüm. Davamız özellikle bu yeni süreçte onca yıl geçmesine rağmen git gide artan bir şekilde sahiplenildi. Yaser'i tanıyan tanımayan bir sürü insan bu davanın bir parçası, gözlemcisi oldular. Ben buna vesile olan basın emekçilerine, bana destek olan herkese minnettarım, yalnız başına, şu an elimizde olan adaletin kırıntısıysa ona bile ulaşamazdık biliyorum.

* * *

5 Haziran duruşması bu uzun soluklu mücadelenin çok çok önemli bir durağı, herkesi desteğe Çağlayan'a davayı takibe çağırıyorum.

Çok zor zamanlar bizi bekliyor ülkece evet ama yaşama sarılmak, bu sevgi ve dayanışma halkasını süregelen çeşitli hak mücadelelerinde bir araya gelerek genişletmek zorundayız, bunu önce kendimiz için sonra da giden canlarımız için yapmalıyız. Yaşamak ancak mücadeleyle, umut ederek anlam buluyor."

* * *

Ezgi Sevgi Can'ın İstanbul 41. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 5 Haziran'da görülecek duruşma için bu çağrıyı yapmasının elbette özel nedenleri var.

Yıllarca rafta bekletilen, bir türlü davaya dönüştürülmeyen soruşturma dosyası, ısrarlı takip sonucunda mahkeme önüne gelebildi.

 

  • 2 Haziran 2010'da narkotik polisi, Onur Yaser Can'ı gözaltına aldı. Yasaya göre esrar kullanmak suç değildi ama ne yapsa, sadece kullanmak amaçlı aldığını anlatamadı.
  • İlk ifadesi alınırken sorguya avukat çağrılmadı, ailesi de aranmadı.
  • Çırılçıplak soyuldu, dövüldü, işkence gördü. Polise yalvaran gençlerin sesleri dinletildi Onur Yaser'e. Muhbirlik yapması isteniyordu. Onur Yaser, anlamıyordu. Kurtulduğunu sandığı anda, "yeniden görüşeceğiz" denildi, korku kalbini kapladı.
  • Doktor muayenesinden önce ifade tutanakları imzalatılmadı, muayene sırasında polis de girdi odaya. Muayene bitince okumasına izin verilmeden tutanaklar imzalatıldı. İşkence gördüğünü kanıtlayacak araçlar elinden alındı.
  • Serbest bırakıldıktan sadece bir gün sonra yeniden emniyete çağrıldı. Korkuyla gittiği emniyetten çıktıktan sonra da takip altındaydı.
  • İfadeleri alabilmek için bir avukata başvurdu. Ancak ifadeleri avukatı da alamadı. Emniyetten, imzası eksik olduğu gerekçesiyle yeniden çağrıldı.
  • Yeniden ifadeye gitmesi gereken günün akşamında, 23 Haziran 2010'da, oturduğu apartmanın 3. katından kendini boşluğa baktı.
  • İntiharın ardından geçen 11 ayda, dosyayı 3 ayrı savcı aldı. İşkence iddiaları araştırılırken, sadece emniyetin giriş-çıkış kayıtlarına bakıldı. İşkence iddiası "takipsizlik" kararıyla kapatıldı.
  • Onur Yaser Can'ın ifadelerinin emniyette değiştirildiği ise netti, buna rağmen tutanağı neden imzaladığı da araştırılmadı, işkence ihtimali akla bile getirilmedi.
  • İki polise sanki değiştirdikleri önemsiz bir belgeymiş gibi, "evrakta sahtecilik"ten dava açıldı. Polis ifadelerine göre ise "Yaser çırılçıplak soyulmuş ama nazik davranılmıştı."
  • İki polis, indirimli cezalar ve 1 gün aylıktan kesinti kararıyla kurtardı. Yargıtay kararı bozdu.

Annesi de dayanamadı

  • Onur Can'ın annesi Hatice Can da yapılanlara dayanamadı. 2 Mart 2014'te yaşamına son verdi.
  • Baba Mevlüt Can ve kızı, artık iki "cinayet"in hesabını sormak zorundalardı. Mevlüt Can, bu acılara 9 yıl dayanabildi. Yaşamını kaybetti.
  • İki polis, bir aile yok olduktan ve 9 yıl süren yargılamadan sonra indirimli biçimde ceza almış, 6 yıl 5 ay hapse mahkûm edilmişti. Mahkeme, bu kararla birlikte, işkence evrakını değiştiren 5 kişi ile ilgili suç duyurusunda da bulunmuştu. Ancak valilik, mahkemenin suç duyurusuna rağmen iki kez soruşturma izni talebini geri çevirdi. Sonunda, Avukat Mehmet Ümit Erdem'in kararlara yönelik itirazı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi tarafından 11 yıl sonra soruşturmaya izin verildi.
  • Ancak suç duyurusu da eksikti. Zira mahkeme, işkence yapıldığını gizlemek için evrakın değiştirildiğini kabul ediyordu, ancak işkenceden suç duyurusunda bulunmuyordu.
  • İşkence kısmı eksikti ancak idare mahkemesinin kararı sonucunda, İstanbul Başsavcılığı, Onur Yaser Can'ın gözaltına alınışından 12 yıl sonra dava açtı. Biri bilirkişi, dördü polis beş kişi yargılanmaya başlandı. Savcı, son duruşmada verdiği esas hakkındaki görüşünde, bilirkişinin beraatini, dört polisin delilleri karartmak ve evrakta sahtecilikten ceza almasını istedi. İşkence iddiaları konusunda ise görüş bildirmedi.

* * *

Ezgi Sevgi Can, geçen Eylül'de başlayan yargılama sürecinde yaşananları ve işkence iddiasının karara bağlanmasının neden önemli olduğunu şöyle anlatıyor:

"Eylülden bu yana aslında Türkiye şartlarında hızlı diyebileceğimiz bir ritimde sonuca doğru giden bir yargılama süreci yaşadık. Her duruşmada bıkmadan usanmadan, yapılan evrakta sahteciliğin abime sorgusu sırasında uygulanan kötü muamelenin devamı niteliğinde olduğunu ve onu intihara sürükleyen sürecin de öncülü bir araç suç niteliğinde olduğunu, dolayısıyla olayın bütününde abimi, narkotik bünyesinde çalışıp devletten maaş alan bir grup polisin, yakalandığı günden intiharına kadar örgütlü bir şekilde nasıl ölüme sürüklediklerini anlattık mahkemeye. Mahkeme, işkence, eziyet ve intihara sürükleme suçlarıyla ilgili olarak birçok tanıklık ve delil olmasına rağmen polislere bunu sormadı. Sadece evrakta sahtecilik sorularıyla yetindi.

Polisler SEGBİS sistemiyle, uzaktan dinlendi, salona gelmedi. Kaçamak yanıtlarla işkenceyi gizlemeye devam ettiler. İşlerine gelen bazı ayrıntıları da nasıl olduysa hatırlayıverdiler.

Sanık polislerin avukatlarından biri savunmasında 'uyuşturucu kullanmasaydı Onur Yaser'in başına bunlar gelmezdi, asıl sorulması gereken soru bu' ifadesini kullandı. Bütün ailesini kaybetmiş benim ve bizle birlikte davayı takip eden bir mahkeme salonu dolusu insanın karşısında aslında suçun öldürülen Onur Yaser'de olduğunu ve yaşadıklarını hak ettiğini ima edebildi. Bu avukata böyle bir cümle kurma ve savunmasını bunun üzerine kurma cüretini veren tam olarak kanıksanmış cezasızlık ve taraflı yargıdır. Yani polisin herhangi bir sebeple yakaladığı vatandaşa, istediği her türlü keyfi uygulamayı yapabilmesinin önünü açan ve bunu meşrulaştıran cezasızlık, bir polis avukatının da bu meşruiyeti arkasına alıp mahkeme heyeti önünde böyle pişkince savunmalar yapabilmesinin, yani daha fazla adaletsizliğin önünü açıyor.

* * *

Son 3 celse boyunca yakalanmasından intiharına kadar olan süreçte abime temas etmiş arkadaşları ve diğer tanıklar mahkemece dinlendi. Tanıkların hepsi abimin psikolojisinin nasıl günden güne kötüleştiğini, yaşadığı korkuyu, endişeyi ve tanıdıkları capcanlı arkadaşlarının 20 gün içinde nasıl çöktüğünü anlattılar. Yakalandığı gün narkotikte gördüğü aşağılayıcı, onu kırıcı muameleleri, usulüne aykırı çıplak aramayı, devamındaki süreçte tekrar çağrılıp ifadelerinin tehditle değiştirilip tekrar imzalatılmasını, polis tarafından nasıl takip ve tehdit edildiğini anlattılar. Umuyorum ki mahkemenin de gözünde işkencenin somutlaşmasını sağlamıştır.

Aslında bu tanıklıklar dahi tek başına mahkemenin sanık polisler hakkında işkenceden suç duyurusunda bulunması için yeterli, şimdilik mahkeme işkenceyle ilgili suç duyurusunda bulunup bulunmayacağına kararla birlikte değerlendireceğini belirtti son celsede. Bunun gerçek bir adalet talebine cevap verip vermeyeceğini 5 Haziran'da göreceğiz.

* * *

Bir diğer önemli gelişme de, abimin buraya getirildiği anları görüntüleyen narkotik büro kamera görüntülerinin mahkemece izlenmesi ve sanık polislerin 13 yıldır adaleti kandırarak yalan beyanla ifade ettiklerinin aksine Onur Yaser'in yakalaması ve tahkikat işlemlerini yapan asıl ekibin kendileri ve amirleri olduğunun mahkeme huzurunda delillendirilmesiydi. Bu delili annem ve babam o acılı halleriyle Narkotik Büro'nun bize eksik şekilde verdiği görüntüleri saatlerce tek tek izleyerek kendi çabalarıyla elde ettiler. Ancak, defalarca talep etmemize rağmen daha önce 6. Ağır Ceza'da görüntülerin izlenmesi taleplerimiz hep reddedilmiş, polislerin suçlarını gizlemelerine göz yumulmuştu. Umarım 41. ACM, bu önemli delili de dikkate alarak adil bir karar verir.

* * *

Geldiğimiz noktada savcı son celsede mütalaasını verdi. Mütalaada sanık polislerin örgütlü bir şekilde abimin birden fazla tahkikat evrakında sahtecilik yaptığının somutlaştığını ve sanıklar haklarında sahtecilik ve resmi belgeyi bozma suçlarından mahkûmiyet kararı verilmesini talep etmiş olsa da işkence, eziyet ve intihara yönlendirme suçları yönünden mahkemenin resen ihbarda bulunulmasını talep etmediği ve dolayısıyla bunca delile ve tanıklığa rağmen işkenceyi görmezden geldiği için eksik bir mütalaa. Mahkeme resen harekete geçmeli ve işkence, eziyet ve intihara yönlendirme suçları hakkında suç duyurusunda bulunmalı ve etkin soruşturma yükümlülüğünü yerine getirmelidir. Aksi takdirde bu eksik ve adil olmaktan çok uzak bir karar olacaktır."

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

1000 Cumartesi

Hasan Ocak'ın, Rıdvan Karakoç'un öldürüldüğü 1995'in 27 Mayıs'ında Galatasaray Lisesi'nin önüne 20 kadın geldi. Coplanmalarına, kovulmalarına, yerlerde sürüklenmelerine rağmen bundan sonra her cumartesi oradaydılar. O günlerden bugüne 29 yıl geçti… Tam 1000 hafta…

Ayhan Bora Kaplan dosyasından “taşanlar” ve yalanlar

Bu dosya belki de sil baştan yeniden ele alınmalı ve eksiksiz konuyla ilgili bütün taraflar dinlenmeli. Belli ki birileri savaşıyor. Belli ki soruşturma, bağımsız ve güçlü bir dosya olarak ele alınmamış…

Bir zulüm ve Türkiye hikâyesi: "O terörist buraya gelmeyecek" dedi, "hassasiyetin" nedeni torpilli kadro çıktı

"O terörist buraya dönmeyecek" diyen hocanın kadroyu almasını istediği kişiyle birlikte sadece iki kişi sınava girebildi. Başvuran 16 kişi ise bu şartı karşılayamadıkları için elendi. Zaten kazanacak kişinin kim olacağını herkes biliyordu, öyle de oldu