01 Şubat 2020

İpekçi’den bugüne: Özgür katillerin ülkesi

Öldürmekle değiştirseler de iyiye gidebilecek bir şeyleri, unutturmayı ve hayalleri engellemeyi başaramayanlar ise yanlarına kâr kalanlarla övündü

Bir cinayeti cezalandırmadığınızda bir başka cinayette kullanılacak silahı hazır ediyorsunuz demektir.

Katilleri, "iyi çocuklar, kahramanlar, devlet için kurşun atan kurşun yiyenler, devlete hizmet edenler" diyerek sınıflandırdığınızda, güvercinlerle arkadaş insanları öldürdükten sonra ellerine bayrak tutuşturup yanlarında poz verdiğinizde, bayrağın arkasına gizlenen bir suç ortağı olduğunuz anlamına gelir.

Türkiye, tam da "benim katilim" denilerek sırtı sıvazlananların ülkesidir.

Kadını öldürdüğünde "namus meselesi", solcuyu öldürdüğünde "kahraman" ilan edilenler, bu nedenle pervasızca yeni cinayetlere gözünü diker, onlar için cinayet artık bir varoluş biçimidir.

"Kader kurbanı" diyerek bu insanları affettiğinizde, katillere ceza vermek yerine, öldürülenlerin yakınlarına katilleri izleme cezası verdiğinizde ve o aflara farklı isimlerle her gün yenisini eklediğinizde adalet sağlanamıyor.

Bu yüzden dosyalar, hesaplar kapanmıyor, kalpler biraz olsun yatışmıyor, kırıklar zarif bir tutkalla olsun bir araya getirilemiyor.

* * *

Abdi İpekçi, 41 sene önce bugün öldürüldü.

Henüz 50 yaşındaydı. Tehditler alıyordu ama her insan gibi ölümü uzak sayıyordu kendine. Aklında yaklaşan darbeye sürüklenen ülkeyle ilgili ne yapılabileceği vardı.

31 Ocak 1979 günü Ecevit’le görüşmek için Ankara’ya gitti. Aynı gün İstanbul’a döndü, Demirel’le telefonla görüştü.

Sonra Cağaloğlu’na geldi. Ömrünü verdiği, ismi kendisiyle bütünleşen gazetesi Milliyet’e…

Sami Kohen’in İran dosyasını inceledi, gazeteye basılması talimatı verdi. Sonra uzun süredir çalıştığı kaçakçılık dosyasını inceledi.

Eşine, telefonla akşam için hazırlanmasını söyledi, 19.30’da gazeteden çıktı.

Çok sevdiği mavi arabasını İstanbul yağmurunun altında kullandı, Nişantaşı’ndaki evine geldi.

Sonradan adının verileceği Emlak Caddesi’ne geldiğinde trafik sıkıştı, 70 metre uzaklıktaydı evi…

Motor gürültüleri, akşam evine dönen insan kalabalığının sesleri arasından çınlayan otomatik bir silah sesi dünyayı durdurdu. Mavi arabanın camında küçük bir delik açılmıştı. O delikten bir silah uzandı. Ardı ardına tetiğe basıldı.

Önce kollarından vuruldu İpekçi, şaşkınca katilinin yüzüne baktı. Üç el daha patladı silah. Üçüncü kurşun, cebindeki kalemi parçaladı. Kalemi kalbinin tam üzerindeydi. Kalbi de yaralandı. Ardından iki daha ateş edildi, saldırgan koşarak ileride bekleyen arabaya binip kaçtı.

İpekçi’nin başı direksiyonun üzerine düştü. Araba cadde girişine kadar kaydı, aydınlatma direğine çarpıp durdu.

Hemen hastaneye kaldırıldı ama kurtarılamadı. Türkiye, İpekçi cinayetinden sonra geri dönülemez bir noktaya hızla koştu. Yepyeni bir tarih defterinin sayfaları açıldı.

* * *

Onlarca kişi tek bir eşgal verdi; Mehmet Ali Ağca.

Henüz 21 yaşındaki, Malatyalı yoksul bir ailenin çocuğu olan Ağca’nın izine İpekçi’nin ev adresinin yazdığı sayfanın yırtılmış olduğu bir telefon rehberinden ulaşıldı. 5 ay sonra İstanbul’da Küllük Kıraathanesi’nde kâğıt oynarken yakalandı.

Çok rahattı ve zaten hep rahattı:

"İsyan ettiğim için öldürdüm. Açıklayacağım tek şey sağ veya sol eylemci olmadığımdır; bağımsız, tek başına terörist olduğumdur."

6 ay sonra hep yaptığı gibi ifadeleri değiştirdi, suçlamaları reddetti. Elbette nedeni vardı. Hemen ardından Maltepe Askeri Cezaevi’nden, bir askerin üniformasıyla firar etti.

* * *

Yurtdışına kaçırılması sağlandı. Gitmeden önce yine Milliyet’i, bu kez mesaj vermek için seçti. Gazeteye telefon açıp, posta kutusunun kontrol edilmesini söyledi. Boştu kutu. İkinci telefon, çöpe bakmaları içindi. Çöpten, yeni cinayet planının hedefindeki isim çıktı: Papa…

Ağca, Bahçelievler Katliamı'nın hükümlüsü Abdullah Çatlı’nın tetikçilerindendi. Cinayete ismi karışan Oral Çelik, Mehmet Şener, Yavuz Çaylan, Yalçın Özbey gibi. Bahçelievler katliamının öncesi ve sonrası itinayla korunan, kahramanlaştırılan çete, İpekçi cinayetini de gerçekleştirmişti.

* * *

Papa’yı da vurarak uluslararası bir figür haline gelen Ağca, uzun yıllar İtalya’da yattı.

Sürekli ifade değiştirdi, onlarca kişinin ismini verip sonra vazgeçti. Mesihliğini ilan edip, hizmetini tamamladı.

Türkiye’ye iade edildi.

Memleketi, özgürlük demekti, ilk tahliye kararı 2006’da geldi.

8 gün sonra hesap hatası denilerek, cezaevine geri getirildi.

İpekçi dışında gasp suçundan da 36 yıl hapse mahkum edilen Ağca’nın cezaları, toplandı, çıkartıldı, bölündü, çarpıldı.

İnfaz süresi 8 yıl 8 ay olarak hesaplandı.

Hesaplara göre fazla bile yatırılmıştı.

2010’da bırakıldı.

* * *

İlk gecesi Ankara Sheraton’daydı.

Televizyon programına katılmak için İstanbul’a gitti. Yanında gönüllü korumaları, alkışlayan taraftarları vardı. Firarına yardımcı olan, suikastlarına yardım eden dokunulmaz kader arkadaşları.

Şov programı önerildi, köşe yazarlığı, televizyon yıldızlığı. Kaynağı belirsiz paralarla hep rahat yaşadı.

İpekçi’nin kanlı gömleği ise yıllarca mühürlü sandıklarda kaldı.

Ağca’dan bir kahraman yaratmak istenilse de İpekçi gönüllerde hep kahraman olarak kaldı. Hrant Dink gibi, Tahir Elçi gibi bu cinayetlerin öncesinde ve sonrasında öldürülen onlarca kahraman gibi…

"Devlet için iyi çocukları öldürenler" değil, o kahramanlar güzel öyküler fısıldadı kulaklara. Umut verdiler yeni kahramanlara.

* * *

Öldürmekle değiştirseler de iyiye gidebilecek bir şeyleri, unutturmayı ve hayalleri engellemeyi başaramayanlar ise yanlarına kâr kalanlarla övündü. Alınlarına yapışan "katil" damgasını, katil sevenlerin alkışlarıyla silmeye çalıştılar.

Belki kahraman olmayı başaramadılar ama devletin de sırtlarını sıvazlamasıyla kalplere sürekli acı vermeyi başardılar…

İpekçi cinayetine karıştığı belirlenen isimlerden Yalçın Özbey, yurtdışına kaçtı. 2006’da Belçika'da işlediği suçlarla ilgili olarak tutuklandı. Türkiye’deki dosyası 2010’da zamanaşımına girdi. 1995’te Almanya’da MİT tarafından sorgulandığı, tutanakların imha edildiği anlaşıldı.

Mehmet Şener hiç yakalanamadı. 1999’da davası zamanaşımına uğradı.

Oral Çelik ise 1999’da üç ay hapis yattıktan, nedense korunmayan bir tanık ifadesini geri alınca, mağdur olmaması adına tahliye edildi ve sonra davası düştü.

Ağca’yı Nişantaşı’na götürüp kaçıran isim olan Yavuz Çaylan sadece 10 yıl ceza aldı, birkaç yılda kurtuldu.

Ağca, 2000’de Papa suikasti nedeniyle hapis yattığı İtalya’dan Türkiye’ye iade edildi ve 2010’da cezaevinden çıktı.

Abdi İpekçi 1 Şubat 1979’da öldürüldü. 41 yılın ardından kapanmayan bir dosya, sorulmayan hesaplar ve ne yapılsa silinemeyen izleri kaldı.

Yazarın Diğer Yazıları

Kırıkhan’daki büyük skandal açığa çıktı: Yoğun bakım hastaları boğularak öldü, “doğal ölüm” belgesi düzenlendi

Depremde yıkılan birçok hastanede unutulan hastaların hayatını kaybettiğini öğrendik. İlk kez yıkılmamış, faal bir hastanedeki hastaların ölüme terk edildiklerini de öğreniyoruz. Ve bunun nasıl itinayla gizlendiğini de görüyoruz

Cezaevi, dava ve yasaklar ülkesinde seçim sonrası "kulisleri": Erdoğan AKP'yi, Çukurambar Erdoğan'ı bırakır mı?

AKP'nin hikâyesi çok uzun bir zaman önce gecekondu mahallelerinden Çukurambar'a taşındı

Deprem skandalı: Her şeyden sorumlu Cumhurbaşkanlığı, İsias Otel'de, yıkılan tüm binalarda sorumsuz

Kentler yıkıldı, binlerce insan öldü ancak uçan kuştan bile sorumlu Cumhurbaşkanlığı'nın hizmet kusuru olduğunu iddia etmek bile mümkün değil